Paylaş
Ahlak, aklın polisidir.
Hayatın içinde ne var ya da ne yoksa; hepsi edebiyatın/sanatın konusudur.
Siz sanata; otoriteye dayalı kendi ahlakınızı dayatırsanız bunun adı tüm dillerde aynıdır: Faşizm!
Aşağıda ironik bir yazı kaleme aldım.
İstedim ki, gerçekten neyi tartıştığımızın farkında olalım.
Ya da nereye gittiğimizin!..
Umarım bu şaka (ki bazıları ne yazık ki, akıl tutulması sonucu artık neyin şaka olduğunun bile farkında değil) gerçek sayılmaz!
Bu giriş notundan sonra, bakalım “sakıncalı” listemi beğenecek misiniz?!
William Blake (1757-1827): Şairdi ama aynı zamanda ressam, heykeltıraş ve gravürcüydü. Kurumsallaşmış dine ve devlete karşıydı. Bunları, insanları tutsak eden, masumiyeti ve samimiyeti değil kendi çıkarlarını yücelten karanlık oluşumlar olarak gördü. Devrimci hareketlere katıldı. Allah’tan sadece 6 eseri Türkçeye çevrildi; ki bunlar da hemen toplanıp yakılmalı!
Aynı dönemde yaşayan Thomas de Quincey’in siyasi fikirleri başkaydı; dine saygılı bir muhafazakârdı; ama o da; uyuşturucu bağımlısıydı. Yazdıkları her ne kadar Edgar Allan Poe, Lois Borges, Baudelaire gibi edebiyatçıları etkilese de, “Bir İngiliz Afyonkeşin İtirafları” eseri ne yazık ki çok kişiyi uyuşturucuya özendirdi. Bu nedenle vakit kaybetmeden özellikle bu eseri toplatmak lazım!
Arthur Schopenhauer (1788-1860): Yok Kant’ın öğrencisi, Goethe’nin arkadaşıydı; yok eserleriyle varoşçuluğu etkiledi, Freud psikolojisini yarattı vs. vs. Neler neler yazılıyor hakkında. Halbuki o bir paranoyaktı. Zaten kimbilir belki de bu yüzden 19 yaşındaki aktris karısı Caroline Richter’e hayatı burnundan getirdi; o da bu herifi aldattı. Zaten daha sonraki yıllar çocuğunun babasının bir başkası olduğu öğrenince yıkıldı. Şimdi böyle bir adamın kitapları okunabilir mi? Dolayısıyla yasaklanmalıdır.
Schopenhauer’in tersi de bir başka filozof Althusser karısını boğarak öldürdü.
Eş meselesi dedim de...
Andre Gorz, eşi Dorine kanser olunca onunla birlikte intihar etti.
Yüzünü Fidel Castro’ya benzettiğim Romain Gary ise, eşi güzel akrist Jean Seberg’in intiharının üzerinden bir yıl geçmeden kendisi de intihar etti!
Yani bu adamlar normal değil efendim, hepsi yasaklanmalıdır.
Ludvig Wittgenstein (1889-1951): İster filozof isterse 20’nci yüzyılın en değerli felsefecilerinden biri olarak gösterilsin fark etmez; Mozart ve Beethoven için “İşte Tanrı’nın gerçek oğulları” diyen birinin görüşleri ülkemize sokulabilir mi? Zaten normal biri olsa üç kardeşi de intihar eder miydi? Yok “dilin sınırı düşüncesinin de sınırı”ymış da, falan filan; sanki “sınırın” nerede başlayıp nerede bittiğini biz bilmiyoruz. Eserleri hemen yok edilmelidir.
Gustave Flaubert (1821-1880): Eserlerinin masum gibi göründüğüne aldanmamak lazım; “Madame Bovary” romanı ilk tefrika edildiğinde dine ve halkın ahlakına hakaret ettiği iddiasıyla dava edildi. Mısır ve İstanbul’da hayat kadınlarıyla birlikte olup frengi hastalığına yakalandı. En yakın arkadaşı lezbiyen yazar George Sand olan bu yazarın eserlerinin ülkemize girmesi sakıncalı olmalıdır.
