Paylaş
Bilahare, insan olma vasfımızı zenginleştiren Türk, Kürt, Alevi, Sünni ve ilave tüm sosyal kimliklerimizle yaşlı gezegenimize yerleşik, sınırlı ömrünü yaşayan, düşünme yetisi ile donatılmış ayrıcalıklı özel “varlıklarız”.
Aynı zamanda, her canlı gibi “doğan, üreyen, ölen” ve neslinin bayrağını ileriye doğru taşımaktan başka kozmik görevi olmayan bir “sıradanız”.
Yerküremizin tüm canlılarının uyduğu doğal dengeyi örnek almama konusunda ısrarını sürdüren ve bahse konu sıradanlığın bir türlü idrakine eremeyen, hadsiz, huzursuz, meraklı “yaratıklarız”.
Öyle olduğumuz içindir ki, kirleten, yok eden, ihtiyacını aşan, doğal dengeye saldıran, çok muhtemel bir “genetik karambol” kimliğiyle belasını arayan, bulması vakit almayacak “lüzumsuzlarız”.
Tablo bu kadar açık olmasına rağmen neden insanoğlu “dünyaya” hoyrat davranmaya devam ediyor?
Sınırlı sayıda ülke durumun vahametinin farkında olsa da, ülkelerin tamamına yakını büyük bir “aymazlık” içinde gemiyi batırmak için elinden geleni yapıyor.
İşin enteresanı, toplumlar zenginleşirken bireylerin insanlığa dair sorumluluklarının evrilmesi bir “duyarlılık” şeklinde gelişmiyor, aksine bir “bencillik” anlayışıyla doğaya saygısızlık katmerleşiyor.
Oysa beklenir ki, topluluk yapısından toplum bilincine geçilince, bağlı olarak “vicdanla” tahkim edilen “bireysellik” beraberinde yerkürenin doğal dengesine hassasiyeti de üst seviyede artırır.
Maalesef bu durum böyle tecelli etmiyor, vahşi kapitalist ilişkiler ve az gelişmişliğin kurnazlığı bir negatif sentez oluşturarak her yere, herkese, geleceğimize ipotek koyuyor.
Akıllı patron
BİR şirketi kurmak, ayakta kalmasını temin etmek, büyütmek kolay bir iş değildir.
Küçük çapta ya da büyük, böylesi bir organizasyon kişilerle kaim olur.
Tabii ki en kritik unsur “sermayedar”dır.
Patron, işin hem fikir babası, hem de başlangıç için gereken parayı koyan insandır.
Ancak bir adım sonrasında işin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için “iş bölümü” bir gereklilik olarak devreye girer.
Satın almacısından depocusuna, üreticisinden pazarlamacısına, muhasebeci, finansçı, ihracatçı vs. derken, hep birlikte ve el birliği ile “başarının oluşturulması” için çaba gösterilir.
İşler büyüdükçe patronun göreli önemi azalmaya başlar.
Hiç şüphesiz stratejik kararlarda yine nihai söz sahibidir.
Ama o da artık herkes gibi işleyen bir makinenin en önemlisi de olsa bir “çark dişlisidir”.
Tüm kurumsal şirketlerde bu anlamıyla yönetim kurulu başkanlığı tıpkı diğer yönetim kademeleri gibi netice itibariyle bir “pozisyon”dur.
Sermayedarın hisseleri elinde tutuyor olması, şirkete yönelik her türlü tasarrufta bulunması imkânı vermemelidir.
Aksi takdirde informal örgütün moral değeri olumsuz etkilenir ve bundan en büyük zararı şirket görür.
Akıllı patronlar bu hataya düşmezler.
Çalışanların “iş ömrünü” vakfettikleri işyerinin, mesela satılması söz konusu oldu, bu kararda herkesin bir ağırlığı olması gerektiğini takdir ederler.
Diyelim ikinci kuşak patron işe dahil oldu, onlara mevcut işleyen düzen içinde “bir adım geride” durmalarının faziletlerini öğretirler.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Özetle, hissedar yöneticiler de bir “çalışandır”, önemlidir, bir takım oyununun kaptanıdır, organizasyonla ilişkisinde her konuda paylaşımcı bir anlayışla hareket etmelidir.
Paylaş