RUSYA Cumhurbaşkanı Putin Suriye siyasetinde savaş uçaklarıyla yetinmedi, Hazar Denizi’ndeki
Rus donanmasından fırlattığı füzelerle 1500 km uzaktaki IŞİD hedeflerini
vurdu; tam isabetle!
Putin, 63. doğum gününde yaptığı bu büyük kuvvet gösterisiyle yeni bir dönemin kapısını araladı: Rusya dünya politikasında daha büyük rollere taliptir artık.
Kırım’ı Ukrayna’dan koparıp alan Rusya, Batı’nın ağır ekonomik baskısıyla karşılaşmış, daha ileriye gidememişti. Putin, ülkesinin “emperyal” gücünü tarihte olduğu gibi bugün de “güney”de göstermeyi tercih etti.
Rusya, Türkiye’nin sadece kuzey değil, “güney” komşusudur artık! Hükümetin Suriye politikası daha bir çıkmaza girmiştir.
CANLANAN RUSYA
SURİYE krizine Rusya’nın da savaş uçaklarıyla katılması Türkiye’nin durumunu büsbütün zorlaştırdı. İki açıdan daha sıkıntılı bir döneme giriyoruz diye endişeliyim.
Sadece göçmen sorunu değil. İki vahim gelişme var:
-Türkiye’nin tehdit olarak gördüğü ve amansız bir mücadeleye girdiği Esad rejimi güçleniyor; İran ve Rusya fiilen krize müdahale ettiler. Rusya Türkiye’nin burnunun dibindeki Ceble’de yeni bir hava üssü kuruyor...
-PYD’nin durumu gittikçe güçleniyor. Amerika PYD’yi terör örgütü olarak görmediğini ve desteklediğini açıklamıştı, şimdi Rusya da PYD’yi desteklemeye başladı.
RUSYA’NIN MÜDAHALESİ
Rusya’nın ve İran’ın Esad’ı desteklediği baştan beri biliniyor. İki aydır Rus Antonov uçakları Suriye’ye silah ve mühimmat yığıyor. Rus donanması da Suriye’deki Rus üssü Tartus limanı’nda bekliyor.
BAŞBAKAN Davutoğlu partisine sık sık “lüks, şatafat, nepotizm, kayırmacılık” uyarılarında bulunuyor, “erdemli olmak”tan bahsediyor.
Son olarak adaylarını bu konuda uyarmış, seçimlerde lüks arabalardan, şatafattan sakınmalarını istemiş.
Bu, hem Başbakan Davutoğlu’nun samimi hassasiyetini hem iktidarda olma gücünün AKP’de nasıl bir “nepotizm, kayırmacılık, lüks, şatafat” gibi bozulma eğilimlerine yol açtığını gösterir.
Bozulma ya da yozlaşma ile güç arasındaki ilişkiyi Prof. Davutoğlu’nun kendisi de şu sözlerle ifade etmişti:
“Her siyasi harekette güçten kaynaklanan hatalar olabilir.” (28 Ağustos 2015)
Evet, her siyasi harekette!
MUHAFAZAKÂRLIK VE GÜÇ
HDP sadece özerklik istemiyor, yerel yönetimlerin yetkilerini radikal bir şekilde artırmakla yetinmiyor. HDP, dünyada eşi benzeri olmayan, “meclisler piramidi şeklinde inşa edilecek” ayrı bir rejim talep ediyor.
Batılı demokrasilerle ilgisiz, Kaddafi benzeri bir totaliter rejimdir bu.
Tıpkı Kaddafi’nin “Yeşil Devrim”indeki gibi, bu sistemin “Batılı demokrasilerin ötesinde bir demokrasi”, bir “doğrudan demokrasi” diye lanse ediliyor.
TOTALİTER SİSTEM
HDP bir önceki bildirgesinde KCK’nın “Demokratik Özerklik” kavramı aynen benimsemişti. Yeni bildirgesinde bunun yerine “özyönetim ya da yerinden yönetim” denilmiş. Fakat içerik aynı.
Ben yargıyla ilgili olarak tehlikeli gördüğüm bir hususu eleştireceğim.
Evvela şunu belirteyim, bütün partiler bir popülizm yarışında... Bol keseden dağıtıyorlar. Halbuki pastayı büyütmeden daha büyük paylar dağıtılamaz. Merhum Demirel’in 1991 seçimlerinde yaptığı “erken emeklilik” popülizminin hasarını hâlâ kaldıramadık.
HDP’nin seçim beyannamesinde, KCK’nın totaliter “demokratik özerklik” kavramına yer vermemesine ilk bakışta sevinmiştim fakat “yerel yönetim” diyerek aynı şeyi daha aşırısıyla savunuyor. Ayrı bir yazı konusu...
Dönelim iktidar partisinin beyannamesine.
BAĞIMSIZ YARGI?
Başbakan’ın okuduğu beyannamede elbette hukuk ve yargıyla ilgili gayet iyi genel ifadeler var fakat şu somut beyana bakınız:
ADALET ve Kalkınma Partisi yarın seçim beyannamesini açıklayacak, bu konuda benim birkaç önerim var.
Gecikmiş sayılmam, hemen beyannameye ilave edebilirler. Çünkü önereceğim hususlar, 2001 tarihli parti programından alınmıştır, kesip yapıştırmak bile mümkündür.
AK Parti’nin “kuruluş ilkeleri”nden yahut “fabrika ayarları”ndan uzaklaşarak AKP haline geldiğini bazı partililer tarafından bile ifade ediliyor ya, o ilkeleri yeni seçim beyannamesine koymak bu açıdan da yararlı olabilir.
TEMİZ SİYASET
AK Parti’nin 2001 tarihli ve halen yürürlükte olan programında şöyle deniliyor:
AHMET Hakan’a yapılan barbarca saldırının failleri bellidir, azmettirenlerin kimler olduğunu ise hukuk belirleyecek.
Ahmet Hakan gibi “eleştirel” bir gazeteciye niye böylesine düşman olunur? Bunun şahsi bir sebebi olamaz. Bu saldırının ülkedeki genel şiddet ortamından en azından cesaret aldığı da bir gerçektir.
Savcılık da soruşturmayı “organize suç” tanımıyla yürütüyor. Hukuki neticeyi göreceğiz.
Kardeşim Ahmet Hakan’a geçmiş
olsun diyorum.
Bu barbarca saldırıda ülkede yükselen şiddet dilinin payı büyüktür. Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, siyasette ve medyada şiddet dili, bir kesim için maalesef göze girme yolu haline geldi.
ÇÖZÜM süreci Türkiye için denenmesi gereken bir alternatifti. Hükümetin uygulamadaki hatalarından yararlanan PKK, maalesef süreci sabote etti.
Görülüyor ki hükümet yüzyıldır çözülemeyen, otuz yıldır da silahla çözülemeyen sorunu siyasete, Meclis’e çekmek, böylece silahın yerini siyasetin almasını sağlamak gibi doğru bir amaçla yola çıktı.
Fakat PKK’nın, özellikle de KCK’nın totaliter mahiyetinin iyi bilinmesi, bu bilginin ışığında süreç boyunca PKK’nın hareketlerinin ve açıklamalarının dikkatle izlenmesi gerekirdi. Maalesef “Öcalan emir verir, olur” saflığıyla hareket edildi.
Şimdi olayların akışını, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları üzerinden takip edelim.
ERDOĞAN’IN SÖZLERİ
Çözüm sürecinde, PKK’nın ancak yüzde 20 oranında sınır dışına çekildiğini belirten Başbakan Erdoğan, hükümetin tavrını şöyle açıklamıştı: