Paylaş
Üç gün önce yargılanmadan tutuklanan Namık Kemal ve dört arkadaşı sürgüne gönderilmektedir. Gizlilik içinde ‘Mısır’ adlı gemiye bindirildiler. Namık Kemal güverteden son kez İstanbul’a bakar. Sanır ki, bu adaletsizliğin önüne geçmek için tüm şehir ayağa kalkmıştır. Limanda kimseler yoktur. Oysa daha bir hafta önce, halk İstanbul’da ‘Fedai Kemal, Fedai Kemal’ diye sevinç gösterileri yapmıştır...
“HÜRRİYET” (Hurriet) Gazetesi’nin isim babası.
Bir dizi ifade ve kavramı Türkçeye kazandırdı:
Vatan, millet, vicdan, inkılap, ihtilal, siyasiyat, matbuat, hükümet, hayal, heyecan ve niceleri.
21 Aralık 1840’ta doğdu.
19 yaşında Tasvir-i Efkâr’da gazeteciliğe başladı.
25 yaşında Tazminat ve Islahat Fermanı’nı yetersiz bulan ilk gizli siyasi örgüt “Yeni Osmanlılar Cemiyeti”nin kuruluşuna katıldı. Anayasa’yı ilan etmezse Sultan Abdulaziz’i tahtından indireceklerdi. Aralarındaki bir muhbirin ele vermesiyle, Ziya Bey ile yurtdışına kaçtı. “Hurriet”i Londra’da çıkardılar.
MAKALE YASAĞI
24 Kasım 1870...
Padişah tarafından affedildiler, İstanbul’a döndüler.
Süleyman Nazıf’ın dediğine göre; Avrupa’ya bıçak gibi gitmiş, ustura gibi dönmüştü. Montesquieu ve Rousseau’dan etkilenmiş, Cumhuriyet kavramıyla tanışmıştı.
Arkadaşı Ebuzziya Tevfik’in çıkardığı “Hadika” Gazetesi’nde yazmaya başladı. Yazılarının altına başmuharrir anlamına gelen “B.M.” kısaltması koyuyordu.
Çünkü:
Affedilmesinin tek koşulu vardı: Siyasetten uzak duracak ve yazı yazmayacaktı.
Yazmayacağı bir hayatı hiç düşünemiyordu.
Üvey dayısı Mahir Bey ile “İbret” adlı gazeteyi aldılar.
“Hadika” ve “İbret”te devlet yönetimini eleştiren makaleler kaleme aldı. Her iki gazete de “adab-ı devlet-ü hükümet”e aykırı yayın yapmaktan kapatıldı.
Namık Kemal İstanbul’dan uzaklaştırılmak için Gelibolu’ya mutasarrıf olarak gönderildi. Burada fazla kalamadı, üç ay sonra İstanbul’a döndü. Ancak gazetecilik yapacak olanakları yoktu. Durmadı; bir tiyatro eseri yazdı: “Vatan Yahut Silistre”.
GÖSTERİ YAPILIYOR
1 Nisan 1873.
Gedikpaşa Tiyatrosu’nda “Vatan Yahut Silistre” sahneye konuldu. Vatanı sevmenin onu korumak olduğunu anlatan oyun, halkı duygulandırıp coşturdu. Halk, “Yaşasın vatan”, “Kemal Bey çok yaşa” diye bağırdı. Sevinç gösterileri bununla kalmadı, sokağa çıkıldı.
Tiyatro afişi altında oyunun yazarı olarak “Fedai Kemal” adı yazılıydı. Gençler ellerinde meşaleler, ağızlarında “Fedai Kemal” sloganlarıyla yürüyüş yaptılar.
Oyunun ikinci temsili daha da görkemli oldu.
Nuri Bey, Bereketzade İsmail Hakkı Bey oyunu öven makaleler yazdılar. Saray gelişmelerden rahatsız oldu.
Beş gazeteci, Namık Kemal, Nuri Bey, Bereketzade İsmail Hakkı, Ahmet Mithat, Ebuzziya Tevfik tutuklandı. Mahkemeye bile çıkarılmadılar; haklarındaki karar sürgündü. Neyle suçlandıklarını bilmiyorlardı. Suçlarını ve aldıkları cezayı 9 Nisan’da “Mısır” adlı gemiye çıktıklarında, Binbaşı Bahri’den öğrendiler.
