Paylaş
Geçen hafta Alaçatı’da geleneksel hale gelen balık tutma yarışlarında 63 iş insanı tekneleriyle birkaç kategoride kıyasıya yarışmak üzere denize açıldı.
Günün sonunda “en büyük balık yakalama” kategorisinde hoş bir sürpriz yaşandı.
24 yaşındaki Mert Cemal Bigalı, Fidato isimli teknesiyle 305 kiloluk bir mavikanat orkinos yakalayarak uzun yıllar kırılamayacak bir rekorun sahibi oldu.
Hani, bilenler bilir, oltayla bu boyutta bir balığı çekebilmek muazzam bir tecrübe ister. Sevgili Mert’le konuştuğumuzda, yeteneğinin aile mirası olduğunu, dedesi Cemalettin Bey’in “Sevda” isimli balıkçı kayığı ve oltasıyla 70’li yıllarda adeta körfezi kurutmasının öyküleriyle büyüdüğünü, babası Feridun Bigalı’nın ise çocuk yaştan itibaren kendisini yetiştirdiğini söyledi.
Organizatörlerin 10 metrelik bir tekneyle elde edilen bu başarının dünyada bir ilk olduğunu ifade ettiklerini de belirtelim.
Tebrikler Fidato ekibi...
-----
Marka şehir trendi
İZMİR Ticaret Odası Başkanı Mahmut Özgener çok isabetli bir tespit yapıyor.
“Bugünün dünyasında” diyor ve ekliyor; “artık ülkeler yerine şehirler ön plana çıkmaya başlamıştır.”
Bu anlamıyla İzmir’e dair bir vizyon belirlenirken, tüm ülke vurgusu yerine “şehir” imajının pazarlanmasına işaret ediyor.
Esasında dünyadaki trend de bu yönde.
İnsanlar, Çekoslovakya’yı değil Prag’ı merak ediyor, İspanya deyince önce Barcelona ve Bilbao’yu görme derdinde, ilk yurtdışı seyahatlerini Paris’e yapmak istiyor...
İstanbul ve bir ölçüde Antalya bu konuda hayli mesafe almış durumda.
Hani, rehabilite edilmiş Kemeraltısı, tertemiz denizi ve plajlarıyla Körfezi, civardaki tatil beldeleri, arkeolojik zenginlikleri ile İzmir, hele bir de keyifli insan dokusu eklendiğinde tam bir Akdeniz kentidir.
Beceremiyorsak bizim suçumuz.
Ne var ki, politik ve ekonomik iklim böylesi bir çabaya pek müsait gözükmüyor.
Tüm dünyada son 10-15 yıldır tekrar bir “içe büzülme” dönemi yaşanıyor.
Sanki ulusal değerler daha bir ön planda.
Bağlı olarak, bir şehrin kendi başına, kendi yoluna gitmesi pek teşvik edilir bir şey değil.
Yanı sıra, “Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Şartı” ile yerel yönetimleri güçlenmiş bir Türkiye’de böylesi bir girişim daha başarılı olabilir.
Bahse konu “şart” maalesef şu anda Türkiye’ye çok uzak.
Ayrıca, son dönemlerde gelen bir düzenleme ile kamu gelirleri bir “havuz” sistemi içinde merkezileştirilmiş durumda.
Yani “bütçe özerkliği” şehir imajının inşasında son derece önemlidir.
Diyeceğimiz, Özgener’e tüm yüreğimizle katılıyoruz ve bu konuda mesafe alabilmek için, yerel yönetimler ile STK’ların özel bir planlama yapmaları gereğine inanıyoruz.
-----
Otokratik kapitalist olabilmek
EKONOMİ kalkınma ile demokrasi arasında doğrudan bir ilişki olduğu hep savunulur.
Zira demokrasinin ancak bir hukuk düzeninde yaşayabileceği, istikrar ve güven ortamı oluşturacağı varsayılır.
Bu düşünce doğrudur.
Ama bu hususun ekonomik kalkınmanın olmazsa olmaz koşulu olduğu tartışmalıdır.
Tipik örnek “Çin”dir.
Otokratik Kapitalizm denen bir yönetim anlayışı ile ülke ekonomisini adeta uçurdular.
Peki bu nasıl oluyor?
Anladığımız, evrensel hukuktan nasibini almamış olsanız da bir biçimde, yağmur gibi gelen dış yatırımcılara “güven” verebilmeyi sağlamanız gerekiyor.
Açıkça bahse konu diktatöryel yapı, vaat ettiklerine dair hiçbir şekilde yanlış yapmayacağı, kuralları “maç oynarken” değiştirmeyeceği güvencesi veriyor ve buna aynen riayet ediyor.
Bu yönü ile meseleye baktığınızda son dönemlerde Türkiye’de dövizli işlemlerin yasaklanması gibi sürpriz uygulamalar yabancı yatırımcıyı şaşırtıyor.
Hani bazı konularda oluşan bir aksaklığı tamir çabası genele yönelik düzenlemelerle aşılmaya çalışıldığında, maalesef çarşı karışıyor ve istikrar ilkesi zaafa uğruyor.
Diyeceğimiz, tamam “demokratik kapitalist” olmak konusunda ivmemizi kaybettik, ama hiç olmazsa “otokratik kapitalist” olmayı becerebilmemiz gerekiyor.
Paylaş