YIL: 1902.Yer: İstanbul-Beşiktaş Serencebey Mahallesi’nde bir konak.Konağın bahçesinde devrin ileri gelenlerinin genç çocukları spor yapıyorlardı.
Kimi jimnastik hareketleri yapıyor, kimi güreşiyor, kimi de halter kaldırıyordu.
Devir, Sultan
II. Abdülhamid devri; bırakın idman yapmayı-sporu; iki kişiden fazla insanın yan yana gelmesine kuşkuyla bakılan bir dönemdi.
Her yanda hafiyeler dolaşıyordu. Saraya jurnal mektupları yağıyordu.
Böylesine bir ortamda, Yıldız Sarayı’nın hemen yanındaki Serencebey’deki bir konakta gençlerin bir araya gelmesi kuşkusuz hemen ihbar edilmişti.
Sporcu gençler;
Nazım Nazif (Ander),
Ahmed Fetgeri (Aşeni),
Mehmed Ali Fetgeri (Aşeni),
Hüseyin (Bereket)
Cemil, (Tayyareci)
Fehmi, Mehmed Şamil, Haydar, Şevket gibi gençler gözaltına alınıp Yedi-Sekiz Hasan Paşa komutasında ünlenmiş Beşiktaş Karakolu’na götürüldüler.
Gençler karakolda bir köşede korkudan titriyorlardı.
İçlerinde bahriyeli
Ahmed Fetgeri gibi askeri öğrenciler de vardı.
Karakol görevlileri ise şaşkındı. İhbar edilen gençlerin hemen hepsi eski saraya yakın ailelerin çocuklarıydı.
Örneğin, basılan konağın sahibi Medine Muhafız Komutanı
Ferik Osman Paşa’ydı. Oğlu
Mehmed Şamil ve yeğeni
Hüseyin (Bereket) gözaltına alınanlar arasındaydı.
Keza
Fetgeriler, Gürcistan tahtına kadar yükselmiş, daha sonra İstanbul’a göç etmiş, saraya yakın durmuş bir ailenin çocuklarıydı.
Neyse ki iş sonunda anlaşıldı. Gençler sadece beden hareketleri yapıyorlardı; o dönem kötü gözle bakılan futbol bile oynamıyorlardı! Seryaver
Mehmed Paşa’nın çabalarıyla gençler sürgüne gitmekten kurtuldular. Padişah affetmişti. Üstelik...
Saray, gençlerin beden hareketleri yapmasına izin vermişti. Korktukları olmamıştı.
Hatta o günden sonra, Sultan
Abdülmecid’in oğlu
Abdulhalim Efendi ve Sultan
Mehmed Reşad’ın oğlu Ömer
Hilmi Efendi de gençleri destekledi; sık sık onları ziyaret etti.
Sarayın desteğini alan gençler, 1903 Mart’ında Bereket Jimnastik Kulübü’nü kurdular.
İlk başkan da konağın sahibi
Ferik Osman Paşa’nın oğlu
Osman Şamil oldu.
O yıllar;
Recaizade Mahmud Ekrem’in ölümsüz eseri
"Araba Sevdası" romanında yazdığı gibi Batı özentili davranışların moda olduğu dönemdi. Bu dönemin gösteriş sembolü ise atlı arabalardı.
Bereket Jimnastik Kulübü’ne gençler arabayla gidip geldikleri için halk bunlara
"arabalılar takımı" adını verdi.
Bereket Jimnastik Kulübü’nün kuruluş öyküsü böyleydi.
Takımın kaderini 31 Mart 1909 gerici ayaklanması değiştirecekti.
İlerici Hareket Ordusu’nun takımı1908 Temmuz Devrimi’ne (II. Meşrutiyet) karşı çıkan yobazlar, İstanbul’da ayaklandı.
İsyanı bastırmak için (aralarında
Mustafa Kemal’in de bulunduğu) Hareket Ordusu, Selanik’ten yola çıktı.
Osmanlı aydınlanmasının simgesi Hareket Ordusu’na Edirne’de de subaylar katıldı.
Bunlardan ikisi,
Fuat (Balkan) ve
Mazhar (Kazancı) adlı subaylardı.
İkisi de sporcuydu.
Fuat (Balkan) eskrim yapıyordu;
Mazhar (Kazancı) ise güreş ve halterle ilgileniyordu.
İstanbul’daki gerici ayaklanma bastırıldıktan sonra bu ilerici subaylar, Bereket Jimnastik Kulübü’ndeki gençlerle tanıştılar. Onlara birlikte spor yapma fikrini götürdüler.
Sarayın
"arabalılar takımı" teklifi kabul etti.
Ancak...
Devrimci subayların teklifiyle Bereket Jimnastik Kulübü’nün adı Beşiktaş Jimnastik Kulübü olarak değiştirildi.
