İZMİR FUTBOLU MUTSUZ
BİZ bir türlü istenen kıvamda futbol şehri olamıyoruz. Takımlarımızı seviyoruz ama çok azımız bir Trabzonlu ya da Adanalı gibi, yöresinin kulübü ile bütünleşebiliyor. Asırlık kulüplerimizin hali içler acısı. Altay, Göztepe Süper Lig’de tutunamadılar. Karşıyaka bilmem kaçıncı ligde sürünüyor. Altınordu bile parıltısını kaybetmeye başladı.
Sıkıntı futbola olan ilginin azalması değil. Kime sorsanız üç büyük kulüple ilgili taraftar muhabbetini koruyor.
Kendi semt takımlarına ilgileri ancak kendilerinden bağımsız bir başarı oluştuğunda hareketleniyor. Oysa konu İzmir olunca şehrimizi dünyanın hiçbir yerine değiştirmiyoruz. İzmir düşkünlüğümüz istikrarlı başarı olmayınca kulüp sevgisine aynı ölçüde yansımıyor. Şimdilerde yeni bir spor yasası hazırlığı gündemde. Futbol kulüplerinin anonim şirket olmaları zorunlu hale getiriliyor. Aynı zamanda finansal yönetimlerine de sıkı kurallar konuluyor.
Tüm bunlar acaba ne ölçüde İzmir takımlarına yansıyacak? Bu kentin kulüpleri üstü tozlanmış bir mücevher gibidir.
Tarihi geçmişleri ile her yönüyle işlenebilecek büyük bir potansiyele sahiplerdir. Futbol tüm dünyada çok önemli bir endüstri. Bu değerlerimiz, açık söyleyelim, her biri bir iş fırsatıdır. Öncelik tabii ki İzmir iş insanları ve kurumsal bileşenlerdedir. Amerikalı, Arap iş insanları, Rus oligarklar spor kulüp sahipliğini kazançlı bir yatırıma dönüştürüyorlar. Bu anlamıyla pazarlanabilecek ve kent tanınırlığına katkı sağlayacak değerlerimizin farkındalığını artırmamız ve özel bir stratejiyi elbirliğiyle üretiyor olmamız icap ediyor.
Diğer bir gazeteci, Serkan Aksüyek. Gazetedeki köşesinde tüm bir sayfayı buram buram araştırma kokan yorumlarıyla her hafta okurlarının istifadesine sunuyor. Bir diğer, zevkle takip ettiğimiz basın emekçisi Adnan Kaya. Çok yönlü kalitelerini bu aralar gastronomik mekânların tanıtımı üzerinden değerlendiriyor. Yine, bir internet sitesinde uzun zamandır yazan Tayfun Maro. Dünyayı derin kültürel birikimiyle okuyan ve imbikten süzülmüş üslubu ile zihinlerimizi açan nefis yazılarını yıllardır takip ediyoruz. Şüphesiz sürekli izlediğimiz gazeteci dostlarımızın sayısı çok fazla. Mesela, son otuz yıldır güne Deniz Sipahi’nin yazıları ile başlıyoruz. Yine her hafa Gözlem gazetesinde Öcal Uluç ne demiş, Saim Uysal ne yazmış merakla okuyoruz. Özetle; bölge gazeteciliği, iftiharımız
MEVSİM BAHAR OLUNCA
BAHAR aylarında tabiatın çağrısına lütfen dikkat kesilin. Her şey yenileniyor, kirinden pasından arınıyor, taze başlangıçlarla önümüze seriliyor. Bir “mutluluk treni”dir esasında bahar. Ne beklemeye ne de bekletmeye gelmez.
“Hele bir sonraki sefere” deme aymazlığına düşersek, bir de bakmışız, mevsimler tıpkı hayallerimiz gibi bayatlamaya başlamıştır. Hayatın hakkını vermek nisan güneşini ıskalamamak, ürpererek denize girmektir mesela.
