Paylaş
Suni gündem, Osmanlıca tartışması.
Esasında suni demek de haksızlık. Bu neviden pek çok hususun üstü örtülmüştür ve cumhuriyet nesillerinin bilgi ve ilgisine girmesi adeta yasaklamıştır.
Cumhuriyet, belirli bir dünya görüşü olan, bu görüşlerine paralel ülke tasavvurları olan ve yüzleri Batı’ya dönük bir kadronun iktidara hakim olmalarıyla başlamış bir projedir.
Sonuçları itibariyle artıları çok çok fazla olmuştur.
Sürpriz değil
Ancak her devrim gibi katı ve köşeli uygulamaları bazı tahribatlara da yol açmıştır.
Bunlardan bir tanesi de harf devrimi nedeniyle geçmişle yaşanan kopukluktur.
Esasında harf devrimiyle Osmanlıca’dan vazgeçilmemiştir. Değişen, Arap alfabesi yerine latin alfabesinin kabul edilmiş olmasıdır.
Pek tabii geçmişini yazılı metinler üzerinden anlamayan nesillere yol açan bu tip keskin kararlar, esasında Osmanlı döneminde de hep tartışılagelmiştir. Yani bu uygulama ani ve sürpriz değildir.
Neticede yapılmıştır. İyi de olmuştur. Modern dünyayla entegrasyona hizmet etmiştir ve fakat bu tercih, vurguladığımız gibi, geçmişiyle ilişkisi zedelenen bir toplum fotoğrafı oluşturmuştur.
***
Çölleşen Türkçe
Osmanlıca’yı anlamamamızın sebebi iki tanedir.
İlki, Osmanlıca’nın Arapça alfabesidir. İkincisi, Türkçe’nin Arapça ve Farsça lisanlarının etkilerinden hoyratça ayıklanması çabasıdır.
Türklük ideolojisi üzerinde alternatif bir yapı oluştururken ifrata kaçılmış, ‘dili özleştiriyoruz’ diyerek zengin Osmanlı Türkçesi sığlaştırılmıştır.
Bugün o kutsadığımız Türk Dil Kurumu’muzun yaşayan Türkçe’yi ne denli çölleştirmeye çalıştığını daha bir idrak edebiliyoruz.
Türkçe, kifayetini başta Arapça ve Farsça olmak üzere diğer dillerden aldığı desteklerle zenginleştirmiştir.
Dilin kalitesi
Osmanlıca da bu bilinçle, bir imparatorluk realitesinden hareketle geliştirilmiş, kültür ve medeniyetimizin zengin bir şekilde ifadesine imkan sağlamış bir lisandı.
Bir dilin kalitesi, kelime sayısındaki zenginlik, her bir nüansın farklı ifadesi, yerleşikliğin getirdiği çağrışım gücüyle ölçülür.
Düşünün; gam, keder, yeis, hicran, hüzün, ıstırap, tasa, matem, çile, sıkıntı, mutsuzluk gibi her biri ayrı nüans içeren ve çağrışım özelliği olan bu sözcükleri kenara atacaksanız ve yerine, hepsini karşılamak üzere “üzüntü” kelimesini getireceksiniz.
Hal böyle olunca, tabii ki yeni nesiller Osmanlıca’dan anlamaz, tabii ki 300-500 kelimeyle konuşur hale geliriz.
300, 500 kelimeyle konuşmanın zihinsel kapasitenin gelişimine etkisi zaten apayrı bir konudur, detaya girip daha fazla kendimizi “üzmemizin” alemi yoktur.
***
Rum evi gibi
Atilla İlhan gibi son dönemlerde ulusalcılığın ideologluğuna soyunan bir şahsiyet bile, dilde sözde özleşme çabalarına karşı çıkmış, yaşayan Türkçe’nin bir sentez olduğunu ve artık kurcalanmaması gerektiğini ifade etmiştir.
İnternette “Atatürk’ün öztürkçe söylemleri” yazdığınızda göreceksiniz ki, o yüce insana, öztürkçe diye komik bir lisanla konuşmalar yaptırılmış ve onun da tepkisine sebep olunmuştur.
Aptal solculuk, dilde ırkçılık, Arap sevmezlik, kafa karışıklığı hepsi bir arada bir garip tavır üretmiş ve tıpkı modernleşiyoruz diye eski Rum evlerini tahrip eden cinnet halimiz gibi bilinçsizce dilimiz tahrip edilmek istenmiştir.
Umarız makul aydın kimliğine sahip yazı insanlarının katkısıyla o unutulan kelimelerin hayatımıza dönüşü sağlanır.
Paylaş