Fuat’ın
(Balkan) Beşiktaş Ihlamur’daki evinin altındaki yer, yeni kulüp binası oldu.
Zamanla sporcu sayısı arttı; Ihlamur’dan Akaretler’deki 49 numaraya gelindi. Bir müddet sonra da 84 numaraya taşınıldı. Gençler bu binaların arkalarındaki bahçelerde jimnastik, eskrim, güreş, halter, boks yaptılar. (Bu bahçelerin bazıları günümüzde İstanbul’un en gözde lokantalarına ev sahipliği yapıyor.)
Fuat’ın (Balkan) kulübe getirdiği ilerici subaylar arasında Dolmabahçe güvenliğinden sorumlu, eskrimci Yüzbaşı
Şeref de vardı. BJK’nın eskrim takımının kaptanıydı.
Kardelenlerin manevi annesi
Türkan Saylan için
"onurumuzdur" pankartını açan Çarşı Grubu, kuşkusuz Yüzbaşı
Şeref’i iyi tanıyordu.
Çarşı, duyarlı duruşunu/tavrını Yüzbaşı
Şeref’ten
/Şerefler’den miras almıştı. Nasıl mı?
Kurtuluşun simgesi KardelenSavaş kaybedilmiş ve İstanbul işgal edilmişti.
Yüzbaşı
Şeref, Mondros Ateşkes Antlaşması gereği Dolmabahçe önünde 120 askeriyle birlikte silahlarını teslim etti.
Silahını teslim etmek Yüzbaşı
Şeref’e çok ağır geldi. Ne yapacağını bilememenin çaresizliğiyle birkaç gün İstanbul sokaklarında dolaşıp durdu.
Bir gün...
Beşiktaş’ta balıkçı kahvesinde otururken yanına bir balıkçı geldi, okuma yazması olup olmadığını sordu. Teknesinin adını yazdırmak istiyordu.
Yüzbaşı
Şeref, balıkçının elindeki boyayı aldı ve sordu: Teknenin adını ne?
Balıkçı gülen gözleriyle,
"Kardelen" dedi!
Yüzbaşı
Şeref’in, Harp Okulu’nda öğrendiği
"hat" ile yazdığı
"Kardelen" ismi, balıkçının çok hoşuna gitti.
"Ağam sana bir borcum var" dedi.
Yüzbaşı
Şeref işini bitirince divan kurulu üyesi olduğu Beşiktaş Jimnastik Kulübü’ne gitti.
Morali düzelmemişti; işe yaramaz olduğuna karar verip intihar etmeye karar verdi; kulübün tavan arasına sakladığı baba yadigárı tabancasına sahibi olduğu tek mermiyi sürdü.
Tabancayı şakağına dayadı. Tam sıkacakken Bahriye Subayı
Ahmed Fetgeri (Aşeni) odaya daldı.
Hemen silahı Yüzbaşı
Şeref’in elinden kaptı. Arkadaşının koltuğunun altına girip alt kata indirdi; çay ikram etti.
Arkadaşının bu çaresizliğini yok edecek bilgiyi verdi:
Mustafa Kemal ve arkadaşları Samsun’a gitmişlerdi. Umut Anadolu’dan doğuyordu.
Yüzbaşı
Şeref bu sözlerle kendine geldi.
Ahmed Fetgeri Bey’e sarıldı; son mermisini düşmana karşı kullanacağına dair söz verdi. Anadolu’ya gidecekti.
Aklına Kardelen adlı tekne geldi. Balıkçı İneboluluydu, Rum meyhanelerine balık getirmişti ve ertesi sabah memleketine dönecekti.
Yüzbaşı
Şeref hemen hazırlanmaya başladı. Tabancasını beline sokup tam kulüpten çıkacakken
Ahmed Fetgeri elinde küçük bir torbayla karşısına çıktı.
"Bunu da al" dedi.
"Ama söz ver, Anadolu’ya gidinceye kadar içine bakmayacaksın..."
Yüzbaşı
Şeref, küçük Kardelen Teknesi’ne binip yüzlerce subay gibi gizlice Anadolu’ya gitti; Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Gazi oldu.
Torbada ne mi vardı?
İstanbul’da azınlıkların futbol takımları Pazar Ligi maçları oynardı. Beşiktaş futbol takımı bu lige kabul edilmek için ısrarla başvurmuş ama hep reddedilmişti. Sonunda Beşiktaş,
"Türk İdman Birliği" adı altında Türk takımlarının mücadele ettiği bir lig kurdu. 1919’da bu ligin ilk şampiyonu oldu. Ödülü ise
"Ertolhd" marka bir futbol topuydu.
Yüzbaşı Şeref’in torbasında işte bu futbol topu vardı!..