Gerekçe “Vatan Yahut Silistre” değildi(!); gerekçe gazetecilik yapmak ve zararlı yayın bulundurmaktı...
SON BİR BAKIŞ
Namık Kemal büyük güvenlik önlemleriyle gizlilik içinde getirildikleri “Mısır” gemisinin güvertesinden, son kez İstanbul’a baktı. Sanıyordu ki daha bir hafta önce “Fedai Kemal” diye bağıranlar limanı doldurup, bu adaletsizliğe engel olacaklardı.
Limanda kimseler yoktu...
“Mısır”ın rotasını ise bilmiyorlardı.
Ahmet Mithat ve Ebuzziya Tevfik Rodos’ta indirildi; sürgün yeri bu adaydı.
Namık Kemal Kıbrıs’a götürüldü; sürgün yeri Magosa’ydı.
Diğer iki gazeteci ise Akka’ya teslim edildi.
Onlar için, Osmanlı sınırları içinde nam salmış ünlü sürgün yerlerindeki kaleler seçilmişti. Cezalarının belli bir süresi yoktu. Islah olununcaya kadar devam edecekti.
ZORLU GÜNLER
Namık Kemal’in Magosa Kalesi’ndeki sürgün hayatı 38 ay sürdü. Mezara benzeyen küçük taş hücre yaşanacak yer değildi. Kale topçular için yapılmıştı, oturulmuyordu. Rutubetten ve soğuktan mustaripti. Pek çok kez sıtmaya yakalandı, kuyu suyu içti. Yiyecekler çok pahalıydı.
Adada bir süvari yüzbaşısı, dört süvari ve iki topçu erinden oluşan yedi kişilik bir güvenlik vardı. Kapısının önünde iki nöbetçi bulunuyordu. Yalnızdı. Yılanlarla, kertenkelelerle, fare ve pirelerle arkadaş oldu. Karınca besledi.
Magosa’da en çok olan, zamandı; tüm uğraşını edebiyata ayırdı. “Akif Bey”, “Gülnihal”, “Zavallı Çocuk”, “Kara Bela” gibi önemli eserlerini burada yazdı. Sürekli ailesine, dostlarına mektuplar kaleme aldı. Tesellisi, gelen mektuplar ve kitaplardı. Edebiyat, sıkıntılarını azalttı. Bir de çığlık niteliğinde yazdığı şiirler vardı. Yaşadıklarından dolayı kuşkusuz üzgündü, ailesinden, dostlarından ve gazetecilikten uzaktı. Ailesi parçalanmıştı, maddi sıkıntıları vardı.
Ama...
Çektiği sıkıntılar onun inandığı yoldaki gücünü ve kararlılığını pekiştirdi. Kendine olan güveni daha da arttı. En muhalif yazılarını bu dönemde kaleme aldı. Pişmanlık duymadı hiç. Moralini yüksek tuttu. Hürriyet yolunun zorlu olduğunu biliyordu. Ülkesinin içinde bulunduğu koşullara kayıtsız kalmak istemedi. Bu nedenle dirençliydi. Hayatı boyunca bireysel kurtuluşu hiç düşünmedi; bunu onursuzluk saydı hep.
SÜRGÜNDE ÖLÜM
Tarih: 23 kasım 1876.
101 pare top ateşiyle Anayasa ilan edildi. Tahta Sultan V. Murad geçti. Namık Kemal’in sürgün cezası bitti.
Fakat...
İstanbul’da fazla kalamadı, tahta çıkan Sultan II. Abdülhamid meclisi lağvedip, anayasayı kaldırdı.
Namık Kemal bu kez Midilli’ye sürgüne gönderildi.
Sonra sürgün hayatı Rodos’ta devam etti.
Ve... 48 yaşında öldü.
Bu kadar genç yaşta ölmesinin sebebi sürgün hayatında yaşadığı zorluklardı.
Söyler misiniz şimdi: Namık Kemal’i kim öldürdü?
Suikast sadece silahla, bombayla olmaz...
