Kürt meselesinde çözüm giderek zorlaşıyor. BDP ve ona oy veren geniş bir kitle, PKK ve Öcalan’ı bizim buralardan seslendirdiğimiz gibi “terör örgütü, eşkıya başı” gibi sıfatlarla değerlendirmiyor. Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar, bir televizyon programında kendileri açısından fotoğrafı açık bir şekilde ifade ediyor. Dedikleri mealen şöyle: “Devlet Kürtlere artık mutlaka bir statü vermek zorundadır. Demokratik özerklik ya da federatif yapı bu aşamadan sonra vazgeçilmez koşuldur. Bugün bölgede 4 ülkeye dağılmış 40 milyon Kürt yaşamaktadır, Kuzey Irak ve Suriye’de Kürtlerin yönetiminde coğrafi alanlar oluşturulmuştur. Bunlar Büyük Kürdistan devletinin nüveleridir. Bu bölgeler zengin enerji kaynaklarına sahiptir. Kuzey Irak yakın gelecekte yılda 150 milyar dolarlık enerji geliri elde edecektir. Türkiye enerji fakiri bir ülkedir. Türkiye, Doğu ve Güneydoğu’nun bölünmemesini ve sınır ötesindeki Kürt oluşumların sahibi olacağı enerji imkanlarından ve zenginleşecek ekonomisinden yararlanmayı öngörüyorsa Türkiye’deki Kürtlere bölünmeyi aşan bir cazibe sunulması gerekir. Aksi halde biz de bağımsız Kürdistan modeline gönlümüzü kaydırırız.” Özetle bölgeye hakim olan hava “ellerinin yükseldiği” şeklindedir. Peki, devlet ya da daha açık deyişle “Türk kanadı” böylesi bir çözüme hazır mıdır? Cevabı kestirmeden söyleyelim. “Hiçbir şekilde hazır değildir”. Üstüne üstlük kendi pozisyonunu da giderek katılaştırmaktadır. PKK’nın Antep’te olduğu gibi sivil ve savunmasız insanlara yönelik terör eylemleri, bunun yanında her gün gelen şehit haberleri, çözüm çabalarını giderek imkansızlaştırmaktadır. İçinde yaşadığımız süreç herhangi bir siyasi iktidarın cesur ve kararlı tutumlarıyla aşılamayacak bir noktadadır. Devlet ve siyasi iktidar kendi yönünden üniter yapıya zarar verecek çözümleri tartışmak bile istemez. Şüphesiz hemen herkez geçmişin yanlışlarının farkındadır. Laf salatalarını bir kenara koyarsanız bu devletin Sünni ve Türk esası üzerinden imtiyazlanmış bir yapıda kurgulandığı bir vakadır. Şimdiler, yani 21.yüzyıl, bu modelin sürdürülebilirliğinin imkansızlığına işaret etmektedir. Hayatın her alanında demokratikleşme bu ülkenin en önemli gündem maddesidir. Gelişmiş toplumların demokratikleşmeden anladığı, “bireysel haklar üzerinden” “vatandaş hukuku” ile kişi hak ve özgürlüklerinin derinleştirilmesidir. Ancak bu aşama, maalesef geçmişin hesabı görülmeden pek mümkün olacak gibi gözükmemektedir. Siz; muhafazakarı, Alevi’yi, Kürdü bir biçimde baskılamışsanız, onlarda sıra kendilerine geldiğinde, taleplerini “etnik, dini, mezhepsel” parametrelerden hareketle masanıza getiriyorlar. Böyle olunca da, modernitenin birey hakları bağlamında insanlığı sunduğu çözümler, bu coğrafya için erken, ham ve sığ kalıyor, realiteyi yansıtmıyor. Üstüne üstlük, AK Parti’nin son iki yıldır fikren ve fiilen Avrupa Birliği’nden kopuş süreci yaşaması, elinde Kürtlere karşı önerebileceği en önemli çözüm yöntemininden de onu mahrum bırakıyor. Yani diyeceğimiz odur ki, eşit yurttaş, kişi hak ve özgürlükleri ve benzeri şablonlar bu aşamada kendini mağdur hissedenleri kesmiyor. Onlar çözümlerini etnik, dini, mezhepsel temeller üzerinden arıyor. Avrupa Birliği’nden uzaklaşarak 21. yüzyıla dair yaslanabileceği en önemli ‘pusula’yı kaybeden bir anlayış, yüzde 80’in Türk ve Sünni olduğu bir ülkede etnik temelli çözüme (sandık varsa) yanaşamaz. Peki ne olacaktır? Bakınız bu toplumun, belki son 150 yılın hesabı görülmeden, yapılan yanlışlar 21. yüzyıla revize edilmeden, dengeye gelmesi nakıs ihtimaldir. Hep söylediğimiz gibi, hepimizin özlediği insani seviye, dingin ve barışık bireysellik, evvel emirde o kişilerin sahip olduğu alt kimlikleri doya doya yaşamasından, özgürce hissetmesinden sonra (ancak) yeşerebilecek bir kalitedir. Şayet Müslüman ve milliyetçi bir toplumda Kopenhag kriterlerini elitist ve jakoben “değerler” olarak görmüyorsanız (ki bu da kendince reel ve muteber bir yaklaşımdır), bize göre en az maliyetli çözüm, “gevşek üniter yapı, başlangıç tatmini sağlama, güven ilişkisini oturtma, ekonomik iç içe geçmişliği daha da yoğunlaştırma ve giderek aynı ülkede bir arada yaşamanın, etnik rezervleri de aşan yurttaş bilincini yeniden tesis etme”dir.