Ahmed Fetgeri, Beşiktaş’ın ilk kupa ödülünü Anadolu’ya göndermişti.
Bitmedi; olayın diğer kahramanı
Ahmed Fetgeri iki dönem BJK başkanlığı yaptı. Ve; 19 Mayıs’ın
"Gençlik ve Spor Bayramı" olarak kutlanılmasını ilk öneren isim oldu.
Tüm bunlar rastlantı mı?
Beşiktaş taraftarı, bu devrimci tarihinden koparılıp toplumsal sorunlara sırtını dönen bir seyirci haline getirilebilir mi?
İşte Çarşı, bu mirasa sahip çıkmaktadır...
19 Mayıs Bayramı yalanı
BUGÜNLERDE sıkça söylenir-yazılır oldu;
"19 Mayıs Bayramı’na ne gerek varmış; çocuklar çile çekiyormuş; zaten Atatürk’ün yaşamının son yılında biraz da zorlamayla bayram ilan edilmiş" vs. vs.
Bunları iddia edenler, kendi yaşadıkları toprağın ne kültürünü ne de tarihini biliyor.
Bir anımı anlatmalıyım:
Yıllar önce CNN TÜRK haber toplantısında, lise öğrencilerinin 19 Mayıs’ta çile çektikleri ve bu nedenle bu ulusal bayrama gerek olup olmadığı tartışıldı.
Bayrama karşı çıkanlar, İstanbul’un iyi okullarında okuyan öğrencilerdi. Ve ne yazık ki CNN TÜRK editörleri arasında aynı görüşü paylaşan meslektaşlarımız vardı.
Hiç unutmam dedim ki:
"19 Mayıs’ın bırakın ülkemiz tarihini, sömürgelikten kurtulmaya çalışan milletler için ne kadar önemli olduğu konusuna yabancılaşmış olabilirsiniz. Ancak: Erzurum’da, Trabzon’da, Yozgat’ta, Van’da ve nice bölgelerde bir genç kızın yaşamı boyunca ilk kez renkli-canlı giysiler giyip, arkadaşının elini tutarak, dans ederek şölen havasında kutlama yaptığını biliyor musunuz?"Hayır, hiç böyle düşünmemişlerdi. Onların kafasındaki Türkiye, Nişantaşı-Bebek vs. idi.
Yoksa böylesine anlamlı bir ulusal bayrama insan neden karşı çıkar? Yobazları, Cumhuriyet devrimleri karşıtlarını anlayabiliyorsunuz. Ya bunları?
Zaten bunlar değil midir; mahalle baskısının olmadığını söyleyenler!
Neyse, asıl yazmak istediğim bunlar değil, 19 Mayıs’ın bayram ilan edilmesiyle ilgili yalan yanlış bilgiler verenlerdir; bunlara sorgusuz sualsiz inananlardır.
Ve görünen o ki, bu çevrelerin hiçbiri tarihimizi bilmiyor.
En azından 19 Mayıs Bayramı törenlerinde gençlerin neden beden eğitimiyle ilgili gösteriler yaptıklarını bile düşünmüyorlar!
Tarih, 12 Mayıs 1916.
Kadıköy İttihatspor (bugünkü Fenerbahçe) sahasında Darülmuallimin (Erkek Öğretmen Okulu) öğrencileri, öğretmenleri
Selim Sırrı (Tarcan) nezaretinde Osmanlı tarihinde ilk kez toplu halde beden terbiyesi gösterisi yaptı.
"Jimnastik Şenlikleri" adı verilen bu tören öğrencilerin yürüyüşüyle başladı. En önde bayrağı taşıyan öğrenci
Ruşen Eşref (Ünaydın) idi.
Gösterilere katılan öğrenciler arasında,
Münir Hayri Egeli, Hıfzırrahman Raşid Öymen, Nizameddin Kırşan, Aziz Berker, İsmail Hakkı Tonguç, Hayri Ardıç, Hamid Koşay gibi ileriki yılların ünlü isimleri vardı.
Bu tarihten sonra
Selim Sırrı Bey’in yurda tanıttığı
"İsveç Jimnastiği" hızla diğer okullara da yayıldı. Ve her yıl bu gösteriler mayıs ayının üçüncü cuma günü,
"Jimnastik Şenlikleri", "Mektepliler Bayramı", "İdman Bayramı", "Jimnastik Bayramı" adı altında düzenlendi.
Gösteriler Cumhuriyet’in ilanından sonra da sürdü.
Günü değişmekle birlikte hep mayıs ayı içinde yapıldı.
1936 yılında
"İdman Bayramı" şenlikleri ilk kez 19 Mayıs gününe denk geldi.