Namık Kemal cinayete kurban gitmiştir.
Mezarı, vasiyeti gereği Balayır’da. Mezarını Tevfik Fikret tasarladı. Ölümünden kısa süre önce yazdığı dizeleri o günlerde kimse mezar taşına yazamadı:
“Ölürsem görmeden millete ümid ettiğim feyzi;
Yazılsın seng-i kabrimde;
Vatan mahzun, ben mahzun.”
Namık Kemal okudu, hapse atıldı
TARİH: Ocak 1905.
Yer: İstanbul.
Sirkeci’de bir eve askerler operasyon düzenledi. Evin kiracıları olan Harp Akademisi’nden yeni mezun iki yüzbaşı gözaltına alındı. İkisi de 24 yaşındaydı.
Baskın düzenleyen askerlerin dikkatini evde bulunan kitaplar çekti. Avrupa’da basılan çeşitli dergi ve gazetelerden kesilmiş kupürler de vardı. Kupürlerin kenarlarında aynı subay tarafından yapılmış yorumlar ve bazı notlar yazılıydı. Ayrıca kitaplar tehlikeliydi; Namık Kemal’in eserleriydi! Hepsine el koyup, bir çuvala doldurdular.
Subaylardan birinin bir konferans metnini hatırlatan yazılarına da el konuldu.
İki subay evin aranması bittikten sonra Bekirağa Bölüğü olarak bilinen, zamanın siyasi tutuklularının kaldığı (bugünkü Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesi ana kampusu içinde bulunan) cezaevine götürüldü.
Evdeki subaylardan birinin adı İsmail Hakkı idi.
Diğeri ise Kolağası Mustafa Kemal...
MUSTAFA KEMAL BEKİRAĞA ZİNDANINDA
Gözaltına alınan subay sayısı dörttü. Bunlardan biri de Ali Fuad (Cebesoy) idi.
Mustafa Kemal ve Ali Fuad askeri liseden beri çok yakın arkadaştı. Öyle ki, ailesi Selanik’te olan Mustafa Kemal hafta sonları sık sık arkadaşı Ali Fuad’ın Salacak’taki evlerine giderdi. Ali Fuad’ın babası İsmail Fazıl Paşa dönemin önemli askerlerinden biriydi. Mustafa Kemal’i çok severdi. Öyle ki bir defasında oğlu Ali Fuad’ı, Mustafa Kemal ile arkadaşlık yaptığı için kutladı. Çünkü İsmail Fazıl Paşa, Mustafa Kemal ile yaptığı fikir tartışmalarından hep keyif aldı.
Mustafa Kemal ve Ali Fuad kitap okumaya, dünyada neler olduğunu öğrenmeye meraklıydılar. Bekirağa zindanının olumsuz koşullarında bile kitap okumayı sürdürdüler. Ot minderler üzerinde yattılar, soğuğa, açlığa katlandılar.
Ve nihayet niye gözaltına alındıklarını öğrendiler: Sultan II. Abdülhamid’e bombalı saldırı planlamak!
Şoke oldular...
İHBARCI ZABİT FETHİ
Günler sonra Mustafa Kemal mabeynde sorguya alındı.
Sorgucunun yanındaki bir eski zabit, suçlamadan daha büyük bir şaşkınlık geçirmesine neden oldu.
Çünkü bu eski zabit, askerlikten atılmış biriydi. Yatacak yeri, ekmeği olmadığını belirterek kendini acındırmış, aralarına katılmıştı. Bu eski zabit, evdeki toplantıların müdavimi, hatta zaman zaman evlerinde kalan, arkadaş sandıkları Fethi’ydi.
Fethi artık hafiyeydi, Yıldız Sarayı’nın gizli polis teşkilatına katılmıştı.
Mustafa Kemal’in evde arkadaşlarıyla yaptıkları toplantılarda neler konuştuklarını jurnal etmişti.
Peki, Mustafa Kemal evde neler konuşmuştu?
- Tarihte inkılâplar, önce aydın kişilerin kafasında fikir halinde doğmuş, zamanla toplumu sarmıştır.
