Paylaş
Taha Duymaz’ı sosyal medyadan gelen mesajlarla tanıdım. Hatay’ın Yayladağı ilçesine bağlı Güveççi Köyü’ndeki evinin mutfağında mütevazı şartlarda yemek yapıyordu. “Arkadaşlar, kanalıma hoş geldiniz” yapmacıklığındaki içeriklerden sıkılanlar, sosyal medyada onu başka bir yere koydu. İçtenliği, masumluğu etkiledi hepimizi... Azdan, özden mükemmeli yaratan Anadolu insanının ve mutfağının sıcaklığını, samimiyetini gördük yemeklerinde. Bu sayede de popüler oldu.
Ama sosyal medyadan popülerlik kazanmış herkes gibi o da lince, sanal zorbalığa maruz kaldı. Şaşırdı haliyle. O zaman daha 16 yaşında bir çocuk... Katıldığı programlarda anlatıyor... Açtığı canlı yayının altına ‘Mutfağın ne kadar pis, fakir’ yazan, özünde ruh fakirliğinin ve sığlığın ta kendisi olan zorbalara ne çok üzüldüğünü... Başka bir programda “Beni hiç seven yok, takipçilerim dışında” diyor. Ah be evlat! O kadar iyi biliyorum ki bu duyguları. Bir bilsen, senin o seni çok sevdiğini düşündüğün takipçilerin de hakaret eden de sana aynı yakınlıkta... Adı üstünde, takipçi. Bir gün canı sıkkındır, yaptığın hiçbir şeyi beğenmez, küfreder. Ertesi gün çok sever, az sonra da unutur. Çünkü annesi yemeğe çağırmıştır.
Taha Duymaz 20 yaşındaydı. Bir röportajında “Hepimizin ömrü kelebek gibi, gelip geçiyor” demişti.
Programdan çıkan her gence aynı şeyleri anlatmaya çalışıyorum. Yaptığınız içerik, elle tutulur olsun. Şov değil, yemek üretin. Sosyal medya popülerliği GDO’lu hızlı tüketim gıdaları gibidir. Yersin, biter; beslemez, doyurur sadece.
Reklam alıyor diye eleştirdiler onu, o yaşta 14 kişilik ailesine bakmasını alkışlayacaklarına... Ha şunu da bilin: O aldığı reklam da bir gedik doldurmazdı. Eski tenceresini eski diye eleştirenler yeni tencere gelince, ‘Şımardı bu, reklam peşinde’ diye linçlediler. Yine eski tencereye döndü evladım çekinip. Bu sefer de “Yeni tenceren vardı, niye saklıyorsun, sömürü yapma” diye yüklendiler. Taha’yı acımasızca eleştiren sanal zorbalara bir teklifim var. Taha gitti bu âlemden. Şimdi eleştirecek birini arıyorsanız onun bu gencecik yaşında, denetimsiz bir yapının altında kalmasında sorumluluğu olanları eleştirin. Yapabilir misiniz? Yapamazsınız. Çünkü zorbalığın kanunudur zayıfa yüklenip güçlüye tapmak.
O yaşlardaki her çocuğun kaygılarıyla doluydu, beğenilmek istiyordu. Gitti, estetik yaptırdı o güzelim yüzüne. Birileri beğenmedi diye... Bitmez o birileri evlat, istekleri bitmez. Çünkü asıl beğenmedikleri sen değildin, kendileriydi. Hayat da beden de
senindi. Dediğin gibi, kimse karışmamalıydı. İyi kalpliydi Taha, ilk İstanbul’a geldiğinde yaşıtları gibi AVM’ye değil; sevgili Ayşe Tükrükçü’nün Hayata Sarıl Lokantası’na gitmişti. İlk kez İstiklal Caddesi’ne çıktığında “Burası benim çok sevdiğim bir cadde” diyor, birisi onu tanıdığı için inanılmaz mutlu oluyordu. İnsanın yüzüne telefon dayayan fenomenlerin aksine “Sokakta fazla video çekemiyorum, insanlar rahatsız olmasın diye” diyecek kadar nahifti.
Öğreniyordu hepimiz gibi, büyüyordu. Onu yazmaya karar verdiğimde araştırdım. Armağan Bey’in (Çağlayan), Gökhan Hoca’nın (Çınar) programlarında yaşının üzerinde bir olgunlukla öyle güzel ifade ediyordu ki kendini... Bir gastronomi eğitimi alma hayali vardı. Olmadı, yetmedi zaman.
Sonra köy evinden çıktı, şehre halasının yanına gitti bir akşam kız kardeşiyle birlikte. Gitmez olaydı. “Hepimizin ömrü kelebek gibi, gelip geçiyor” demiş bir röportajında. Bir kelebek ürkekliğinde, güzelliğinde ve acelesinde yaşayıp gitti. Bize kalansa, dünyanın en acı kısa hikâyesidir. “Sesimi duyan var mı?” Taha, duymaz.
Anadolu insanının ve mutfağının sıcaklığını, samimiyetini gördük Taha’nın yemeklerinde.
Paylaş