Kadrolaşma inadı kırılmalı

Haberin Devamı

İKTİDAR, Cemaat’e yönelik “paralel devlet” vurgusunu yaparak bir tasfiye süreci başlattı.
Meşhur bir laf vardır. “Her iktidar kendi kadroları ile çalışır.”
Bu yaklaşım “yürütme” için, özellikle üst düzeyde geçerli olabilir.
Ancak, “yargıda” iktidara yakınlık anlayışı üzerinden hareket edilirse, “erkler ayrılığı” ilkesi zedelenir.
Şu anda zihinlerde beliren soru da budur.
Tamam Cemaatçi yargı mensupları pasifize edilsin, ama yerine kimler geliyor?
Neticede iktidarı kollayan bir kadrolaşma tercih edilecekse, normal vatandaş yönünden sakıncalı bulunan “öz” değişmemiş oluyor.
Yargı, tarafsız, adil hissiyatını millete geçiremediği, hakim vicdanının sadece evrensel hukuk normlarından beslendiği duygusunu 76 milyon insana veremediği müddetçe, iktidarın mevcut çabasına hak vermek mümkün gözükmüyor.
Bir yanlış, diğer bir yanlışlıkla düzeltilmemeli.
Maalesef AK Parti’nin bu gibi konularda sicili pek parlak değil.
12 yıla yaklaşan iktidar süreleri içinde objektif liyakat esaslarına uyarak kadroları oluşturdukları izlenimi hiç vermediler.
Bu yaklaşımlarında, sempatileri olduğunu bildiğimiz “İhvan”ın “sadece bildiklerinle çalış” ilkesinin izlerini görmek mümkün.
Sayın Başbakan, iktidarlarının ilk yıllarından itibaren hep “sabote” edilme duygusu ile yaşadı.
Esasında pek de haksız sayılmazdı.
Ama artık Türkiye bu endişeyle yönetilemez seviyeye geldi.
Şayet önümüzdeki seçimler yine bir AK Parti iktidarını gündeme getirecekse, bu “kadrolaşma” alışkanlığından bir an önce sıyrılmaları gerekir.
Aksi takdirde “Devlet Gemisi” su almaya devam eder.

Haberin Devamı

Sıktılar artık

BU ülkede hemen her şey siyasi tartışmalara endeksliymiş gibi geliyor.
Oysa bu yaklaşım doğru değil.
Tamam, uyumlu ve istikrarlı bir devlet yönetimi çok önemlidir.
Ama bu ülkenin kendi içinde çalışan, çabalayan dev bir ekonomik düzeni var.
Yine, maliyesinden tapu dairesine, orman idaresinden belediyelerine durmuş, oturmuş bir kamu örgütlenmesi var.
Yani bu ülkede, ticaret dahil, devletin kurallarıyla hayat devam ediyor.
Şüphesiz siyasi gerginlikleri herkes dikkatle takip ediyor.
Ama neticede, “tüm bu rahatsızlıklar hayatın her alanını bloke edecek” diye bir durum da yok.
Bir noktadan sonra, devletin kalan kısmıyla insanlar işine bakmaya başlamıştır.
Hiç kimse “tepelerde tepişme sürgit devam etsin” diye iktidarları seçmiyor.
Sanki her kesimde giderek, bu bitmez tükenmez çekişmelere bir ilgisizlik hali doğmaya başladı.
Hele ekonomik oyuncular, tepişmenin yaratacağı sapmaları da bütçeleyerek, biraz da “lanet olsun” duygusuyla işlerine devam etmektedirler.
Ha, siyasetin bu denli ”yorucu” hale gelmesinin bir faturası yok mudur?
Unutmayın, 2001 krizinde, dipten gelen bıkkınlık dalgası bir seçimde pek çok siyasi partiyi tasfiye etmişti.
Seçimler yaklaşıyor. Siyaset kendi bildiğince çalıp oynamaya devam etsin. Gördüğümüz, milletin ciddi manada bunlardan sıkılmaya başladığıdır.

Haberin Devamı

Faizler artsın mı?

ŞU anda ekonomide “Faizler artırılmalı” baskısı yaşanıyor.
Yüksek faiz, bu ülkenin en temel problemi olan tasarruf oranını yükselten bir faktör.
Eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, tasarrufun gelirin büyüklüğünün yanı sıra getiriyle ilişkisini hep vurgular.
Beri yandan, faiz artınca, sıcak parayla cari açık finansmanı kolaylaşıyor.
Bu defa bollaşan sıcak para tüketimi kamçılıyor ve tasarruf oranını aşağı çekiyor.
Yani, bir önceki saptamanın aksine, “faizi kontrol et, döviz kurunu serbest bırak” gibi bir sonuç ortaya çıkıyor. Bu görüşü savunanlara göre, ihracata yönelik bir ekonomi teşvik edilmiş oluyor, ülke içi tüketim mecburen kısıtlanarak uzun vadede tasarruf oranı arttırılıyor.
Ama bu iş akşamdan sabaha olmuyor. Hatta bu bir yapısal dönüşüm modeline işaret ediyor.
Oysa akut cari açık problemimiz için faizlerin yükseltilmesi de elzem gözüküyor.
Yüksek kur, ara mal ithalatını artırmadan ihracata fayda sağlayamıyor. Bu defa ithalat artıyor.
İthalatın içeride katma değerli ürüne dönüşüp ihracata konu edilmesi, sorunun çözümü olarak görünüyor.
Ama bu da yapısal dönüşümü gerektiriyor.
Özetle, Ar-Ge, inovasyon, markalaşma, ihracatı teşvik, ülke içi az tüketim, gönüllü ya da zorunlu yüksek tasarruf, vergi reformu…
Hepsi bir arada gerekiyor, doğrudan yabancı sermaye yatırımı ve huzurlu, istikrarlı bir ülke eksik parçaları bütünlüyor.

Yazarın Tüm Yazıları