Böylesine bir coğrafyada nasıl ayakta durabiliriz? Nasıl “gelişmiş ülke” olmanın gücüne ve huzuruna ulaşabiliriz? Nasıl, nasıl?...
Birinci Dünya Harbi’ni sonlandıran 1919 Paris Konferansı’nda hem Türkiye hakkında Sevr Anlaşması hazırlanmış hem bugünkü Ortadoğu haritası çizilmişti. Tarihçi Margaret MacMillan “Paris 1919” adlı kitabında, yüz yıl önceki Ortadoğu’yu şöyle anlatır:
“Orada tarih de din de coğrafya da insanları birbirine doğru değil, birbirinden uzağa doğru çekiyordu!...” (s. 390)
Bugün daha sıkıntılı...
İNDEKSLERDE TÜRKİYE
Bu soruyu TV’lerdeki bazı yorumcular da gündeme getirdi, bir takım imalarla.
Yaygın tekerlemeyi biliyorsunuz:
“Kim yararlandıysa, yapan ya da yaptıran odur!”
Komplo teorilerinde bu mantık yaygındır fakat her zaman doğru değildir. Katil intikam için adam öldürür, mirası ölenin çocuklarına kalır.
Olayların sebepleri konusunda “Kime yaradı, kime yaramadı?” diye zihnimizin içinde sebepler icat etmek yanlıştır. Olaylar zihnimizin dışında meydana geldiği gibi sebeplerini de zihnimizin dışındaki verilerde, bulgularda aramak gerekir.
TERÖRÜN AMACI
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın ile Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan sadece yeni anayasa demekle kalmayıp başkanlık sistemine vurgu yaptılar.
Fakat dikkat ettiniz mi, Başbakan Davutoğlu seçimlerde ve seçim sonrasında “başkanlık sistemi”ni bir tek defa olsun ağzına almadı. Niye?
Bunun birkaç cevabı var: Evvela, Davutoğlu sistem değiştirmenin ne kadar zor ve sıkıntılı bir süreç olduğunu bir akademisyen olarak gayet iyi bilir: Yüzyıldır parlamenter sistemde yerleşmiş siyasi ve kurumsal kavramlar, kültürler, teamüller değişeceği gibi, binlerce kanunu ve yönetmeliği değiştirmek gerekecektir.
Toplumun da kurumların da uyum sağlaması, ortaya çıkan sürtüşmelerin aşılması zaman alacaktır.
Önemli ve acil sorunları bulunan Türkiye’nin beşeri enerjisini bunun için israf etmeye gerek var mı?!
EKONOMİYE ETKİSİ
Baraja takılsaydı, Kürt meselesinde çözüm yerinin TBMM olduğu düşüncesi ciddi yara alacaktı.
Oylarını artırsaydı, hatta korusaydı 7 Haziran’dan sonra sergiledikleri KCK güdümlü çizgi güçlenecekti...
Şimdi hem “parlamento çatısı altında” yer aldılar, hem KCK yani Kandil yüzünden oy kaybettiklerini gördüler.
HDP’NİN OY KAYIPLARI
HDP, 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri arasında 1 milyon 140 bin oy kaybetti. Tabloda görüldüğü gibi, Türkiye genelinde HDP’nin oy kaybı 2.3 puan iken, Doğu ve Güneydoğu bölgelerindeki oy kaybı 7 puandır:
Seçim akşamı Konya ve Ankara’da yaptığı konuşmalardaki vurgular bu açıdan önemlidir. Elbette kalabalıkların heyecanına tercüman oldu. Aynı zamanda “kibir, kendini beğenmişlik, böbürlenme” gibi uyarılarda bulundu. “Vakur, ağırbaşlı, sakin” olunmasını istedi.
Seçim zaferinin geçici beyanları mıdır bunlar? Fakat Başbakan Davutoğlu seçimlerden önce de defalarca “lüks, şatafat, kibir, nepotizm” uyarıları yaptı. Hatta bunları “her siyasi harekette güçten kaynaklanan hatalar” olarak niteledi. (28 Ağustos)
Demek ki, bu tür ciddi sorunlar olduğunu, bunların gerilim yarattığını görüyor ve önlemek istiyor.
HUKUKA GÜVENEBİLMEK
Bir hukukçu olarak en çok altını çizdiğim husus, Davutoğlu’nun hukuk vurgusu yapmasıdır:
AK Parti’nin 7 Haziran’da oy kaybedip 1 Kasım’da kendisinin de umduğundan fazla oy almasının nedenlerine bu açıdan bakabiliriz.
-7 Haziran sürecinde iktidar “kibir” kavramıyla anılıyordu. Meclis’teki Yüce Divan oylamasında dört bakanın aklanması, saray, şatafat, seçim meydanlarında Cumhurbaşkanı’nın propaganda çalışmaları yapması, “400 milletvekili verin, başkanlık sistemini getirelim” söylemi... Bunlar endişe yaratmış ve “AKP’yi durdurmak” diye özetlenebilecek duygular toplumda yaygınlaşmıştı.
Nitekim “seçime katılmayanlar” içinde eskiden AKP’ye oy verenler çoğunluktaydı; bu defa oy vermemişlerdi... MHP’nin oyları da AK Parti tabanından gelenlerle yüzde 16’ya çıkmıştı. “Seni başkan yaptırmayacağız” sözü HDP’nin tırmanışında hayli etkili olmuştu.
1 KASIM KONJONKTÜRÜ
1 Kasım’da ise konjonktür tamamen değişmişti. Başkanlık sistemi AKP’nin seçim bildirgesinde geçiyor fakat Başbakan ve partiden hiç kimse ağzına almıyordu. Cumhurbaşkanı seçimlerde eskisi kadar faal değildi.
Nasır’lar, Kaddafi’ler, Mübarek’ler, Bin Ali’ler...
Hatta Kaddafi, “liberal demokrasi”yi yetersiz bularak, PKK’nın KCK örgütlenmesine ilham kaynağı olan “Cemahiriye” (cumhurlar, topluluklar) adlı totaliter mekanizmayı “doğrudan demokrasi” diye satmaya çalışırdı!
2015 yılında HDP’nin seçim bildirgelerinde bu totaliter sistem “demokratik özerklik, yerel yönetim” etiketleri
altında savunuluyor!
Çağımızda ülkelerin, hatta felsefi düşüncelerin bile itibarı, demokratik değerler konusundaki tavırlarıyla doğru orantılıdır.
İşte Türkiye’de AKP iktidarı, 2010’a kadarki bütün AB raporlarında övülürdü, 2011’den sonra otoriterleşme eleştirileri başladı, giderek artıyor.
MUAVİYE ÖRNEĞİ
Fakat önce, iktidar devlet gücünü kullanarak Anayasa’yı nasıl dolandı, ona bakalım.
Anayasa’nın özgürlüklerle ilgili birçok maddesi var. Ben sadece birini buraya alıyorum:
Madde 30– Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz.
Bu madde nasıl dolanılır? Hukukçularımız iktidara bunun yolunu gösterdiler: Kayyum tayin ettirirsiniz, kayyumlar yandaşlarınızdan seçilir, gazete ve TV şirketlerini kayyumlar “zapt ederler, işletilmekten alıkoyarlar!”
Evet, “güç” dengesiz ve denetimsiz olursa, “güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar” kanunu daha kolay gerçekleşiyor.
NİYE KAYYUM?