MHP de seçim “beyan”ını açıkladı. Metnini okuyup yarın irdeleyeceğim. Cumartesi günü CHP Lideri Kılıçdaoğlu’nun TOBB’daki konuşmasını TV haberlerinde izledim, ilgimi çekti. Tam metnini istedim, gönderdiler. Bugün bunu yazmak istiyorum.
Her zaman ve tabii en çok seçim dönemlerinde liderler rakiplerini kötüleyip kendi siyasetlerini överler. Ben bunları fazla önemsemiyorum.
Propaganda üslubunu aşan ve yüksek fikir düzeyinde önem taşıyan hususlar varsa önemsiyorum.
Propaganda unsurlarını ayıkladığımızda, Kılıçdaroğlu’nun TOBB konuşması böyleydi. Her şeyden önce ‘klasik CHP üslubu’nu aşan bir konuşmaydı.
KURUMLARIN ÖNEMİ
En çok önemsediğim ve bu yazıyı yazmama sebep olan husus, Kılıçdaroğlu’nun demokraside ve ekonomide kurumların önemini vurgulayan sözleridir
TAKSİM Meydanı’nın 1 Mayıs gösterilerine açık olması mı, yasaklanması mı doğrudur?
Gündemde göze çarpan iki türlü cevap var:
-İktidar ne yaparsa o doğrudur. Taksim üzerindeki yasağı kaldırınca iktidarı özgürlük adına alkışlamak gerekir; yasaklayınca kamu düzeni adına alkışlamak gerekir.
Bizzat iktidarın böyle düşünmesini anlamak mümkün de, böyle yazan, çizen, manşet atan kalemleri anlamak mümkün değildir.
-İkinci cevap şöyle olabilir: Somut ve inkâr edilemez şekilde sabotaj falan gibi bir tehlike yoksa, her zaman doğru olan ilke özgürlüktür. İktidar Taksim üzerindeki yasağı kaldırdığı zaman doğru, yasakladığı zaman yanlış yapmıştır!
Bu cevapta felsefi bir tutarlılık olduğu açıktır.
İKTİDARIN SÖYLEMİ
BAŞBAKAN Davutoğlu’nu dinlediğimde ilk intiba olarak, 1 Mayıs’ta Taksim yasağının kaldırıldığını zannettim. Birçok haber sitesi de böyle verdi.
Fakat, metni okuduğumda gördüm ki, Taksim konusunda bir değişiklik yoktu. Başbakan Davutoğlu ortamı yumuşatacak bir konuşma yapmak istemişti.
Sonra İçişleri Bakanlığı da yasağın devam ettiğini açıkladı zaten.
Diyebilirim ki, tanıdığım kadarıyla Davutoğlu’na kalsaydı, yasağı kaldırırdı. Çünkü makul ve hukuki olmayan yasakların “tedbir” değil, aksine, “tahrik” etkisi yarattığını akademik olarak çok iyi bilir. Böyle konuşmaları da vardır.
BAYRAM GİBİYDİ
Prof. Feyzioğlu’nun siyasi eğilimleri bellidir, muhaliftir. İktidarı yıpratmak için böyle konuştuğunu düşünenler olabilir. Fakat sadece Feyzioğlu değil ki... İktidara siyasi husumeti olmayan, hatta zamanında desteklemiş isimler de sulh ceza hâkimliklerini eleştiriyor.
Tayyip Erdoğan şiir okuduğu için mahkûm edildiğinde, “Yargıtay hukuku temelinden yıktı” diyerek kitap yazan eski Yargıtay Başkanı Prof. Sami Selçuk, iktidarın sulh ceza hâkimliklerini kurmasını Yassıada Mahkemesi’ne benzetiyor; tabii hâkim ilkesine aykırı olduğu için.
HUKUKA AYKIRI
Nedir tabii hâkim ilkesi? Kişiler hakkında karar verecek mahkemenin, “önceden” kurulmuş olması, siyasi bir amaçla ve özel olarak kurulmamış olması.
Sulh ceza hâkimliklerinin tutuklama ve arama gibi soruşturma işlemlerini iktidarın kontrolü altına almak üzere “sonradan” kurulduğu biliniyor.
Benim bilhassa önemsediğim sözü şudur:
“Yürütmenin sınır tanımaz tavrı ne kadar tehlikeliyse, yargının jüristokratik tavrı da o kadar tehlikelidir.”Juristokratik, yani ‘hâkimler hükümeti’ denilen ve yargının yasa koyucu gibi, hükümet gibi hareket etmesi eğilimi...
Türkiye bu iki tehlikenin de tecrübesine sahiptir: Hem yürütmenin otoriterleşmesi hem yargının “vesayetçi” davranışları.
Rahmetli Ecevit zamanında anayasa değişikliği ile parti kapatmayı zorlaştıran bir önerge hazırlandığında, Anayasa Mahkemesi, 22 Ocak 2001 günü “parti kapatmak zorlaşırsa rejimi koruyamayız!” diye açıklama yaparak buna karşı çıkmış, hükümet de geri adım atmıştı!
“Fikir suçları” konusunda yargının otoriter tavrı ve türban yasağı gibi konular bir hukuk devletinde asla olmaması gereken “juristokratik” ya da “vesayetçi” örneklerdi elbette.
Fakat bugün yargının da Genelkurmay’ın da vesayeti aşılmıştır. Anayasa Mahkemesi’nin son birkaç yıldaki kararlarının da gösterdiği gibi baskı, seçilmiş iktidardan gelmektedir.
LİBERAL DEMOKRASİ
Cemaatten yana bakınca tahliye kararını, iktidardan yana bakınca “yok hükmünde” kararını peşinen haklı bulmak mümkün. Fakat doğrusu, taraflara karşı “gözlerimizi bağlayarak” sırf hukuk açısından bakmaktır.
Sulh ceza hâkimliklerinin iktidar tarafından özel bir ilgiyle ve tabii hâkim ilkesine aykırı olarak kurulduğu bilinmektedir. Bu hâkimliklerin cemaat soruşturmasında kurunun yanında yaşı da yakan kararlar verdiği de bellidir. Fakat hukukta “usul esastan önce gelir.”
YETKİ TARTIŞMASI
Hangi mahkemenin yetkili olduğu konusu bir usul konusudur. Yetkisiz bir mahkemenin verdiği karar esasta adil olsa bile kabul edilemez.
Sulh ceza hâkimlikleri konusundaki haklı şüphe ve güvensizliğe rağmen, kanuna göre, soruşturma aşamasında tutuklama ve tahliye yetkisi sadece bu hâkimliklere aittir. Asliye ceza mahkemelerinin bu konuda hiçbir yetkisi yoktur. Olayımızda, meslektaşımız Hidayet Karaca ve tutuklu emniyet görevlilerinin avukatları, sulh ceza hâkimlerine karşı “reddi hâkim” talebinde bulundular.
Reddi hâkim taleplerini inceleme yetkisi, evet, asliye ceza mahkemelerine aittir. (CMK mad. 27)
HACETTEPE Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Murat Tuncer, dün telefon açarak bir açıklama göndereceğini söyledi, içeriği hakkında bilgi verdi. Sayın Rektör’ün açıklaması şöyle:
“Sayın Taha Akyol,
Gazetenizin 23.04.2015 tarihli nüshasında yer alan ‘Yine Üniversite’ başlıklı yazınızda, ‘önemli bilimsel veriler ve çok önemli tahliller’ olduğu gerekçesi ile Prof. Dr. Ali Fuat Kalyoncu’nun mektubuna yer vermiş ve Üniversitemiz hakkında gerçekdışı bilgiler yer almıştır.
Mektupta yer alan ifadeler, Üniversitemiz tarafından öğrencilerin ve hastaların menfaatinin bazı kişisel menfaatlerin önünde tutulmasını kabul edemeyen, kendisinden farklı düşünenlere tahammül edemeyen, kişisel nedenlerle meslektaşlarının akademik yükselmelerini engellemeyi kendisinde hak gören bir zihniyetin ifadeleri olup gazetenizde yer verilmesi ile Üniversitemizin kamuoyu önünde saygınlığı zedelenmiştir.
