Bari İran’a bakalım. İşte İran uluslararası indekslere giren bilimsel yayınlarda Türkiye’yi geçti. Yakın zamana kadar dünya ile kavgalı olan İran bugün dünyaya açılma sürecinde.
İran “devrim cinneti”nden çıkıyor. Bu cinneti iki yüzyıl önce Fransızlar, yüz yıl önce Ruslar, altmış yıl önce Çinliler yaşamıştı. Çoktan aştılar.
İran şimdi yıkıcı bir “karşı devrim” cinnetine kapılmadan pratik aklın yolunu arıyor.
RADİKALİZMDEN İTİDALE
İran’ın bilim alanındaki fevkalade dikkat çekici başarıları hakkında kendisiyle bir telefon sohbeti yaptım.
İran bilimde ileri giderken bizim aynı düzeyde performans gösteremeyişimizden üzgündü.
Geçen gün Cumhuriyet’te Orhan Bursalı da İran’a giden YÖK heyetinden aldığı bilgilerle önemli bir yazı yazdı. Özellikle “nano teknoloji” dalındaki bilimsel yayınlarda dünyada İran 7. sırada, Türkiye 20. sırada!
Nano teknoloji, yani maddenin “en küçük parçacığını” kontrol altına alan en ileri düzeydeki teknoloji... Uzaydan sağlığa, kimyaya, tarıma kadar en belirleyici alanlardan biri.
Cemil Çiçek, Ahmet İyimaya ve Abdülhamit Gül. Üçü de hukukçu, ben ilk ikisini yakından tanıyorum.
Cemil Çiçek, Turgut Özal mektebindendir. Geçen dönemde TBMM Başkanı olarak anayasa çalışmalarında ciddi bir bilgi ve tecrübe birikimi kazandığı gibi Adalet Bakanı olduğu dönemde de AB uyum yasalarının yapılmasında önemli bir rol üstlenmişti.
Şimdi niye benzer bir yetkili görev değil de sonucu belirsiz bir komisyon üyeliği?!
Ahmet İyimaya da ‘merkez sağ’dan gelmektedir. Kitapları olan iyi bir hukukçudur. Uzun süre Anayasa Komisyonu başkanlığı yaptı. İktidarın yetkili makamlarına baktığımda ‘Niye yok?’ diye sorduğum saygın hukukçulardan biridir İyimaya da.
İYİMSER DEĞİLİM AMA
Anayasa Mahkemesi’nin bu yöndeki ret kararlarının sayısı 5’tir. AİHM’nin ret kararları ise benim tespitime göre 12’yi buldu.
Bizim AYM hükümetten ya da ortamdan etkilendiyse, bu talepleri AİHM niye reddetti?
Bunun cevabı ancak kararlarda bulunabilir.
TALEPLER VE RET KARARI
Farklı kitlelere açılımı öteden beri savunan Kılıçdaroğlu’nun tezi bu, ‘Yeni CHP’ sözü de ona ait.
Fakat son üç seçimin sonuçları şunu gösterdi ki, sadece böyle demekle ve birkaç ‘farklı’ kişiyi vitrine koymakla ‘değişim’ gerçekleşmiyor.
Bu defa kurultaya “demokrasi, değişim ve kardeşlik kurultayı” denildi. Kılıçdaroğlu bu kurultayda partisine daha hâkim hale geldi, kadrolar da önemli oranda değişiyor. Kadro değişiminin asıl halkla temas noktaları olan taşra teşkilatına kadar uzanması gerektiği de açık. Bunlar gerçekleşecek mi, zaman gösterecek.
PARTİ İÇİ DEMOKRASİ
Küçücük tabutlarında, körpe bedenleri toprağa verildi.
PKK vahşeti bir kere daha “bebek katilliği” ile tescillendi.
HDP’liler nasıl suskun kalabiliyor?!
Peki, HDP’nin PKK ile ilişkisi öteden beri apaçık belli olduğu halde niye bu partinin kapatılması yanlış olur?
Kadir Has Üniversitesi’nin yıllık olarak yaptığı Sosyal-Siyasal Eğilimler Araştırması’ndan bahsediyorum.
Önce birkaç genel bulguya bakalım. Kendisini çok veya bir ölçüde mutlu hissedenlerin oranı 2011 yılında yüzde 62’ydi.
Bu oran 2013’te yüzde 67’ye kadar çıkmıştı. 2015’te ise yüzde 48’e düşmüş.
Mutlu olanların yüzde 62’si de AK Parti seçmeni, yani siyasi sempati faktörü de var.
Bu konuya nasıl bakmalı? Somut bir olayı örnek vereceğim.
Geçen salı, Sur ilçesinde bir sokaktaki 4 cenazeyi almak için, HDP milletvekili Sibel Yiğitalp ve arkadaşları valiye başvurdular. Cenazeleri almaları için çatışmaya ara verilmesini istediler. Vali kabul etti. Yiğitalp ve arkadaşları, polislerle beraber sokağa gitti. PKK’lı teröristler evlerden ateş açarak cenazelerin alınmasını engelledi. Yiğitalp “Çatışma çıkınca cenazeleri alamadık” diye konuştu fakat hiçbir HDP’li PKK’ya en ufak bir eleştiri yapmadı, sitemde bile bulunmadı.
Merhum Tahir Elçi’nin katillerini bulmak için savcılığın delil tespiti işlemlerini yine PKK’lılar her defasında ateş açarak engelledi değil mi? HDP’lilerden en ufak bir sitem geldi mi? Hayır! Ama her gün devleti suçluyorlar.
AKADEMİK DEĞERLER?