Muhafazakârlarımızın “Osmanlı coğrafyası, ümmet coğrafyası” gibi hamaset yüklü kavramları var da milliyetçilerimizin “Türk dünyası”, solcularımızın “mazlum milletler” gibi hamaset yüklü kavramları yok mu?
Reel hayattaki karşılıklarının ne olduğunu araştırmadan bu kavramlarla bir nutuk atıldığında coşkuya kapılmaz mıyız?
Duygulara sahip olmak elbette meziyettir. Sorun, bu kavramlarla büyülenmektir. Rasyonel davranışın gerektirdiği bilgileri araştırmadan, karmaşık olguların analizini ve güç dengesi hesabını yapmadan... En önemlisi hareketimizin muhtemel sonuçlarını düşünmeden...
Hesapsız kitapsız, hatta öfkelerle ve zafer söylemleriyle körüklenmiş ölçüsüz davranışlar. Hamasetten kastım bu.
Zaten 7 Haziran seçimlerinde 6 milyon 284 bin oy (yüzde 13) alarak Meclis’e 80 milletvekili ile girmesi de uyandırdığı bu ümitle mümkün olmuştu.
Özellikle Selahattin Demirtaş, Kandil dilini ağzına almıyor, mitinglerinde birkaç yerde Türk bayrağının görülmesini “normalleşme” sayıyor, Meclis’e güçlü girerlerse silahlı politikanın sona ereceğini söylüyordu.
Hatta etnik milliyetçiliği kastederek “Kendimizi dar bir alana hapsetmiştik, artık buradan çıktık” diye konuşuyordu. (27 Mayıs 2015)
Bu politika “Türkiyelileşme” olarak algılandı ve HDP’ye oy getirdi. Fakat...
Çünkü anayasa hukukunun sistemlere ilişkin kavramlarıyla konuşmuyor.
Sözgelişi, savunduğu sistemde “başkan”ın yetkileri ne olacak, nasıl denetlenip dengelenecek?
Denetleme ve denge organları güçlü ve ‘bağımsız’ olabilecek mi?
Keşke buna mecbur kalmasaydım. Yazı hayatımda hukuk üzerine en çok yazdığım dönemler hukukun en çok ihlal edildiği dönemlerdir.
Bugün de böyle bir dönemden geçiyoruz.
Bunun son (dilerim sonuncu) örneği, Can Dündar ve Erdem Gül hakkında şu suçlardan iddianame yazılıp dava açılmış olmasıdır:
“Devletin gizli kalması gereken bilgilerini casusluk amacıyla temin etmek, casusluk maksadıyla açıklamak, cebir ve şiddet kullanarak hükümeti devirmeye veya görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs etmek, silahlı Fethullahçı terör örgütüne üye olmaksızın bilerek, isteyerek yardım etmek!”
Ahmet Hakan’a barbarca saldıranlar tahliye edilirken, Dündar ve Gül hakkında ağırlaştırılmış müebbet, artı müebbet, artı 42 yıl hapis isteniyor!
MESELA GEZİ DAVALARI
Bunun üzerine nicedir yazmak istediğim yazıyı bugün yazıyorum.
Benim mahallem, “merkez sağ” denilen sosyolojik ve siyasi akımdır. Ben buna “Özal-Menderes çigisi” de derim. Merkez sağın iki temel önceliği olan “kalkınmacılık” ve “milli irade” kavramını savunurum. Devrimci değil evrimci olmasını, “milli-manevi değerler” referansını da doğru buluyorum.
Fakat kuvvetle benimsediğim “milli irade” kavramının otoriter yorumunu eleştiriyorum.
KÖKENİ JAKOBEN
Muhafazakârlarımıza belki sürpriz gelir ama “milli irade” Fransız devriminde Jakobenlerin kavramıdır. Mutlak krallık devrimle yıkılmış, yerine “halkın mutlak hâkimiyeti” gelmişti. Bu, hür seçimler demek değildi. Devrimcilerin millet adına “kayıtsız şartsız” hâkimiyetiydi.
Arkadaşımız Nuray Babacan’ın bugünkü haberine göre, Başbakan partisinin belediye başkanlarına şöyle seslenmiş:
“Eşini, işini ve evini değiştirenlerin peşine düşeriz, şüpheyle yaklaşırız. Parasal ilişkilerde dikkatli olun...”
Tabii en hazini, sınıf atlamada ortaya çıkan “eş değiştirme” kepazeliğidir!
Başbakan, daha önce de “Ahlak ile bezenmemiş siyasetten daha tehlikelisi yoktur” diyerek çok kuvvetli bir ahlak vurgusu yapmıştı. (28 Ekim 2015)
Davutoğlu, partisinin 7 Haziran’daki oy kaybını da hatırlatarak yeni milletvekillerine de şöyle seslenmişti:
“Görev aldıktan sonra evini, arabasını değiştireni partiye sokmam.” (16 Kasım 2015)
İSLAMİ ELEŞTİRİLER
Sağdan soldan herkes ona saygısını ifade etti. Muhafazakâr Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Atatürkçü Mustafa Koç’un cenazesine katılması da isabetli bir davranıştır.
“Büyük adamlar” olarak tarihinde hep devlet adamlarını, kumandanları biraz da bazı şairlerle birkaç mimarı tanıyan bir kültürden, iş insanlarının da saygıya layık “büyük”ler olabileceğini takdir eden bir kültüre geçiyoruz.
Bu konuda geciktik bile...
BAŞARI ÜZERİNE KİTAPLAR
Lise yıllarımda Samuel Smiles’ın Yapı Kredi’den çıkan “Kendine Yardım” adlı kitabını okumuştum. Başarılı insanların hikâyelerini, zorlukları nasıl yendiklerini, hangi prensiplerle başarıya ulaştıklarını anlatıyordu, işadamları da vardı aralarında.
‘İş dehası’ deyip geçmeyin; dünyada ve gecikerek bizde modernleşmenin en önemli unsurlarından biri ‘iş dehası’nın ortaya çıkmasıdır.
Avrupa’da 16. yüzyılda ortaya çıkan ‘iş dehası’ bizde çok gecikti. Tanzimat devrinde Sadık Rifat Paşa, ekmeği “devlet kapısı”nda aramanın yanlış olduğunu, girişimci işadamları yetiştirmek gerektiğini yazdı. O tarihten beri bütün rejimlerimizin amacı budur.
İŞ DEHASI