- Başka milletlerin şairleri, aydınları çalışıp milletlerini uyarırlarken nerede bizim mütefekkirlerimiz, nerede bizim şairlerimiz? Bizim bir Namık Kemal’imiz var. O, Türk milletinin yüzyıllardan beri beklediği sesi verdi. Fakat ne şiirlerini, ne konuşmalarını okuyabiliyoruz. Bu milletin tarihinin bir yönünü belirten “Vatan Yahut Silistre” piyesini bile temsil ettirmediler.
- Türk-Yunan Savaşı’nda bu donanmayı Haliç’ten çıkamayacak hale getirmek suç değil midir? Millet padişahından neden hesap sormamaktadır? Bir hıyanet olan bu davranışlarda bulunan bir insanı Fatih’lerin, Yavuz’ların torunu olarak kabul etmek mümkün müdür?
Mustafa Kemal’in, evdeki konuşmalarında ülkenin ve ordunun zavallı durumuyla ilgili sorumlu tuttuğu kişi II. Abdulhamid idi.
Bu nedenle muhbir Fethi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının padişahı bombayla öldüreceklerini jurnallemişti.
Güya Mustafa Kemal Hırka-ı Şerif ziyareti sırasında II. Abdulhamid’in arabasına bomba atacaktı!
Tarihi bile belliydi. Ramazanın 15’i!
Aslında ortada ne bomba vardı, ne de böyle bir konuşma olmuştu.
Evde iki “delil” vardı:
Biri evdeki, vatanı kurtarmayı amaçlayan konuşmalar.
Ve...
GAZETE ÇIKARMIŞTI
Mustafa Kemal’in II. Abdulhamid’e bombalı saldırı yapacağına inanılmasının ikinci karinesi, Harp Akademi’sinde öğrenci iken gazete çıkarmasıydı!
Bu “gazete” aslında, elyazısıyla çoğaltılan basit, tek sayfalık fasikül idi. Yazıları genellikle Mustafa Kemal kaleme alıyordu. Makaleler hürriyet, vatan, Namık Kemal’in Cumhuriyet düşünceleri üzerineydi.
Sorgucular kararı verdi:
Evde memleketin geleceğini konuşan, daha okulda iken hürriyet talep eden yazılar kaleme alan Mustafa Kemal bombacı bir teröristti!..
Mustafa Kemal ve Ali Fuad’ın geleceği, devrin karanlık istihbaratının gölgesi altındaydı. Bu sadece mesleklerine değil hayatlarına bile mal olabilirdi. Kuşkusuz başlarına bir “bela” gelebileceğini öngörüyorlardı; çünkü birçok arkadaşları hürriyet istedikleri, gazete, kitap okudukları için okuldan atılarak sürgüne gönderilmişti.
Ama şimdi Mustafa Kemal ve Ali Fuad terörist olmakla itham ediliyordu. Zor durumdaydılar...
OKUL KOMUTANININ ÇABASI KURTARDI
Evet, onlar hürriyet istiyorlardı.
Evet, onlar ülkelerinin yıkılmakta ve dağılmakta olduğunu görüyorlardı.
Ama onlar terörist değildi.
Buna iki kişi inandı:
Biri, İsmail Fazlı Paşa idi. Ali Fuad’ın babasıydı. Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’nin (Genelkurmay) önemli subaylarındandı.
Diğeri Harp Akademisi Komutanı Ali Rıza Paşa’ydı.
İki paşanın araya girmesiyle Mustafa Kemal ve Ali Fuad’ın Bekirağa zindanındaki esaretleri iki ay sonra bitti.
Çünkü iddialar, hiçbir kanıta dayanmayan, ikbal beklentisi içindeki muhbir Fethi’nin senaryosundan ibaretti. Ortada zaten bomba filan da yoktu.
Buna rağmen iki yüzbaşı sürgüne gönderildi.
Mustafa Kemal Şam’a, Ali Fuad Beyrut’a tayin oldu.
Ne yazık ki, Harp Akademisi’ni 5. ve 8.’likle bitiren iki başarılı yüzbaşı, sırf hürriyet isteyip, ülkenin geleceğini konuştukları için mesleklerine sürgünle başladı.
Ama özgürlük taleplerinden hiç vazgeçmeyeceklerdi, ölene kadar...
Paylaş