Sanki bir film var Güneydoğu’da

DEVLETİ yönetmek böyle bir şey midir?

Haberin Devamı

Makul akıldan bahsetmek, hümanistik duygularla meselelere yaklaşmak aşırı romantik bir tutum mu oluyor?

Neden tüm güvenlik güçlerimizle memleketin bir tarafında operasyonlar yapma durumunda kalıyoruz?
Devleti hissettirmenin gereği neden “vurma, kırma, yıldırma”dan geçiyor.
Niçin “ipin ucunu bırakırsam tüm varlığım tehlikeye girer” endişesi ile meşru şiddette “ön almak” çoğumuza ikna edici geliyor?
Barış sürecinde sarf edilen onca söz bir yalan mıydı?
Biz haklıyız, onlar hep haksız mı?
İnsanların öldüğü, bombaların patladığı, acıların tavan yaptığı bir çözüm kalıcı olabilir mi?
Evrensel demokrasi ilkeleri tümden rafa mı kalktı?
Batı’da yaşayan bizler ülkemizin doğusunda yaşanan “iç savaşı” sanki bir illizyon gibi algılıyoruz, yeterince içselleştirmiyoruz, akşamları çekirdek çitleyerek “O Ses Türkiye’yi” seyretmeye devam ediyoruz.
Bu hallerimizle, aklımıza mukayyet olunması gereken bir duyarsızlık içerisindeyiz.
Ne oldu bizlere, nasıl becerdiler de bu duruma geldik, daha nerelere gideceğiz, neleri göreceğiz?

--------

Haberin Devamı

Böbreğinizi kollayın

İSTANBUL garip bir yer.
Herkes, “gol” atabilmenin ön koşuludur diye ceza sahasında dolaşma gayretinde.
Son 10-15 yıl içinde öylesine bir gayrimenkul kaynaklı bir rant iştahı oluştu ki, köşeyi dönen dönene.
İşin enteresanı, bu sıçramayı beceremeyenler asla moralini bozmuyor.
“Her an her yerde bir fırsat çıkar, ben de sınıf atlarım” duygusu “mesnetsiz ve arsız bir ruh hali” olarak milyonlarca İstanbullu’yu sarmış durumda.
Dolayısıyla, tüm insan ilişkileri bu esas üzerinden yürütülüyor, “Fayda odaklı sahte tavırlar; ister kenar mahalle çakalı olun, ister plastik plaza uyanığı, hiçbir şekilde değişmiyor, yamyamlık, fütursuzluk, kuralsızlık, acımasızlık, şımarıklık ve benzeri kavramlarla bezenmiş olarak” hükmünü icra ediyor.
Özetle; bu “bir kısım” İstanbul’da, bırakın cüzdanınızı, sanki “böbreğinizi kollayarak” yaşamak durumundasınız.

-------

Hayat genelde normal mecrasında akar

KAKOFONİK bir coğrafyada yaşıyoruz.
Baktığınızda, “kötü ihtimaller” pek çoğumuza gerçekçi geliyor.
Örneklersek; Rusya’yla kapışır mıyız? IŞİD, metropollerimizde bomba patlatmaya devam eder mi? Ülke bölünür mü? Dolar 4 lira olur, ekonomide lastik patlar mı?
Bakınız, tüm bu yaklaşımlar doğru çıkabilir. Ama “hayat” genelde böyle “tecelli” etmiyor. Kötü senaryoya göre bir strateji tespit ederseniz, bozuk saatin günde iki defa doğruyu göstermesinden az biraz daha fazla haklı çıkarsınız, ötesinde hayat normal ve az sürprizli mecrasında akmaya devam eder.
Bu lafları etmemizin sebebi iş dünyasında var olan bazı tedirginliklerin bazı çevrelerde bir “paranoya”ya dönüşmüş olması.
Netice de 800 milyar dolar yıllık değer üreten 80 milyonluk bir ülkeyiz. En ince ayrıntısına kadar düzenlenmiş bir Devlet organizasyonumuz var. Diyelim, tepede bir yönetim boşluğu oluştu, hiç telaşa gerek yok. Zira Artvin’deki Tapu Dairesi de Marmaris’teki Nüfus Müdürlüğü de sabah 08:00’de görevinin başında, vakti gelen askere gidiyor, rakı içerken ÖTV ödüyoruz...
Yani, Karamürsel sepeti değiliz, bu toprakların bin yıllık aktörüyüz, engel tanımaz bir tren gibi geleceğe doğru “çuf çuf” gideriz, hep gittik.
Ha arada “Tren” sert fren yapar, sıkı tutunmayanlar kapıdan, bacadan uçar. O, onların problemidir, yoksa tren yine gider, gidecektir.
Bu cümlelerden hareketle, özellikle Türkiye ekonomisine güvenmenizi tavsiye ediyorum.

Yazarın Tüm Yazıları