Paylaş
Kurun yükselmesini faizleri arttırarak dizginleyebilirsiniz.
Bu izleyişi tersine çevirip, faizleri düşürürseniz, bağlı olarak kur ve enflasyon yükselişe geçer.
Tüm ciddi iktisatçıların ittifak ettiği bu husus, faizlerin bir “sonuç” olduğu hükmünü bize vermektedir.
Sayın Cumhurbaşkanı ise yüksek faizin maliyetleri etkileyerek enflasyona yol açtığını, yatırımları engellediğini ifade ederek, ekonomide dengenin re’sen faiz düşürülmesi ile sağlanabileceğini savunmaktadır.
Bu yaklaşımda, büyüyebilmek için “dış açık” verme durumunda olan tasarruf fakiri bir ülkenin ihtiyaç duyduğu yabancı para için düşük faizle nasıl cazibe yaratabileceği sorusu “açıkta” kalmaktadır.
Mamafih belirli bir noktadan sonra, faiz - enflasyon sarmalı birbirlerinin sebepleri olmaya başlar.
Faiz geliri elde edenlerin tüketim kalıplarını artırarak talep enflasyonunu besledikleri de bilinen bir vakadır.
Pek tabii, kur ve faiz sadece ülke içi ekonomik gelişme ve tercihlerle ilgili değildir.
Hatta döviz kurlarını birinci derece etkileyen unsur ABD ve AB’nin ekonomik kararlarıdır.
Örneğin, FED’in faizleri artırması tüm dünyada doların değerlenmesine yol açmıştır.
Birkaç ay önce Trump söylemleri ile dolar euro paritesi aynı seviyeye yaklaşınca dolar kuru 3.94 TL’ye yükselmişti.
İşte bu noktada “faizleri artırmıyoruz” yaklaşımını benimserseniz, döviz kuru “alır başını gider” ve tüm dünyadan “negatif ayrışırsınız”.
Kaldı ki, faizin talimatla hareket ettiği görülmemiştir.
Nitekim siyaseten hala faiz karşıtı nutuklar atılsa da TL faizlerin hatırlı mevduatlarda %15’leri geçtiğini belirtelim.
Tamam, keşke faizler yüksek olmasa.
Ama hayat, inançlarımızdan ziyade gerçekler üzerinden yürüyor.
-----
Buca ve Bornova’daki tarihi
köşkler sahiplenilseydi
BİLİYORSUNUZ, Türkiye’nin en büyük iş örgütü TÜSİAD’dır.
TÜSİAD’ın merkezi İstanbul’dur.
Beyoğlu’nda Odakule’nin arkasında tarihi değeri olan Baudouy (Bodvi) Binası’nda faaliyet gösterir.
Bahse konu bina 5 katlıdır, 1800’li yıllardan kalmadır, TÜSİAD tarafından harap haldeyken alınmış ve 1992 yılında restore edilmiştir.
Görmeyenler için söyleyelim. Öyle çok büyük bir bina da değildir.
Bakınız gerçek anlamda “kentli” addedilmek, evvel emirde belirli bir estetik olgunluğa ve zarafete sahip olabilmektir.
Ancak öyle anlaşılıyor ki, bizim şehrimizde bu anlayış farklı yorumlanıyor.
Yeni yapılan İzmir Ticaret Odası Binası’ndan söz ediyorum.
Nerede başladığı, nerede bittiği belli olmayan, arkasını, önünü, sağını, solunu bloke eden “yarı kamu” binasından.
Mesele yasal olup olmaması değildir.
Oysa, bir iş örgütü, tarihsel bir Oda, böyle mi davranmalıydı?
Bin kere söylendi.
O yer bir park olmalıydı.
Eski İzmir’e doğru bir gayretin başlangıç vuruşu yapılabilirdi.
Ticaret Odası, keşke Buca’da, Bornova’da tarihi köşklerimizin birine sahiplenip, tıpkı TÜSİAD gibi bir “kalite ışıltısı” gösterebilseydi.
Ama, heyhat, lafa gelince mangalda kül bırakmayanlar, mevzu “inşaat” olunca, nedense kendilerini kaybederler.
-----
Çıpasız kaldık anne
TÜRKİYE’de ekonomik büyüme “pupa yelken” giderken sürekli “çıpa”larımızdan söz ederdik.
Mesela, AB sürecinde bahar havası, IMF kontrolü, kamu borcunun milli gelire oranı, kamu bütçe disiplini, güvencelerimizdi.
Şimdilerde tüm bu “çıpa”lar ortadan kalktı, kalkıyor.
AB ile ilişkiler neredeyse bitti.
IMF borcu kalmadı, iyi bir şey... Ama özel sektörün döviz yükümlülükleri aşırı ölçüde artıyor.
Kamu finansman dengemiz de sallanmaya başladı.
Reyting kuruluşları, top yekün alarm veriyor.
İşlerin şirazesinden çıkmaması için acil bir vergi paketi devreye alındı.
En kolay yöntem taşıt araçlarına yüklenmekti.
Yani bir garip arabanın “zürriyetine” neden bu denli yüklenilir, insafsız buluyoruz.
Kurumlar vergisi oranı, ABD dahil, tüm ülkelerde aşağı giderken, bizde üç yıl için 2 puan artırılıyor.
İmar rantlarına ise dokunmak işlerine gelmiyor.
Hani, amaç bütçe disiplinini tesis etmek ise boynumuz kıldan incedir.
Ama, “İtibardan tasarruf olmaz” diyen “bol pardonlu” bir anlayışın faturasını ödemek de pek hoş olmuyor.
Paylaş