Paylaş
Bir Roman’ın kendisini ifade ederken “bizler neşeli insanlarız, her kapı gıcırtısında oynarız” şeklinde şirinlik ihraç etme baskısı altında kalması daima içimizi acıtmıştır.
Romanlar, hep biliyoruz, bu ülkede ikinci sınıf vatandaş muamelesi görürler.
Maalesef çoğumuzun zihninde, ne ayıptır ki “dikkat edilmesi gereken” kişilerdir.
Bu önyargımız ister istemez bahse konu mazlum insanları tedirgin ediyor, sıkıntısız kabul gördükleri tek alan olan “neşeli müzisyen” pozisyonundan kalplerimize el uzatmaya çalışıyorlar.
Oysa Romanlar her daim fakirler, iş–aş sorunu yaşıyorlar, adi suçlara adeta itekleniyorlar...
Yani, öyle mutlu olmaları için çok fazla sebepleri yok.
Hatta tüm dünyada uğradıkları ayrımcılıklar nedeniyle, “dramlarının” ciddiyetle savunulması ihtiyacı içindeler.
İşte işler bu noktadayken Özcan Purçu, konuşması ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni kahkahalara boğdu.
Sanki, “İyi ki vekil seçmişiz onu, bir güzel hepimizi eğlendirmeye devam ediyordu...”
-----
Arada kalan pembe bulutlar
HAVALARIN soğuk, işlerin acaip yoğun olduğu aralık-ocak aylarında keyifli olma konusunda sebep bulmak zordur. Hatta sabırla bir an önce “birinci cemre”nin düşmesi dört gözle beklenir.
Psikolojimiz bu haldeyken, durumu daha da vahim hale getirip, ülkemize dair can sıkıcı meseleleri gündeme getirmek, zaten tekrar düşmeye başlayan “tüketici güven endeksine” darbe vurmak anlamına geliyor.
Bu cümleden hareketle, Türkiye’ye ilişkin bazı pozitifleri ön plana çıkarmakta yarar var.
- Genel ve yerel seçimler maratonundan çıktık. Bu iyi bir şey. Dört yıl rahatız.
- Gönlümüzden geçenin olup olmaması bir yana, “tek parti” iktidarı da iyi bir şeydir. “Siyasi” ve bağlı olarak “ekonomik istikrardır”.
- AB ile ilişkilerimizde az da olsa bir ısınma yaşanmaya başladı. Bu yolda alacağımız her mesafe “otokratik özentilerin” törpülenmesi demek.
- ABD ve İsrail’le ilişkiler yumuşamaya başladı. Hani, “uluslararası toplum” diye isimlendirilen bunlardır. Mevcut dünya ve bölge dengelerinde onlara “atarlanma” şansımız yoktu.
- Enerji maliyetlerimiz düşüyor. Diğer bir değişle cari açık problemimiz 30 milyar dolarlık seviyeye geriliyor. FED’in faiz arttırımına başladığı bu süreçte çok talihli olduğumuzu idrak ediyor olmamız lazım.
Zorladığımızda, akla gelen “iyi şeyler” bunlar.
Kötüleri, yürek daraltılanları, hep biliyoruz, müsaadenizle bilerek ihmal ettik.
-----
Yakışıyor mu?
KARŞIYAKA, PTT 1. Ligi’nde bile en dipte. “Nedir bu ya” diyerek isyan edesiniz geliyor.
İş lafa, küfür etmeye, futbol terörü yaratmaya geldiğinde bir takım “Kaf Kaf”lardan daha önde olanı yok.
Bu neviden holigan tipleri kaale almıyoruz. Zaten kişisel fedakarlık gerektiren her projede bu arkadaşlar toz olurlar.
Ama KSK, 104 yıllık bir camia.
Halihazırda kulübün değerlerinin bilincinde olan çok sayıda saygın kişi var.
Ancak bu denli birikime rağmen bir türlü kurumsal düzen oturtulamadı.
Basketbolda Yaşar Holding’in disiplinli tutumu ile farklı bir çizgi var.
Futbol ise tam bir karakucak düzeninde.
Göztepe ve Altınordu, belirli bir plan ve program dahilinde hareket edildiğinde ne gibi sonuçlar elde edilebileceğinin canlı örnekleri.
KSK’da ise aynı paralar harcanıyor olsa da tam bir karmaşa hakim.
Erdal Acar’ı hala çözemedik. Tamam para veriyor, tamam iyi niyetlidir, itirazımız yok.
Ama, kalıcı mı, gidici mi, kurumsal sabır sahibi mi... Bunlar bir türlü belli olmadı.
Neticede tarihi bir kulübe yazık ediliyor.
Ancak Karşıyaka öyle bir mücevher ki, gün gelecek bu işlere Göztepe ve Altınordu kıvamında sahiplenecek birileri çıkacak, tüm yükü Holding’e bırakmadan, camianın ileri gelenlerini de ikna ederek, yeşili zümrüte, kırmızıyı yakuta döndürmeyi başaracaktır.
Yani öyle olmasını umuyoruz.
Paylaş