Lewis Carroll (1832-1898): “Alis Harikalar Diyarında” adlı kitabın yazarı bu kişi hakkında kararsızım. Tamam dinine bağlıydı, hatta din adamlığı bile yaptı. Ama hiç evlenmedi ve zamanını hep çocuklarla geçirdi. Hatta 11 yaşındaki bir kıza aşık olup evlenme teklif etti. Günlüklerinde kendini hep iğrenç bir günahkar olarak yazdı; niye acaba? Bazı günlükleri de ortadan kaybediliverdi! Hakkında hükmü siz verirsiniz efendim. Bu arada bir istihbarat daha vereyim; Pinokyo’nun yazarı Carlo Collodi de kumarbazdı. Bence hepsi çocuklar için tehlikelidir.
James Joyce (1882-1941): Kaybedenleri anlattığı “Dublinliler”e ahlaksızlıktan dava açıldı. Yayınlanmasın diye prova baskıları yakıldı. Zaten kitabı, edebi değer taşımadığı için 22 yayıncı basmayı kabul etmedi. “Ulysses” ise, dönemin gazetelerine göre eserlerinin en hayasız olanıydı.
Yani hemen toplatılmalıdır.
Bu arada vasiyeti gereği James Joyce’un yanına gömülen Nobel ödüllü Elias Canetti de Hitler tarafından lanetlenen bir yazardı. Bizim ülkemize sokulmamasında da fayda vardır!
Halil Cibran (1883-1931): Tamam Elvis Presley bu şairin hayranıydı. Fakat bilinmelidir ki, başta “Asi Ruhlar” olmak üzere kitapları Beyrut pazaryerinde yakıldı. Lübnan’a girişi yasaklandı. Maruni Kilisesi onu, dine karşı tehlikeli ve baştan çıkarıcı bulup aforoz etti. Zaten kendisi evliliğe de karşıydı. Böyle bir kişinin kitapları serbestçe okutulabilir mi? Zinhar yasaklanmalıdır.
Hele hele bir de Salman Rüşdi var; “Şeytan Ayetleri” adlı romanını Türkiye’ye sokmayarak çok iyi ediyoruz. Aslında tüm kitaplarını toplayıp Taksim’de yakmaya ne dersiniz?
D. Herbert Lawrence (1885-1930): Muhafazakâr çevreleri o kadar kızdırdı ki hiçbir tiyatro oyunu yaşarken oynanmadı. “Lady Charterley’in Sevgilisi” adlı romanı mahkeme kararıyla yakıldı ve 32 yıl boyunca yasaklı kaldı. Kadınların cinsel özgürlüklerini şiddetle savundu. Karısı Freida’nın (başta ünlü yazar Katherine Mansfield’in kocası Murry ile olmak üzere) aldatmasını bile görmezlikten geldi. Böyle bir adamın eserleri Türkiye’ye sokulabilir mi?
Peki ya, kocasına “arkadaşlarım” diye tanıttığı erkeklerle yatıp, her seferinde yakalanan Iris Murdoch’un eserleri serbest bırakılabilir mi?
Listem kabarık, bakın başka kimler kimler var...
LEZBİYEN YAZARLAR
Colette (1873-1954): Aslında ayırt etmezdi; erkeklerle de yatar kalkardı. Travesti Markiz de Belboeuf en büyük aşkıydı. Kocası Willy Villars sevgilisi Meg adında genç kızı, Colette de travesti sevgilisini alıp birlikte tatile çıkarlardı.
Ah ah! Nesini yazayım bunların; ikinci eşi Baron de Jouvenel’in 16 yaşındaki oğlu Bertrand’la ilişki yaşadı. Üstelik frengi hastasıydı.
Böyle bir yazarın kitaplarını dolayısıyla Vatikan yasakladı. Ölünce kilise dini merasim yapmadı. Uyarıyorum: Türkçeye az da olsa çevrilen kitapları hemen zaman geçirilmeden toplanıp yok edilmelidir.
Anais Nin (1903-1977): Aynı anda iki kişiyle evliydi. Yetmezmiş gibi hem Henry Miller ile hem de eşi June Miller’la da ilişki yaşadı. Henry Miller ile Paris genelevlerine gitmişliği bile vardı.
