Paylaş
Aygün’le görüşmelerim tamamen bir gazetecilik faaliyetiydi.
Son satışı için havuz oluşturulduğu gerekçesiyle 25 Aralık operasyonuna konu olan Sabah grubu, o günlerde TMSF tarafından Çalık grubuna satılmıştı.
1.1 milyar dolarlık satış bedelinin 750 milyon doları kamuya ait Vakıf ve Halk bankalarından sağlanan kredilerle ödenmişti.
Önemli bir kaynağım, “Halkbank genel kurulu yapıldı ve bu krediye itiraz eden 2 üye tasfiye edildi” bilgisini verdi.
BİR HABER GÖRÜŞMESİNİN SONUÇLARI
Şirketlerin genel kurul karar ve sonuçları ticaret odalarına bildirildiği için konuyu Sinan Aygün’e sordum.
20 ve 21 Mayıs 2008 günleri yaptığım üç görüşmem de, geyik sohbeti bölümleri hariç, tamamen bu konuyu içeriyordu.
Üçüncü görüşmemizden anlaşılacağı üzere istihbarat doğru çıkmamıştı; ben de bu nedenle bir şey yazmadan konuyu kapattım.
25 Mart 2009 günü açıklanan iddianamede, bu tapeleri görünce 30 Mart’ta gazeteciliğin giderek zorlaştığını anlatan bir yazı kaleme aldım.
İktidar kaynaklı baskıları aktardıktan sonra, o iddianamede ne aradığımı anlayamadığımı belirtip şu ifadeyi kullandım:
“Demek ki bazı savcılarımız da artık gazetecilik yapılsın istemiyor.”
Yine de savcının bir bildiği vardır diye düşünmeden edemedim, ama gelin görün ki dava süreci savcının bir bildiğinin olmadığını ortaya koydu.
Çünkü, Aygün’e o görüşmeler sadece polis sorgusunda soruldu, O da Halk Bankası’yla ilgili yukarıda aktardığım bilgileri verdi.
O tapeleri iddianameye koyan savcı (Zekeriya Öz) ise sorgu için karşısına geçen Aygün’e görüşmelerle ilgili tek soru yöneltmedi.
KALIN OLMASI İÇİNMİŞ
Aygün, savcıdan sonra nöbetçi yargıcın önüne çıktı, ilerideki günlerde mahkeme üyesi olan o yargıçtan (Sedat Sami Haşıloğlu) da tek soru gelmedi.
Sıra mahkeme huzurunda yapılan sorgu ve savunmalara geldiğinde de ne yargıçlar, ne savcılar, ne müdahil avukatlar ne de diğer sanık ve avukatlar bu tapelerle ilgili tek soru sormayı akıl etti. Nihayetinde ise gerekçeli karar çıktı, hem de 16 bin 798 sayfaydı.
Yargı aşamasında hiç anımsanmayan bu üç tape o uzun gerekçede yeniden boy gösterdi.
Artık, “Yargıçların bir bildiği olsa gerek” demek de mümkün değildi, çünkü tapelerle ilgili Aygün’e veya başka bir sanığa tek suç isnadı yapılmamıştı.
Geride tek seçenek kaldı, demek ki gerekçeli kararın kalın olması içinmiş!
NOT: Pazartesi günkü yazımda, CHP milletvekillerinin Hadımköy’de bir fabrikadaki greve polis müdahalesinde orada olmadıklarını yazmıştım. Oysa Süleyman Çelebi başta olmak üzere, CHP’liler, o grevle her aşamada yakından ilgilenmişler. Yine de şu görüşümü koruduğumu söylemeliyim: 12 Eylül öncesinde 2 milyonu aşan sendikalı işçi sayısı bugün 700 bin dolayındadır. CHP’nin işçi oyu da düşük düzeylerde seyrediyor. Hem CHP hem de demokrasi için bu sorunu gidermenin yolu toplumun böylesi tüm geniş kesimlerinin güçlü ve dev örgütlere kavuşmasıdır. Bu mücadelenin en büyük destekçisi de sol/sosyal demokrat iddiasındaki CHP olmalı.
Paylaş