Paylaş
Bu sebeple ihracatın artabilmesi ancak ithalatla mümkündür.
Ancak son birkaç aydır ihracat artarken ithalat düşüyor ve cari fazla veriyoruz.
Bu durumun muhtelif sebepleri olabilir.
İlk akla gelen kullanmadığımız bir atıl kapasitenin devreye girdiği ve yerli sanayinin ikame malları üretebildiği.
Hani mevzuu tarım sektörü olsa bu yaklaşıma bir parça itibar edebiliriz.
Akla yakın diğer senaryo ise ihracat artışının stoklardaki erimeyle karşılandığı.
Yani ihracatçıların optimum stoktan minimum stok anlayışına geçerek, ithalata pek yanaşmadan zamanında aldığı hammadde ve ara mallarla üretim yapma halinden söz ediyoruz.
Hal böyleyse, bahse konu “mermiler” kısa zamanda tükeneceğinden ihracat rakamının devamını temin için tekrar ithalat rakamları artacak demektir. Aksi halde ihracat çakılır.
Bu arada, ihracatı tetikleyen en önemli faktör, ağustos ayından itibaren döviz kurlarının yükselmesidir.
Gelinen durum itibariyle 5,15-5,20’ler seviyesine gerileyen dolar kurları, hareketlenmenin başladığı ağustos ayından itibaren %35’ler mertebesinde bir artışa tekabül ederken, aynı tarihten bugüne enflasyon artışı da TÜFE-ÜFE ortalaması itibariyle yine aynı orana işaret etmektedir.
Diyeceğimiz, döviz kuru ile ilgili ihracatçıya yarayan bir avantaj pek kalmamıştır.
Bu nedenle yakın gelecekte ihracat artışının olumsuz etkilenmesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Esasında, iç talep kurumuş iken, bankalar kredi vermekten kaçınırken, döviz rezervleri giderek azalırken, yapılandırmaya muhtaç krediler sürekli artarken “ekonomi toparladı” izlenimleri vermeye çalışmak yanıltıcıdır.
An itibariyle ülke ekonomisi (eksi) büyüme içindedir ve bu “resesyon bulutu” en az 2019 yılının ilk iki çeyreğinde devam edecek gibi durmaktadır.
Ekonomi yönetimi bahse konu talep kuruluğunu aşabilmek için enflasyonist çözümler üretmeye çalışıyor.
Bu anlamda bazı bankaların ipotekli gayrimenkul kredilerini menkulleştirerek, bir dizi zorlama işlem sonrasında Merkez Bankası’nın para basması sonucunu doğurarak bir karşılıksız kaynak yaratma çabası gözleniyor.
Belirtmek gerekir, “tüketici güven endeksinde”ki göreli düzelme, manipülasyona açık olması sebebiyle kimseye sevindirici gelmemeli.
Objektif verilerden beslenen ülke risk primlerimiz ise (CSD) “alarm” seviyesinde.
Hal böyleyken piyasaya enjekte edilecek nakit, talebi tetiklemekten ziyade dolarizasyona yol açar.
Neticede ekonomi çok ince bir çizgi üzerinde yürüyor.
“En kötü geride kaldı, kriz aşıldı” türü söylemler gerçeği yansıtmıyor.
Son olarak, an itibariyle ekonomide durumumuza özetleyen kavramın “beklemek” fiili olduğuna işaret etmek istiyoruz.
Herkes tıpkı otomobil farına yakalanmış tavşan gibi “bekliyor”.
Bankalar sorunlu kredileri için eyleme geçmiyor, şirketler alacakları için sabırlı, işveren işçi çıkartmak için beklemede, mevduat sahibi TL’den dövize geçerek kur tekrar artar mı hayalini kuruyor, sendikasyon kredisinin alacaklısı borçlu bankalara karşı hareketsiz bekliyor. Maliye ödenmeyen vergilere tolerans gösteriyor, enflasyonun etkisini hissetmeye başlayan halk sessizliğini koruyor...
Özetle, havada asılı kalarak düşmeyeceğimiz zannıyla bekleşip duruyoruz.
-----
Nasıl ve kimin adayı
CHP’de kim büyükşehir adayı olur?
Kılıçdaroğlu’na göre illa bir “kadın” olmalı.
Hani, Selin Sayek Böke ismi bu manada masadadır.
Aziz Kocaoğlu’na göre, onun içine sinen birisi olmalı.
Bir Antep sözü vardır.
“Ağzını büzmesinden Ömer diyeceği belliydi.”
Aziz Bey de önden tavşanlar koşturarak günün sonunda Alaattin Yüksel’i aday yapmak ister.
Partinin Merkez yönetimi, MYK ve PM’i kimi arzular?
Onlar da olası bir genel başkanlık mücadelesinde o esnada İzmir kalesini kendilerinden birinin tutmasını ister.
Bu sebeple “Murat Bakan” ismi onların güvencesidir.
İl yönetimi nasıl pozisyon alır?
İl başkanı genç bir adam.
Deniz Yücel henüz ağırlığını hissettirebilecek bir güce sahip değil.
Bağlı olarak kıblesini genel merkeze çevirmesi, dolayısıyla Murat Bakan’a yakın durması şaşırtıcı olmaz.
İş dünyasının beklentisi ne derseniz?
Ortodoks CHP’lilerden, hayatı boyunca kamuda çalışmışlardan, akademisyenlerden ve fazla sivri insanlardan uzak adaylar talep ederler.
Bu sebeple Alaattin Yüksel, Ender Yorgancılar, Mehmet Ali Susam isimleri o kesimi mutlu eder.
Kentsoylular, entelektüeller, İstanbul basını, tüm CHP seçkinleri için ibre Tunç Soyer’i gösterir.
Emektar ve kadim CHP’lilere sorarsanız Abdül Batur, Kemal Karataş gibi isimler makbuldür.
Diyeceğimiz, bu işte tek bir doğru yok...
Meseleye nereden bakarsanız farklı bir adayı makul görürsünüz.
İdeal aday; hem örgütte, hem yerel yönetimlerde, Ankara’da, bürokraside, iktidar ilişkilerinde, iş dünyasında karşılığı olan, dünyayı tanıması, vizyon sahibi olması, yöneticilik vasfı, şehir planlaması, mühendisliği konularında birikimi, lisanı, kültürü gibi pek çok kaliteyi ihtiva eden bir kişidir.
Mevcut adaylar içinde bu kriterlerin bir çoğunu yakalayan adaylar var.
Kılıçdaroğlu’nun işinin zor olduğu ortada.
Yukarıda çeşitli kesimlerden söz ettik.
Hepsi kaale alınması gereken güç odakları.
Tüm bunların üstünde İzmir halkına da ters düşmeyecek bir aday seçimi belki de en önemlisi.
Anlaşılan daha bir müddet bekleme durumundayız.
Paylaş