Paylaş
A Haber, benim ve Cengiz Çandar’ın 3 Ocak 1998’de İlhan Kesici’yle yaptığımız programdan makaslama bir bölümü yayınlayarak başkanlık sistemi propagandasını sürdürüyor.
1990’larda Türkiye’de “yönetemeyen demokrasi” vardır; bu kavramı kamuoyuna mal edenlerden biri benim. Güçsüz ve kavgalı koalisyonlar sorunları çözemiyordu. Programda bunu konuşuyoruz. O sırada Demirel başkanlık sistemini gündeme getirmişti. Programda benim şu sözlerim yayınlanıyor:
“6 tane liderden 1 tanesinin başbakan olmasıyla bu iş çözülmüyor. Demek ki başkanlık sistemi olabilir, yarı başkanlık sistemi olabilir, parlamenter sistemde parti ittifaklarıyla sağın ve solun kendi aralarında (ittifak yapması) İsrail’deki başbakanlık sistemi olabilir.”
Propaganda makinesi bunu “Taha Akyol başkanlık sistemi şart diyordu” diye veriyor!
İlmiyle hukukçuları hayran bırakan dostum Prof. Burhan Kuzu da buna “aydın dönekliği” diye yüksek bir felsefi niteleme getirmiş...
YÖNETEN DEMOKRASİ
Yayında yukarıdaki sözlerimin devamı verilmiyor. Bu sözlerimde de esas amacın “yöneten demokrasi” olduğu, başkanlık sistemi için bir ısrarın bulunmadığı açıktır. O zaman sağ kanat ANAP ve DYP olarak, sol kanat SHP ve CHP olarak ikiye bölünmüştü. Benim asıl savunduğum, partiler ittifakıyla bölünmüşlüğün aşılması ve parlamenter sistem içinde istikrarın sağlanmasıydı.
20 Mayıs 1998 günlü yazımda, İtalya’da sol partilerin ittifak yaparak seçime girip hükümet kurduklarını anlatmıştım, bizde partilerin ittifak yapmasının yasak olduğunu hatırlatarak yazıma şöyle devam etmiştim:
“Başkanlık sistemi gibi köklü bir değişiklik şart da değil...
Partiler arası ittifaklar, ortak başbakan adayları gibi çözümler mümkündür. Belli sayıda milletvekillerinin göstereceği adaylar arasından cumhurbaşkanını halkın seçmesi de sağı sağda, solu solda birleşmeye yöneltir.”
İstikrarsızlığa çözümü baştan beri parlamenter sistem içinde aradığım açıktır.
O yıllarda Sayın Tayyip Erdoğan ise başkanlık sistemini “emperyalizmin önerisi” olarak niteliyordu!
HANGİ BAŞKAN?
Yıllar önce de yazdığım gibi Amerika’daki başkanlık sisteminin o kültürde üstünlükleri vardır, fakat Türkiye’de parlamenter sistemi reforme etmek mümkündür, sistem değiştirmek gibi ağır bir ameliyata gerek yoktur.
Daha önemlisi, Erdoğan tarafından nasıl bir başkanlık sistemi istenildiğidir. AKP’nin Meclis Komisyonu’na verdiği taslakta, aşırı geniş yetkileri “Başkan”da toplayan, yargıyı bile “Başkan”ın vesayeti altına veren bir sistem öngörülüyor. Bunu o zaman da eleştirmiştim. (6 Şubat 2013)
Yargıyı ve kuvvetler ayrılığını “ayak bağı” olarak gören böyle bir sistem demokrasiyle hiçbir şekilde bağdaşmaz.
Zaten Amerikan sistemindeki başkanın “zavallı Obama” olarak tanımlanması da nasıl bir “Başkan” tasavvur edildiğini gösterir.
DEMOKRASİYE İNANMAK
Böyle bir başkanlık modeli, Erdoğan iktidarının son dört yıldaki otoriterleşme sürecinin bir uzantısıdır.
Teorik olarak ve liberal kültür bağlamında başkanlık sistemini daha iyi görmek mümkündür. 1990’larda demokrasinin “yönetebilme” kabiliyetini güçlendirmek niyetiyle başkanlık sistemini savunmuş olanlar da vardı tabii...
Fakat bugün önerilen sistem, “Başkan sistemi”dir. Demokraside kuvvetler ayrılığına, denge ve denetim ilkesine inanan herkesin böyle bir sisteme karşı çıkması tabiidir.
Siyaset bilimi ve anayasa hukuku açısından konuyu merak edenlere Cem Akkaş’ın “Kritik Kavşak” adlı akademik derlemesini tavsiye ederim. (Koç Üniversitesi Yayınları)
Paylaş