Nazilikte sözkonuşu olmayan “adalet” kavramını vurguluyordu... Bütün başkanlık sistemlerinin “pirüpak olmadığını” belirtiyordu. “Türkiye ve İsrail’in birbirine ihtiyacının olduğunu” söylüyordu ki bu en çok İslamcıları şaşırtmış olsa gerek.
Peki, bu Hitler’li sözü neden söyledi? İşte bunu anlamış değilim. Siyasal sistemleri incelediğini göstermek istemiş olabilir. Yine de en azından sürçülisan ettiğini kendisi de kabul etmiş olmalı ki, Saray’ın internet sitesindeki metinde o cümle çıkarıldı.
ASIL MESELE
Asıl üzerinde durulması gereken konu, Cumhurbaşkanı’nın başkanlık sistemini savunurken “kuvvetler ayrılığı” ilkesinden hiç bahsetmemesidir. Halbuki Başbakan Davutoğlu sürekli olarak kuvvetler ayrılığını vurguluyor.
Cumhurbaşkanı bu konuşmasında başkanlık sisteminin diktatörlüğe dönüşmemesi için iki ilkeden bahsetti. Biri sistemin “adalet dağıtması”, öbürü sistemde “halkını rahatsız eden bir yapının olmaması”.
Akıl ve insaf, bu sorunları kan dökmeden çözmeye çalışmayı gerektirir.
Bu genel doğrudan hareketle, HDP diyor ki, devlet oturup PKK ile anlaşsın, kan dökülmesin.
Ama bu denendi...
21 Mart 2013’te Öcalan’ın “Silahlı mücadele bitti, demokratik mücadele devrine giriyoruz” sözleriyle başlayan “çözüm süreci”nde devlet PKK’ya dokunmadı. PKK şehirlerde silah ve mühimmat depoladı...
Devlet, Öcalan’ın açıkça teşekkür ettiği “Müzakere Çerçeve Yasası”nı çıkardı. Yerel yönetimlerin yetkileri genişletildi. Başbakan Erdoğan “Gelişmiş ülkeler eyalet sisteminden korkmaz” diye konuşmalar yaptı. (29 Mart 2013)
Kürt dilinin kullanılması ve kimliğinin ifadesi üzerindeki hemen bütün yasaklar kaldırıldı...
Amaç, sorunu silahtan siyasete çekebilmekti. Peki PKK ne yaptı?
Fakat çok da iyimser değilim maalesef.
2015 yılında Suriye krizi derinleşti, yayıldı, en büyük zararı da Türkiye gördü. Rusya’nın Suriye’de kaba bir askeri kuvvet olarak sahneye çıkması Ortadoğu’da dengeleri büsbütün sarstığı gibi Türkiye’nin dış politika sorunlarını da ağırlaştırdı.
IŞİD terörü tınmandı. “Cihadizm” sorunu son derece önemlidir ve ayrı bir yazı konusudur. Türkiye açısından 2015’ten 2016’ya devreden en ağır sorun, Kürt meselesindeki tırmanıştır.
1920’LERDEN İTİBAREN
Türkiye’nin Kürt meselesi eskidir. Yeni devlet kurulurken bu sorun görülüyordu.
Başbakan, ihtilaf konusu olan bakanlık sistemini gündeme getirmiş fakat anlaşılan ısrarcı olmamış. Temel hak ve hürriyetlere aykırı 12 Eylül yasalarının ayıklanması, gazetecileri tutuklamanın yanlışlığı ve AB uyum yasaları gibi konularda iki partinin mutabakatı sevindirici bir gelişmedir.
Bu ilk adım; önümüzde inişli çıkışlı uzun bir yol var. Ben öncelikle adalet sorununa dikkat çekmek istiyorum.
‘YÜRÜTMEYLE UYUMLU’
Bizde yargı her devirde sorunlu oldu, tarafsız ve bağımsız olamadı, sadece el değiştirdi. “Yürütmeyle uyumlu” sözü yargının bugünkü sorunlarını özetliyor. Bakıyorsunuz, iktidar siyasi bir suçlama yapıyor, ardından yargı ona göre iddianame yazıyor.
