Paylaş
New York Times muhabiri James Risen 2006 yılında “Savaş Devleti, CIA ve Bush Yönetiminin Gizli Tarihi” adıyla bir kitap yazdı. İran’ın nükleer programını sabote etmek için CIA’in gizli çalışmalarını anlatıyordu.
Başkan Bush tabii ki çok öfkelendi. Soruşturma açıldı. Ardından Obama yönetimi soruşturmayı sürdürdü. Dava açıldı. Kim hakkında? Soruşturma da dava da gazeteci hakkında değil, bu bilgileri sızdırdığından şüphelenilen eski CIA görevlisi Jeffrey Sterling hakkında... Bunlar normal.
Hukuken asıl ilginç süreç bundan sonra başladı.
GAZETECİ Mİ, TANIK MI?
Kitabın yazarı Risen, elbette haber kaynaklarını açıklamayı reddetti. Bu bir evrensel hukuk kuralıdır, AİHM’nin de bu yönde içtihatları vardır.
Fakat savcı başka bir yola başvurdu; Sterling hakkında açılan “devlet sırlarını sızdırma” davasında James Risen’ın şahit olarak dinlenmesini istedi.
Yine bir evrensel hukuk kuralıdır, yakın akrabalık gibi belirli sebepler dışında, kamu davalarında şahitlik zorunludur. Gelmezse, mahkemeye zorla getirilir.
Bu durumda gazeteci Risen’ın haber kaynağını açıklamayı reddetme hakkıyla şahitlik yapma yükümlülüğü çelişiyordu.
Risen mahkemeye gitmeyeceğini açıkladı.
Teknik ayrıntıya girmiyorum, büyük hukuki tartışmalar oldu. Sonunda “gazetecilik” sıfatı ağır bastı. 12 Ocak 2015 günlü New York Times’ın haber başlığı şöyleydi: “Sızdırma davasında muhabir tanık olarak mahkemeye çağrılmayacak.”
Bizde iktidar basını “James Risen mahkûm edildi” diye yazdı! Halbuki tanık olarak bile mahkemeye çağrılmamıştı.
NİYE ÖNEMLİ?
Basın hürriyeti, gazeteciye verilmiş bir imtiyaz değildir, halkın haber alma hürriyetinin bir gereğidir. Basına baskı milletin değişik açılardan bilgi edinme hakkının kısıtlanmasıdır.
Görevinden dolayı Cumhurbaşkanı nasıl sorumsuzsa, milletvekilinin nasıl kürsü dokunulmazlığı olmalıysa haber verme ve fikir ifade etme işlevi bakımından da “basın özgürlüğü” aynıdır.
AİHM’nin 1992’den beri birçok kararında belirttiği gibi, iktidarların parlamento ve yargı tarafından denetlenmesi yetmez, hür basın tarafından da özgür yayınlarla denetlenmesi gerekir. Bu sebeple basın hürriyeti yasama ve yargı erkleri gibi bir kamu denetim işlevidir. (Castells/İspanya Davası 1992)
Bizde Twitter yasağını kaldıran Anayasa Mahkemesi kararında basın ve ifade hürriyetinin önemi adeta bir özgürlük manifestosu gibi çok iyi anlatılmıştır. (Başvuru No: 2014/3986)
Anayasa Mahkememizi Allah nazardan korusun!
ÖZGÜRLÜĞÜN DEĞERİ
Elbette gazeteci de politikacı da melek değildir. Fakat gazeteci nihayet belli bir kitleye seslenir. Farklı fikirdeki gazeteci de farklısını yazar, söyler.
Gazeteci kamu görevi yapar fakat elinde kamu gücü yoktur.
Ezici kamu gücü iktidarların elindedir.
Onun için demokrasinin bir tanımı da iktidarların “denetlenmesi ve dengelenmesi”dir. Bunun unsurlarından biri hür basındır. Hatta AİHM basın üzerinde “caydırıcı” davranışları bile özgürlüğün ihlali sayıyor.
Türkiye’de basın hürriyeti konusunda ciddi sorunlar vardır. Bu hem içeride gerilimi artırıyor hem dışarıda Türkiye’nin itibarını sarsıyor.
Dün övülen Türkiye son yıllarda niye eleştiriliyor?
Basın hürriyetinden bazı sorunlar çıkabilir, tıpkı politikacıların kavgalarından da bazı sorunların çıkması gibi. Fakat bir ülkede özgürlüğün ve demokrasinin bulunması o ülkenin itibarını ve gelişme dinamizmini güçlendirir.
Netice: Başbakan Davutoğlu haklı, yazı ve söz yüzünden yargılama yapılacaksa, bu tutuksuz olmalıdır.
Paylaş