Paylaş
Birincisi Merve Küçüksarp’ın “Hazan Vakti İzmir, 1922” kitabını okurken işgal yıllarında kentte kanalizasyon sistemi olmadığı, olan yerlerde boruların üstünün açık bırakıldığı, bu yüzden zamanla bozulduğundan söz ediliyordu. Rıhtıma yakın mahallelerde, nüfuzlu ailelerin oturduğu yerlerde sokaklar nispeten yeni olduğu için koku az hissedilirken, şehrin doğu yakasında müslümanların yaşadığı yerlerde kesif ve keskin koku daha fazlaymış. Roman kahramanı Sporting Club’de bu kokudan mutsuzluğunu ifade ediyordu. Anlaşıldığı üzere bu güzel kent bu sorunu hep yaşamış. Bir akademisyen geçenlerde koku probleminin geçmişinin binlerce yıl öncesine dayandığını açıklamıştı.
İkinci anekdot, değerli işinsanı ve sivil toplumcu Yılmaz Temizocak bir sohbet esnasında İzmir’de 1950’li yıllarda bir belediye seçiminde başkan adayının vaad olarak açıkta akan kanalizasyonun yerin altına alınarak doğrudan körfeze deşarj edileceğini müjde olarak açıkladığını, bu habere dair gazeteyi sakladığını söylemişti.
Hani, uzakta, açıklarda deşarjdan söz edilmediği anlaşılıyor. Bu sebeple, mesela 1960’lı yılların sonralarında Güzelyalı’da denize yaklaşılamaz hale gelinmişti. Bu arada Güzelyalı’nın eski adının da “Kokaryalı” olduğunu hatırlatalım.
Üçüncü anekdotun sahibi ise, yine çok değerli Uğur Yüce’den. Bilindiği üzere sevgili Mahmut Özgener’in dedesi Osman Kibar bu kentin efsanevi belediye başkanlarındandır. “Asfalt Osman” lakabıyla anılan Osman Kibar’a hayli yaşlı olduğu bir dönemde, hasta yatağında Uğur Yüce sorar; “Osman Amca” der; “Ne oldu da Kordonboyu’ndaki o güzel köşklerin 8 katlı apartmanlara dönüşmesine izin verdiniz?” Zaten 1957 yılından beri eksilmeye başlamış tarihsel doku ile ilgili Osman Kibar “Milli Birlik Komitesi’nden (1960 ihtilalinin en yetkili kurumu) gelen bir teleks emrinde İzmir’deki Yunan ve Hıristiyan izlerini siliniz, işleme o dönemi temsil eden binalara öncelik vererek başlayınız” diye bir emir aldığını ve bu talimat sonrasında da 1963 yılına gelindiğinde o tarihsel mirasın büyük ölçüde yok olduğunuifade etmiş. Bu anekdot bir anlamda Osman Kibar’a hep yöneltilen bir ithamın haksızlığına işaret etmesi yönünden önemlidir ve tarihe bir not düşmek için özellikle bu yazının konusu edilmiştir.
YOKUŞ TAŞLARI
BİR ülkeyi yönetmek, bir kentin ya da büyük bir şirketin en tepe yönetici olmak çok boyutlu kaliteler gerektirir. Yöneticinin öncelikli olarak sorunlara yaklaşımını bütünlüklü bir bakış açısına oturtması icap eder. Ama en az onun kadar önemli olan, sorun çözücü bir yönetim anlayışını hayata geçirebilmesidir. Bir ülke, bir kent, bir büyük şirket bizatihi zaten bir “sorunlar yumağı”dır. Asla unutulmamalıdır ki, “bir büyük sorun küçük sorunların toplamından ibarettir” ve her biri çözülmek için işi bilenlerine teslim olmayı bekler.
Her sorun esasında bir yönüyle “insan”a dairdir ve ona bir şekilde temas eder. Bu sebeple sorunun bileşenlerini kavrayan, empati oluşturan yaklaşımlar hızlı çözümlerin panzehiridir. Bu anlamıyla; “imece ve kooperatif” anlayışları benimseyen, “paylaşımcı” bir zihniyeti samimi bir çabaya dönüştüren tutumlar en çapraşık meseleleri eritmeye muktedirdir. Pek tabii sorunu ele alışın kurumsal ve rasyonel bir akılla çerçevelenmesi, iyi planlanmış bir stratejinin alt ürünleri şeklinde hayata geçirilmesi esastır.
Diyeceğimiz; Pratik, pragmatik, sonuç odaklı, hızlı, steril, düzgün, uydurukçuluğa düşman iş tutuşları, moral rüzgarlar esmeye başladığında dertler birbiri ardına çözülmeye başlar. Eveleyen, geveleyen, gerekçe üreten, binbir dereden su getiren, tembel ve paslanmış tavırlardan ise ancak “yokuş taşı” olur.
Paylaş