Paylaş
Bu hafta dört günümü İstanbul’da geçirdim.
Bu kent kendi içinde kaynayan, sinerjisi ile fıkır fıkır bir yerdir. Daha doğrusu “yerdi” demek durumundayız.
Sanki “hayat” birkaç kademe volümünü azaltmış gibi.
İstanbul hizmetler sektörü üç ayrı cepheden beslenir.
Birincisi; Anadolu’dan insanlar buraya hem ticaret hem ziyaret için gelir. Diğer deyişle, İstanbul’a gelmişken bu güzel yerin keyfini çıkartmak farzdır.
İkincisi; Gerek yabancı gerek yerli turistlerin yoğun ilgi gösterdiği gözde bir kenttir.
Üçüncüsü; İstanbul’da yaşayanlar “bir başka türlü enerjiktir”. Günün yorgunluğu, trafik cefası demezler, yine geceleri sokağa çıkacak mecali bir biçimde bulurlar.
Ancak, vurguladığımız gibi o bildiğimiz İstanbul sanki kan kaybediyor.
Bu durumun ana sebebi; terör, darbe girişimi ve bunların sebep olduğu travma.
Kendi adıma, günlerce bu kentte kalıp, Beyoğlu’na gitmemek, mümkün değildi.
Ancak, kenarından bile geçmedim.
Mesai saatleri dışında trafik en az “üç tık” aşağıda idi.
AVM’ler, restoranlar... Sessiz, sakin, müşteri gözleyen durumundaydı.
Gazeteler İstiklal Caddesi’nde kiralık ilanlarının zirve yaptığını yazıyorlar.
Özetle, bu durgunluk yaz rehaveti ile açıklanamayacak kadar “bariz” ve bağlı olarak ekonomi için “tatsız”.
Bu kentte başlayan bir olumsuzluk, dalga dalga Anadolu’ya yayılır.
Umarız gözlemlerimizde yanılıyoruzdur.
-----
Mutlu olmaktır amacımız
BU memlekette kendilerini çok farklı zanneden insanlar yaşıyor.
Esasında her “koyu muhafazakar” ya da “katı bir laik” uzak olduğunu düşündüğü değerlerin izlerini hamurunda taşır.
Şüphesiz bir yönünü daha ön plana çıkartabilir ama bu topraklarda hep birlikte yaşıyor olmanın, aynı havayı solumanın, suyunu içmenin getirdiği müthiş ortak paydalara sahibiz.
Ama, maalesef “ağızlarımız” öyle söylemiyor.
Marjinalleri geçin. Zaten onları kaale almıyoruz.
Final tahlilde hepimizin amacı “mutlu olmak”.
Din de felsefe de demokrasi de bu amaç için var.
Tüm sorun, kendimize dair mutluluk formülünün diğer insanlar için de geçerli olması gerektiğini düşünmemiz ve bu düşüncemiz doğrultusunda herkesi kapsayacak bir gayretin içine girmeye kalkmamız.
İşte bu yanlış, insanlığa “huzur” getirmiyor.
Şüphesiz kendi aklımızı beğenmekte özgürüz ve haklıyız.
Ama nedense bu noktada durmayı beceremiyoruz.
Genellikle ipin ucunu kaçırıp, koca koca din kuralları, ideolojiler imal ediyor, birbirimizin tadını kaçırıyoruz.
Oysa kendi aklımızı bloke eden değerlerimiz hiçbir şekilde abarttığımız ölçüde önemli değildir.
Bağlı olarak, tercihlerimizi vazgeçilmezlerimiz rütbesine yükseltip, “gizli tereddütlerimizi” başkalarını “infaz ederek” gidermeye çalışmamız en önce kendimize, sonra ülkeye haksızlık.
Yani, üç aşağı beş yukarı aynı insanlarız.
Şu kısa ömürde mutlu olmaya çalışan biz fanilerin kendinden menkul dayatmalarla birbirlerini mutsuz etmeye hakları yok.
Sanki siyasilerimizde de böylesi bir “ampul” yandı.
Hadi hayırlısı...
-----
Yaraları sarma zamanı
DEVLET bir organizasyon.
Öyle seçimle geldim, A’dan Z’ye yapıyı değiştiririm, “milletin aynası” haline getiririm gibi iri laflar ettiğinizde, işleri çarşafa doluyorsunuz.
Hatırlayın 12 Eylül 1980 öncesi, Pol-Bir, Pol-Der, Ülkücü, Devrimci, Faşist, Komünist diyerek sistemi tahrip etmiştik.
Yine 2001 krizi öncesinde, Anayasa kitapçıkları fırlatarak, bütçeyi, faizleri hoplatarak lastiği patlatma noktasına gelmiştik.
Halbuki, tek şiarı ülkede yaşayanlara hizmet vermek olan bir Devlet anlayışına sahip olsak bu ızdırapların hiçbiri yaşanmazdı.
Şimdi yine aynı hata yapıldı.
Devlet, belirttiğimiz gibi, hizmet odaklı müesses bir nizamdır ve bu bilince sahip bürokratlar eliyle yürütülür.
Hakimi güven abidesidir, maliyecisi bilgilidir, adildir, askeri, polisi sevecendir, iftiharımızdır...
Tapusu, Nüfus İdaresi, Belediyesi, hep bir “garson” duygusu ile hareket eden, haddini bilen, birlikte bir arada yaşamanın icab ettirdiği bir organizasyon olmalarının ötesinde bir anlam taşımadıklarının bilincinde olan, özetle Devletin “bizler” için var edilmiş bir yapı olduğunun farkındalığında bir seviyeye gelinmesi gerekiyor.
An itibariyle, bermutad, yine bu organizasyonu aşırı zedeledik.
Artık, aklımızı başımıza toplayıp, yaralarımızı sarma zamanıdır.
Paylaş