Paylaş
Cumhuriyet bu birikimi aynen sahiplenmiş ve Ankara’dan yönetilen “iyi tariflenmiş” devlet organizasyonu kurmuştu.
Bu coğrafyada devlet aklı öteden beri bürokratlarını iyi yetiştirmeye özen göstermiştir. Cumhuriyet, bürokratlarının kendi değerlerine uyumlu olmasına daima dikkat etmiştir. Ancak çok partili hayata geçişle birlikte bahse konu katı tutum mecburen esnemeye başlamıştır. Özellikle “muhafazakârlar”, iktidar ağırlıklarının arttığı 2000’li yıllarda, mesafeli bırakıldıkları devlete giderek hakim olmuşlardır. Bu süreçte, “usul kaygıları”nın daha az nazara alındığı bir devlet anlayışı oluşmuştur. Denilebilir ki; “Bu bir demokratik gelişmedir”. “Zaten Devletin hantal yapısı hep eleştirilir”. “Sonuç odaklı, pratik, güven esaslı bir tarz, hayatı her yönüyle rahatlatır, kolaylaştırır”.
Ancak, bu beklentiler ülkeler tarihinde maalesef bu şekilde tecelli etmemiştir. Devlet, neticede halka hizmet için kurulmuş ve halkın finanse ettiği bir yapıdır. Bu nedenle her icraatının “açıklanabilir” ve “hesap verilebilir” olması şarttır. Konuyu AK Parti’nin yönetim anlayışına getirmek istiyoruz. AK Parti, sözünü ettiğimiz sürece uygun olarak iktidar oldu. Ağır bürokratik yapı onun için her daim “sevimsiz ve boğucu” idi. Doğru bildiklerini zamanla yarıştırdıklarında “istimin arkadan gelmesini” tercih eder bir tutumları olmuştur. Örneğin, bu ülkenin iç huzuruna dair herkesin özlemi olan “Barış Süreci”, devletin kural ve geleneklerini pek nazara almadan uygulandı, işin içinden çıkılmaz bir yerlere sürüklendi ve proje başarısızlıkla sonuçlandı. Yine, ekonomi ile ilgili, yine “doğru bildiklerine” dair, dünya ve ülke örneklerini kaale almadan, görüş alışverişinde bulunmadan, mali devlet kurumlarının olması gereken bağımsızlıklarına özen göstermeden ve “dış güçlerin ekonomik saldırısı” gibi söylemlerle, kuralsız icraat tarzı tercih edildi.
Ayrıca son dönemlerde, her demokratik ülkede her iktidarın zamanla yaşaması mukadder “yıpranmayı” ve bağlı olarak “değişim vakti” ihtimalini sindirmekte zorluk çektiklerine dair kimi açıklamalar yapılır oldu. “Devletin bekası ve güvenlik tehdidi” söz konusu olduğunda “seçim ve demokrasi”nin bile ikinci planda kalacağına dair söylemlere tanık olundu. Bir Anayasal hak olan “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” (Md. 34) ilkesine mesafeli imalar seslendirildi. Diyeceğimiz, iktidarlarda, zamanla kendilerine çok doğru gelen ve bu sebeplerle demokrasiyi ve onun tanzim ettiği kuralları tartışılır bulan tutumlar yeşerebilir. Hayat göstermiştir ki bu anlayış, demokrasiyi benimsemiş ülkelere hiç iyi gelmez ve tüm topluma bedel ödettirir. İktidarlar, “tehdidi önleme, huzuru temin, ekonomik saldırıyı savuşturma, güvenlik ve benzeri sebeplerle” bindikleri dalı kesip demokrasiden ve kurallardan uzak “meşruiyet” gerekçeleri türetmemelidir.
Paylaş