Başta “Henry ve June. Günce” olmak üzere tüm kitapları SEKA’ya gönderilmelidir!
Öte yandan Allah’a inanmayan Henry Miller’ın da, başta “Oğlak Dönencesi” olmak üzere eserleri Türkiye’ye sokulmamalıdır.
Lou Salome (1861-1937): Hiçbir Müslüman’ın evine bu “zilli kadının” yazdığı bir cümle bile girmemelidir. Erkekleri hep baştan çıkardı; cilveleriyle iki arkadaş Nietzsche ile Paul Ree’nin bile arasını açtı. Şair Rilke’yi çıldırttı. Bir ara adı Freud’la çıktı. Aman dikkat!
Bir de Renee Vivien vardı; bu da lezbiyendi. Üstelik sevgililerinden biri Kerime adlı bir Türk idi.
Yazar Jeanette Winterson ise cinsel tercihi nedeniyle kiliseden kovuldu.
Hele hele bunlardan Mercedes de Acosta diye biri vardır ki; kimlerle kimlerle birlikte oldu: Greta Gabro, Marlene Dietrich, İsodora Duncan ve bir iddiaya göre ABD Başkanı Roosevelt’in eşi Eleanor Roosevelt!
Evet yazdığım gibi aman dikkat edelim “bu tür” yazarlara!
GAY YAZARLAR
Thomas Mann (1875-1955): Aman Alah’ım! Ailece eşcinsellerdi; altı çocuğundan üçü kendisi gibi eşcinseldi. Nobel ödülü sahibi olabilir ama Hitler iyi yapıp onu Alman vatandaşlığından çıkardı! “Buddenbrooks” romanı başta olmak üzere hemen tüm eserleri vakit geçirilmeden yok edilmelidir.
Arthur Rimbaud (1854-1891): Uyuşturucu bağımlısı bir eşcinseldi. Şair Paul Verlaine ile aşk yaşadı. Çocukluğunda hırsızlık bile yaptı. Şizofrendi. Gelenek düşmanıydı. “Cehennemde Bir Mevsim” şiiri onun tam bir cehennemlik olduğunun ispatıydı. Tüm şiirleri kaybedilmelidir.
Bu eşcinsel yazarların çoğunluğunun sonu, Henry de Montherlant gibi intiharla bitiyor. Bu tür yazarların eserlerini kimseye okutmamak lazım.
En iyisini Eva Peron yaptı; “Örümcek Kadının Öpücüğü” kitabını yasaklayıp, eşcinsel yazarı Manuel Puig’i kapı dışarı etti. İyi etmemişler mi?
Andre Gide (1869-1951): Eşcinsel yazarların önde gideni Oscar Wilde, bunu yoldan çıkardı. “Corydon” adında döneminde çok kınanan, homoseksüelliği yücelten bir kitap yazdı. Kadınlarla da ilişkisi oldu. Hatta kuzeni Madelaine ile evlendi. Ancak tabii hemen ardından 16 yaşındaki Marc Allegret ile flört edince evlilik bitti. İlişkisi hep karışıktı. Nobel ödülü sahibi oldu ama ahlak anlayışı hiç bizim insanımıza uymazdı; zaten eserlerini kilise yasakladı. Biz de buna uymalıyız.
James Baldwin (1924-1987): Babası belli olmayan bir siyahiydi (yani zenciydi!) Ve üstelik yetmezmiş gibi bir de eşcinseldi. Yazdığı “Giovanni’nin Odası” romanı eşcinsellerinin başvuru kitabı oldu. Bu eserini oyunlaştırıp İstanbul’da sahnelemek için çok uğraştı. Bu yazar, ülkemiz sanatçılarından Engin Cezzar’ın arkadaşıydı. Ama yine de buna rağmen yasaklanmalı diye düşünüyorum.
Georg Trakl (1887-1914): Kız kardeşine aşık kokainman bir şairin eseri ülkemize sokulabilir mi? 1. Dünya Savaşı Galiçya Cephesi’nde Mehmetçik’le omuz omuza savaştı ama yine de böyle bir adamın kitaplarını Türkiye’ye sokmamak lazım.