İşte, Gezi olayları hakkında iktidar “darbeye teşebbüs” dedi, ardından Çarşı grubu hakkında “darbeye teşebbüs” suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis istemiyle dava açıldı!
İki liderin de iyi niyetine, samimiyetle uzlaşma arayacaklarına inanıyorum fakat maalesef iyimser değilim. İki temel sebepten...
Bu kadar kutuplaşmış, parçalanmış bir toplumda büyük çaplı uzlaşmaya dayanan bir anayasa yapmak zordur. Hatta anayasa şöyle olsun, böyle olsun diye kutuplaşmanın büsbütün keskinleşmesi riski bile vardır.
İki, iktidar gücüne sahip AKP, Türkiye’nin geldiği bugünkü fevkalade sıkıntılı duruma bakarak geçmişteki hatalarını gözden geçirip daha uzlaşmacı davranacak mı? Yoksa son yıllardaki baskıcı tavrını sürdürecek mi?
Maalesef, Demirtaş gibi çözüme katkısı olabilecek genç bir politikacı da kendi siyasi şahsiyetine sahip olmak yerine bu “ikili” yapı içinde kendini tüketiyor.
7 Haziran seçimlerinden önce Sayın Demirtaş “HDP’nin Türkiyelileşmesi” sorulduğunda şu cevabı veriyordu:
“Uzun süredir arzu ettiğimiz bir şeydi, ancak başaramıyorduk. Ağırlıklı olarak bizden kaynaklı bir daralma, eksiklik de vardı. Ama konjonktürün de etkisiyle o alan bize açıldı... Bundan geri gidiş mümkün değil... Kürtler tam da bunu istiyordu...” (1 Haziran)
Demirtaş aynı açıklamasında, HDP mitinglerinde Türk bayrağının görülmesini de “Kürt hareketinin normalleşmesi” olarak niteleyerek memnuniyetini ifade etmişti.
SEÇİM BİLDİRGELERİ
7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde oy almak için HDP’nin açıkladığı seçim bildirgeleri ile pazar günü imza koydukları
Bu, demokratik bir ülkede demokrasiye inanan bir kesimin Batılı anlamda özerklik istemesi değildir.
İçerideki terör örgütlenmesi ve güneyimizde Suriye’deki gelişmelerle bağlantılı, PKK’nın üst kurulu olan KCK’nın bir eylemidir.
“Kürdistan Topluluklar Birliği”nin kısaltılmışı olan KCK, Kandil’de 17 Temmuz 2005’te “KCK Sözleşmesi” adlı bir metni kabul etmişti. Diyarbakır’da ilan edilen bildiri, çok büyük ölçüde bu KCK Sözleşmesi’ndeki “Demokratik Özerklik” düzenlemesinden alınmıştır.
Suriye’de ‘Rojava’da PYD tarafından silahla kurulan “Kürdistan Topluluklar Birliği” rejiminin özyönetim ayağı, Türkiye’nin güneydoğusu için öngörülüyor. Olayın aslı budur.
KCK TİPİ ÖZERKLİK
Bir kesim Batı’ya odaklanarak Arap dünyasına mesafeli durmayı savunurken, öbür kesim Arap dünyasına olağanüstü önem verdi, bunu duygusal kavramlarla iç politikada da kullandı.
Şimdi Türkiye’ye yönelen risklerin önemli bir bölümü Ortadoğu’dan geliyor; Suriye ve Irak sorunları gözler önünde.
Önceki gün Arap Birliği, Türkiye’yi Musul’da askeri eğitim birliği bulundurduğu için “kınayan” bir bildiri yayınladı!
Aynı gün Irak Kürt Bölgesi Yönetimi’nden Nazım Herki, yaptığı açıklamada Bağdat hükümetinin “PKK’yı Irak’ta silahlandırıp Haşdi Şabi adlı Şii milis gücü bünyesine sokmaya çalıştığını” ifade etti.
Rusya’nın rolünü de hiç akıldan çıkarmamak gerekir.
ARAP BİRLİĞİ