Paylaş
SON bir aydır hepimizin ağzında 90’lılar kuşağı.
Adeta pek çoğumuz yeni keşfettik.
Esasında bu kuşak gökten zembille inmedi.
Tüm dünyada, bu arada ülkemizde uygulanan neoliberal politikaların sosyal bir çıktısıdır bu gençler.
Kapalı ekonomiler, baskıcı yönetimler, farklı düşüncelerin belirmesine ve serpilmesine uygun ortamlar sağlamaz.
Meseleye bu yönüyle baktığınızda, 90’lar kuşağının tohumları Turgut Özal’ın 24 Ocak 1980 kararları ile atılmıştı.
Oyununu kurallarının daha disiplinli hayata geçişi Kemal Derviş’le gerçekleşti.
AK Parti 2002 yılında iktidar olunca söz konusu politikaları tam anlamıyla sahiplendi ve bugünlere geldik.
Neoliberal politikalar bilgi toplumunun ürünleriyle en başından bir takım oyunu anlayışı içinde oldu.
Mevcut iktidarımızın da bu politikalardan farklı tutum aldığını söyleyemeyiz. Nitekim öğrencilere milyonlarca bilgisayar tabletinin verilme kararı bunu teyit etmektedir.
Yani diyeceğimiz odur ki, 90 kuşağı fenomeni, büyük ölçüde AK parti’nin eseridir.
Dolayısıyla, kendi düşen ağlamaz.
İktidar sızlanacağı yerde, tercih ettiği ve savunduğu politikaların bir sonucu olarak oluşmuş bu genç insanlarla iftihar etmeli, 3-5 yıl sonra gelecek olan Z kuşağını şimdiden kabullenmeye ve kavramaya çalışmalıdır.
Nazar etme ne olur alış senin de olur
BAZI dönemlerde genele yönelik duyduğumuz rahatsızlıkları seçtiğimiz bir kavram üzerinden simgeleştiririz. Bu kavram tam anlamıyla “günah keçisi” olur.
Son zamanların kurbanı da, bu anlamıyla AVM’ler.
Alışveriş merkezi olgusu hayatımıza son on yıldır dahil oldu.
Bugün tüm ülkede yüzlerce AVM var.
AVM’ler betonlaşmanın, otantik ve tarihi ticaret dokusunun yok edilmesinin ve hatta “Mali oligarşinin” dinmek bilmeyen bir iştahla halkımızı sömürmesinin bir sembolü haline getirilmeye çalışılıyor.
Tamam, negatifleri hepimiz biliyoruz.
Ancak galiba insaf ölçüsünü kaçırıyoruz.
Netice itibariyle AVM, biz normal tüketiciler yönünden,
a- Hoş bir sosyal ortamdır, trafiğe kapalıdır, düzenlidir.
b- Park yeri problemi minimumda yaşanır.
c- Kışın sıcak, yazın serindir.
d- Kapalı ortamı sevmeyenler için açık hava seçeneği sunmaktadır.
e- Mağazaların tamamı kurumsaldır.
f- Bu sebeple daha hijyendir, derli topludur, işporta çığırtkanlığına rastlayamazsınız.
g- Kayıt dışı ekonomi yoktur, her dükkan fişini, faturasını keser.
i- Rekabetçi bir ortam olduğu için kalite ve fiyat ilişkisi tüketici lehinedir.
j- Buradaki dükkanların çok önemli bir kısmı yerli sermayedir ya da ürünleri Türkiye’de üretilmektedir.
Yani, sözün özü hiç de “kabus” yerler değillerdir.
Tamam, her yere açılmasın, yeşili yok etmesin, ama “cüzzamlı” muamelesi çekilmesin.
Bir meslek grubu olarak esnaf odalarının AVM’lere yönelik antipropagandasını saygıyla karşılıyoruz, ancak tüketicinin de aklını bu kadar karıştırmaya kimsenin hakkı yok.
‘İleride ne olur’ falı
ŞAYET AK Parti, Batı’ya sırtını çevirir, içe döner, bağlı olarak ekonomiyi küçültür ise,
Tıpkı “fakir ama onurlu” mottosu ile heyecanlanmaya devam eden ulusalcılarla, hatta Silivri erkanıyla zaman içerisinde, düşecek olan oylarının paralelinde, bir yakınlaşmaya meyillenebilir.
Neyi nasıl paylaşacakları bahsi-diğerdir.
Şayet AK Parti, özgürlükleri genişletmeyi misyon etmeyi sürdürür, son dönemlerine bir çeki-düzen verirse,
Topyekün demokratikleşmeyi savunan, başta BDP olmak üzere, çağı temsil eden eğilimlerle giderek daha yakınlaşır. Buna 90’lılar da dahildir.
Şayet AK Parti, her türden seçmen eğilimini gıdıklayarak, nabza göre şerbet vererek, “orada öyle, burada böyle” konuşmaları tercih eder ve havucu daima ileride tutup kısa vadede seçim kazanmayı hedeflerse,
Bu samimiyetsizliği teşhis edilir, her eli kalem tutan, ağzı laf yapan “Münevverler” tarafından giderek daha ağır eleştirilir.
Zaten bir müddet sonra da bölünmesi kaçınılmaz olur.
Şayet CHP, kendi partisi içinde “demokratik çeşitlilik” kandırmacasını sürdürerek, birbirinden tamamen farklı, biri Hanya’da, diğeri Konya’da yaklaşımlarına devam ederse,
İlk fırsatta oluşacağı anlaşılan ve çağdaş sosyal demokrat normları da içeren bir merkez partisine oylarını kaptırır.
CHP şayet, tamamen ulusalcıların kontrolüne geçecekse, bu durumda muhtemelen Kemal Kılıçdaroğlu da tasfiye edilir, tamamen silinmez ve fakat yüzde 10’lar civarında oy alan bir partiye dönüşür. Bu aşama sonrasında MHP ile nişan hazırlıklarına tanık oluruz.
Gezi’ye çökmeyin
“Mustafa Keser’in askerleriyiz” Gezi ruhunu yansıtan en önemli sloganlardan biriydi.
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganına mizahi bir itiraz içeriyordu.
Esasında, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını seslendirenleri anlamak güç.
Bir kere, niye Atatürk değil.
Mustafa Kemal tekil olarak kullanılınca 1920’lerin koşullarında makul olan ve sonrasına dair bizzat Atatürk’ün bile hedeflemediği bir rejim anlayışını (sanki) işaret ediyor. Bu durum tabii ki “Gezi Ruhu” ile örtüşmüyor.
Ayrıca, “askerleriyiz” lafı “açık vesayetçi” bir çağrışım içeriyor.
Neden militarist bir kelime tercih ediliyor, mesela “gençleriyiz, çocuklarıyız” denilmiyor.
Hal böyle olunca da bu sloganı, bilinçli gençlerin bünyesi kabul etmek de zorlanıyor.
Gezi Parkı’nın özgürlükçü enerjisinden siyasi rant devşirmeye çalışanlar hayal görmesinler.
CHP’nin ulusalcıları, lütfen Sırrı Süreyya Önder’in dediği gibi, Gezi Parkı’na siyaseten “çökmeye” çalışmayın.
Bunu çok az kimse yer.
Paylaş