20 Haziran 1938 tarihli
"ulusal bayram ve genel tatiller hakkında 2739 sayılı kanuna ek kanun"la, Gazi
Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığı 19 Mayıs (1919) günü Gençlik ve Spor Bayramı olarak ilan edildi.
Yani... 19 Mayıs Bayramı değişik isimlerle 22 yıldır yapılıyordu.
Yazdım: 19 Mayıs şenliklerinin gençliğe mal edilmesi için, spor kongresinde
"Gençlik ve Spor Bayramı" teklifini ilk kez Beşiktaşlı
Ahmed Fetgeri Aşeni verdi.
Çarşı, 19 Mayıs Bayramı’nı da her yıl büyük bir coşkuyla kutlamalıdır.
Çünkü onun bayramıdır...
İki büyük saptırmaBUGÜN sayfayı düzeltmelere ayırdık gibi...
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinin üzerinden 49 yıl geçti.
Bu yıl da her siyasal çevre kendi ideolojik safına göre tavır takındı; ona göre yazdı; ona göre konuştu.
Fakat bu arada yine tarihsel maddi hatalar yapıldı.
Son dönemde özellikle TV ekranlarında sık sık,
"Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir uygulama yok" genellemesiyle karşılaşıyorum.
Örneğin; deniyor ki,
"Hiçbir demokratik ülkede başbakan idam edilmedi.".Halbuki demokrasinin beşiği sayılan Fransa’da bile başbakan idam edildi.
15 Ekim 1945’te Başbakan
Pierre Laval iki haftalık jet bir yargılamayla kurşuna dizildi.
Suçu?
Vichy Hükümeti’nin Başbakanı
Laval, II. Dünya Savaşı’nda Almanya’yla işbirliği yapmıştı.
Savaş bitince
Laval, vatan hainliği iddiasıyla 4 Ekim’de Yüce Divan önüne çıkarıldı.
Yani Yüce Divan kararıyla sadece Başbakan
Adnan Menderes idam edilmemişti.
Hatta ne yazık ki
Menderes ile
Laval arasında benzerlikler de vardı.
Mesela, Türkiye’de
Menderes’in idamı sırasında askerler iktidarda olduğu gibi Fransa’da da General
De Gaulle’nin iktidarı vardı.
Örneğin, her iki mahkeme de yıllar sonra önyargılı olmakla suçlandı.
Keza...
Laval, idamdan az önce hap içerek intihara kalkışmış; doktorlar eski başbakanı kurtardıktan sonra bir manga askerin karşısına çıkarmışlardı.
Bu durum rahmetli
Adnan Menderes’in son günlerine benzemekteydi.
Menderes de bilindiği gibi idamdan az önce hap içip intihara kalkışmış; kurtarıldıktan sonra idam sehpasına çıkarılmıştı.
Tıpkı Yassıada mahkemesi kararları gibi,
Laval davası da Fransa’da haksız yargılama olduğu gerekçesiyle hálá tartışılmaktadır.
Yani ne yazık ki uygarlığın beşiği sayılan Avrupa ülkelerinde bile başbakanlar idam edilmişti.
Bu nedenle genelleme yaparken dikkatli olmak gerekir; tabii bilinçli olarak kamuoyunu yanıltılmak, yönlendirilmek istenmiyorsa...
Gelelim ikinci saptırmaya...
Türkiye’de ilköğretim öğrencilerine her sabah hep bir ağızdan
"Andımız"ı okutma uygulaması yine gündeme getirildi. Bu kez Milli Eğitim Bakanı
Nimet Çubukçu, katıldığı televizyon programında bir üniversite öğrencisinin sorusu üzerine,
"Toplum tartışabilir, herkes tartışabilir" dedi.
Bu söz üzerine bazı yandaş medya yazarları hemen tartışmaya atladılar.
"İstemezük" dediler.
"Andımız çocuklara işkence gibi geliyor, söylenmesin."Ve eklediler:
"Zaten dünyanın neresinde böyle bir uygulama var?"Oysa vardı...
Üstelik
"demokrasi kıblesi" ABD’de.
Amerika’da ilköğretim öğrencileri ant içiyordu:
"I pledge allegiance to the flag of the United States of America, and to the Republic for which it stands: one Nation under God, indivisible, with Liberty and Justice for all."
Yani mealen diyorlar ki:
"Amerika Birleşik Devletleri’nin bayrağına ve o bayrağın simgelediği cumhuriyete; bağlılık için ant içiyorum. Herkes için özgürlük ve adalete, Allah’ın gözetiminde, bölünmez tek vatana inanıyorum."
Peki yandaş medya bu ABD andını bilmiyor mu?
Umut ederiz bilmiyorlardır!
Bilip de yazıyorlarsa, asıl ıstırap duymamız gereken bu yalancı halleridir.