Üniversitemiz ile ilgili olarak verilmiş olan veriler gerçeği yansıtmamaktadır. Yönetime geldiğimiz 2012 yılı başından beri akademik kadrolarımızın güçlendirilmesi sağlanmış ve bu amaçla toplamda Profesör, Doçent ve Yardımcı Doçent kadrolarına 913 atama ve kadro yükseltmesi yapılmıştır. Bunların 697’si kurum içinde bir üst akademik kadroya yükseltilmedir. Sadece 216 tanesi kurum dışı atama olup bunların çok önemli bir bölümü ya Üniversitemiz mezunu ya da lisansüstü eğitim-uzmanlıklarını Üniversitemizde yapmış veya çeşitli nedenlerle Üniversitemizden ayrılmış ve tekrar dönmüş kişilerden oluşmaktadır. Belirtmek gerekir ki 2012 öncesi, Üniversite atama kriterlerini doldurdukları halde keyfi uygulamalarla atanmaları 10 yıl kadar bekletilmiş, kadroları verilmemiş onlarca öğretim üyemiz söz konusuydu. İstendiği takdirde bu kişilerin isimleri ve bekletilme yıllarını verebiliriz. Yönetimimiz döneminde, 2014 sonu itibariyle, Üniversitemiz atama ve yükseltilme kriterlerini tamamlayıp kadrosunu almamış bir tek kişi bulunmamaktadır. Tam tersine şeffaf bir uygulama ile ayırma-kayırma yapılmadan herkesin özlük hakları sağlanmıştır.
Bununla birlikte belirtmek gerekir ki Üniversitemiz son 4 yılda önemli atılımlar gerçekleştirmiştir. Örneğin Hukuk Fakültesi, Çevre, İnşaat Mühendislikleri aktif hale getirilmiş ve öğrenci alımları yapılmıştır. Ayrıca, Türkçe Eğitimi, Özel Eğitim Bölümü ve Çağdaş Türk Lehçeleri Bölümü kurulmuş ve aktifleştirilmiştir. Hemşirelik Bölümü ile Spor Bilimleri Yüksek Okulumuz fakültelere dönüştürülmüş ve yeni bölüm yapılanmaları gerçekleştirilmiştir. Mimarlık Fakültemiz kurulmuştur. Lisans ve lisansüstü toplam öğrenci sayımız 2011 yılında 33586 iken 2014 yılında bu sayı 44172’ye çıkmıştır. Takdir edilecektir ki bu bölüm ve fakültelere yeni akademik kadrolar tahsis etmek bir zorunluluktur.
Yine Üniversitemizin Tıp Fakültesi özelinde atıf sayıları; 2011 yılında Cerrahi Tıp 2755, Dahili Tıp 8426, Temel Tıpta 1818 iken 2014 sonu itibariyle Cerrahi Tıp 3421, Dahili Tıp 10549, Temel Tıp ise 2447 olarak gerçekleşmiştir.
ERMENİSTAN Cumhurbaşkanı Jerj Sarkisyan, arkadaşımız Cansu Çamlıbel’e verdiği mülakatta, tabii ki kendi tezlerini savunuyor. Yüzyıldan beri Ermeni kimliği “soykırım” kavramıyla özdeşleştirildiği için, Sarkisyan’ın duygusal olarak da politik olarak da bunun dışında bir gerçek arayışına yönelemeyeceğinin farkındayım.
Ermenilerin bir facia yaşadığı gerçektir. Fakat Türklerin yaşadığı faciayı Sarkisyan’ın “bir, iki, üç köy sakini yerlerini değiştirebilir” diyerek, küçümsemenin ötesinde vicdansız bir tanım yapmasını anlamak mümkün değildir.
Sarkisyan’ın bu “bir, iki üç, köy” söylemi, Ermeni şovenizminin tipik örneğidir.
BİRKAÇ KÖY MÜ?
Tarihte Ermeni meselesinin daima terörle birlikte gittiğini, Taşnak ve Hınçak gibi örgütlerinin programlarında açıkça “terör” kavramına yer verdiklerini, kanlı eylemlerini anlatmayacağım. Osmanlı toplumunda Ermenilerin yüksek mevkisini, savaşta Rus ordusuyla nasıl Türkiye’ye karşı savaştıklarını, bulunan toplu mezarları da anlatmayacağım.