Haa! Bu arada aynı savaşa katılan Fransız Jean Cocteau da uyuşturucu bağımlısı bir eşcinseldi. Hem de savaşta karşı cephede olan böyle birinin eserleri insanımıza nasıl okutulur?
Constantino Kavafis (1863-1933): Tamam anne-babası İstanbullu bir Rum idi. Çağdaş Yunan şirinin büyük ustasıydı. Ama eşcinseldi. Şiirlerinde cinsellik ağır basmaktaydı. Böyle bir şairin şiirlerini çocuklarımıza okutabilir miyiz? Bir eşcinselin şiirlerini Türkçeye çeviren başta Cevat Çapan’a yazıklar olsun! Hemen her şiiri bulunup yakılmalıdır.
GOMONİST YAZARLAR
Allen Ginsberg (1926-1997): Uyuşturucu bunda, eşcinsellik bunda; savaş karşıtlığı gibi vatan hainliği bunda, hippilik bunda. Bunun gomonistliği değişikti; Küba’ya gitti, Che’yi çok hoş bulduğu söyleyince hemen bu ülkeden kovuldu! Böyle bir kişinin eserleri Türkiye’ye sokulabilir mi?
İşte size Beat Kuşağı’nın bir diğer yazarı William S. Burroughs! Uyuşturucu bağımlısı olduğu yetmezmiş gibi deneyimlerini bir de yazıya döktü. Böyle birinden ne beklenir; bir gün silahıyla -gerçi kazaydı ama- karısını vurup öldürdü. Burroughs, Corso, Kerouac’ın da bu ikiliden farkı yoktu. Bu “uçukların” hepsi tehlikeliydi. Ve bu nedenle hep dikkat edilmesi gerekiyor.
Jose Saramago (1922-2010): Benzersiz bir kurgu tekniği, anlatım biçimi vardı. Ama komünist bir yazardı. Üstelik “siyasi çizgisini değiştirsin” diye buna Nobel bile verildi ama adam oralı bile olmadı; komünizmi öven demeçler vermeyi sürdürdü.
Bakınız efendim, Neruda, Aragon, Paul Eluard, Bertolt Brecht ve niceleri hep komünistti ve hâlâ tehlikelidir. Hepsi yasaklanmalıdır.
Tıpkı Yunan Ortodoks Kilisesi’nin Tanrı’yı sorguladığı için aforoz ettiği Kazancakis’in romanları gibi.
Tıpkı bizzat Papa tarafından aforoz edilen Umberto Eco’nun romanları gibi.
Gomonist listem kabarıktı ama çoğunu bildiğiniz için başka isimler eklemeyi gerekli görmüyorum efendim.
VE SON YASAKLI
Jeanne Cordelier (1944-): Bu yazarı sona sakladım. Kendisi hâlâ Fransa’da yaşıyor. Ama bu nedenle sona bırakmadım. Gerçek hayat hikayesi Fatmagül’e benziyor! Üstelik belki daha acı: Babası tarafından tecavüze uğradı. Aşık olduğu erkeğin isteğiyle fahişe oldu. Oysa öğretmen olmak istiyordu.
Sonra bir gün hepsini terk etti. Öce kendi hayat hikayesi olan “Hayat Kadını”nı yazdı sonra diğer romanları geldi. Başarmıştı.
İşte bu yazarın Türkiye’de yasaklanıp yasaklanmamasına ve otobiyografik özellikler taşıyan romanının okunup okunmamasına ya da dizi yapılıp yapılmamasına karar veremedim. Siz ne dersiniz; bu tür acı olayları hep evdeki halımızın altına süpürelim mi; yüzleşmeyelim mi? Ya da edebiyatla, sanatla hiç ilgilenmeyelim mi? Bilemedim efendim. Karar sizin...
Ama bir bilgi vereyim: Tüm bu ahlaksız yazarların, eserlerin önüne “Çin Seddi” örülmüş ama bunlar tüm bu engelleri/duvarları yıkıp geçmişler efendim. Ama siz yılmayınız.
Bu arada...
Bende sakıncalı listesi çok kabarık; isterseniz onları da size takdim ederim efendim... Sağ olun efendim... Allah sizi başımızdan eksik etmesin efendim!
Paylaş