Paylaş
Çoğunuzun bildiği gibi beş yıl önce, MasterChef jüriliğine başlayana kadar tam zamanlı olarak Sidney Avustralya’da yaşıyordum. Orada işlettiğimiz Efendy ve Anason isimli iki başarılı Türk restoranı sayesinde Avustralya’da Türk mutfağını pek çok platformda tanıtma fırsatı buldum. Bunların içinde en keyif aldığım, her yıl Avustralya’nın ünlü televizyon simalarından Maeve O’Meara ile birlikte düzenlediğimiz Türkiye gastronomi turuydu. Dört yıl boyunca 15 Avustralyalı gurmeyi Türkiye’nin değişik bölgelerine götürerek hem gastronomimizi öğretme hem de ülkemizi tanıtma fırsatını buldum.
Turun ilk bölümü İstanbul’da başlıyordu. Karaköy’de, Bankacılar Caddesi’nin sonunda Vault Karaköy otelde konaklamak gastronomi destinasyonlarına kolay ulaşmak için ideal bir lokasyon sağlıyordu. İlk gün Galata Köprüsü’nü yürüyerek geçmek, Mısır Çarşısı’nın önce içini, sonra da dışarısını gezmek, özellikle peynircilerde ve balıkçılarda tadım yapmak ziyaretçiler için akıl oynatan bir başlangıç oluyordu. Mısır Çarşısı’nın üzerindeki Pandeli, zaten benim İstanbul’a gelen ve yemekten anlayan her misafirimi mutlaka götürdüğüm bir lokanta.
Tarihi Mısır Çarşısı’nda baharat, kuruyemiş, lokum ve pestil...
Daha sonra Kapalıçarşı’ya götürdüğümüz misafirler gerek küçük tadımlarla gerekse çarşının eşsiz alışveriş zenginliğiyle unutulmaz bir ilk gün geçiriyorlardı. Akşam, otelden yürüme mesafesindeki Neolokal, İstanbul’daki favori fine dining restoranım. Bunu misafirlerimle paylaşmak, hele Maksut (Aşkar) da oradaysa, heyecan verici ilk günümüzü mükemmel bir şekilde sonlandırıyordu.
Şef Maksut Aşkar’ın restoranı Neolokal
Ali Muhiddin Hacı Bekir’de lokum, Cafer Erol’da akide şekeri ve Mercan’da kokoreç...
MARTIYA SİMİT ATMA RİTÜELİ
İkinci gün dünyada eşi benzeri olmayan Boğaz’ı gezdirirdik misafirlerimize. Akşamüstü Anadolukavağı’nda veya Balıkçı Abdullah’ta erken bir akşam yemeği Boğaz’ın balığını, meze kültürünü ve rakıyı misafirlerimize anlatmak için eşsiz bir fırsat sunuyordu.
Anadolu mutfağından çeşitler sunan Çiya
Üçüncü gün benim için biraz daha duygusal. Çünkü artık aramızda dostluk da başlayan bu misafirlerle kendi semtimi, Kadıköy’ümü paylaşma sırası geliyordu. Vapurla Kadıköy’e geçip artık İstanbul’da Beşiktaş harici bir örneği kalmayan, Türkiye’nin en önemli gurme noktalarından biri Kadıköy Çarşı’yı geziyorduk. Bizim için sıradan gelen vapurda çay, martıya simit atmak gibi ritüeller Avustralyalı misafirlerimize sihirli bir dokunuş oluyordu. Ali Muhiddin Hacı Bekir’de lokum, Cafer Erol’da akide şekeri ve marzipan tadımı, Mercan’da kokoreç, Özcan’da turşu derken Çiya’da geleneksel Anadolu mutfağını detaylıca özetleyen bir menüyle turumuz son buluyordu.
Ali Muhiddin Hacı Bekir’de lokum
İstanbul’daki son günümüz gastronomi açısından hâlâ sıkıntılı ama turizm açısından en önemli noktamız olan Sultanahmet... Sabah Topkapı Müzesi’nin yeni düzenlenen mutfak bölümünü özel bir turla gezdikten sonra Sultanahmet Köftecisi’nde köftelerimizi yiyip misafirleri eski İstanbul’un Ayasofya, Yerebatan Sarnıcı ve Süleymaniye Camisi gibi turistik destinasyonlarına salıyordum. Akşam yemeği için adres tabii ki Mikla. Mikla’nın manzarası, tadım menüsü ve eşleşmeli şarapları İstanbul’daki son gecemizi bir gurme ziyafetine dönüştürüyordu.
Sultanahmet köftesi
Bazen bu destinasyonlara, Civan’ın Yeni Lokanta’sıyla Zübeyir Ocakbaşı ve Hacı Abdullah gibi Beyoğlu klasikleri de ekleniyordu. Kendi şehrini bir turistin gözünden görmenin çok keyifli bir tecrübe olduğunu da bu turlarla öğrendim. Bir sonraki yazımda turun ikinci ayağı olarak Gaziantep’i, Edremit’i ve Bodrum’u da yazmak istiyorum...
Paylaş