“Hele bir karpuz kabuğu düşsün”cülerdir içimizi çürütenler. Aç karnına kütür çağla bademleri inadına yemektir.
Rusya- Ukrayna savaşında Rusya’nın pozisyonu ölüm noktasını geçmiş bir görünüm arz ediyor. Beri yandan, Ukrayna’nın arkasında duran Batı’nın durumu, bu denli olmasa da pek farklı değil. Gelinen noktada Rusya’nın dönüş yaparak yenilgiyi kabullenmesi, bunca sosyal, siyasal, maddi yüklenimden sonra, mümkün gözükmüyor. Böylesi bir durumda ne Putin kalır, ne de Rusya. Rus talepleri kabul edilirse bu defa NATO ve Birleşmiş Milletlerin caydırıcılığı yok olur. Bunların sadece laf üreten “boş bir kovan”dan farklı olmadıkları sonucuna ulaşılır. Rusya bu operasyonda haklı mıdır, yoksa haksız mı, bu konu bahsi diğerdir. Meselenin bu yönünü ihmal ediyoruz. Ama Rusya’nın bu savaştan istediklerini alarak çıkması, beraberinde diğer büyük devletler için gözlerine kestirdiklerine dair “çökme” kültürünün meşruiyeti demektir. Artık, hiç kimse Çin’in Tayvan’ı işgaline engel olamaz, Küba ABD’ye “mum” olur.... vs.
Bir “Ali Kıran Baş Kesen” dönemi başlar ki, bu hal gezegenimiz için pek hayırlı olmaz. Vurguladığımız gibi, özellikle Rusya’nın geri adım atmasını beklemek, gerçekçi durmuyor. Ekonomik yaptırımların bu ülkeyi etkileyeceği çok açık. Ancak bıçak kemiğe dayanırsa, zihinlere nükleer güç opsiyonu devreye alınır mı, şüphesi geliyor.
Nitekim Rus yetkililer de bu hususu telaffuz etmeye başlamışlardır. Böylesi bir durum, tabii ki tam anlamıyla bir felakettir. Batı, değerlendirmelerini hiç şüphesiz yapıyordur. Açık olan, bu silaha ilk başvuran Batı olmayacaktır. Onlar, ekonomik yaptırımlarla Rusya’yı soluksuz bırakma yöntemini zorlayacaklardır. Zaten eskinin Varşova Paktı üyelerini NATO ve AB çatısına dahil etmişken Ukrayna’da ısrarcı olmayabilirler. Putin, muhtemel satrancını bu esas üzerinden oynuyor.
Bu anlamıyla, nükleer silahların kullanımına dair bir “inandırıcılık” peşinde olacaktır. Neticede bu işten Rusya’nın kârlı çıkması daha muhtemel gözüküyor. An itibari ile terazinin kefelerine baktığımızda, Rusya bekasını tartıya koyarken, Batı stratejik çıkarları ile ağırlık oluşturma çabasındadır. Bu sebepten o ürkütücü joker, yani nükleer kart sadece Rusya’nın alabileceği bir risktir. Batı, günün sonunda yorulacak ve bu travmayı önemsizleştirmeye çalışacaktır.
Bundan böyle “yapanın yanına kar kalır” deyimi süper güçlerin yeni şiarı olacak gibi duruyor.
Aynı zamanda partisinin il kongresini yapmak üzere kentimize gelen Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, konuk olduğu etkinliğin açılış konuşmasını ESİAD Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Karabağlı yaptıktan sonra, kürsüye geldi. Babacan ekonominin iyi olmasının ön koşulunun “özgürlükler, hukuk ve adalet” olduğuna vurgu yaparak kendi programlarında, bu anlamıyla bahse konu unsurların öncelik taşıdığını, bu yüzden “ekonominin” bile 5. sırada yer aldığını ifade etti. Partilerinde cinsiyet kotasının yüzde 35 olduğunu, İzmir’de bazı ilçelerde bu kotanın kadınlardan ziyade erkekleri koruduğunu söyledi. Ayrıca gençlere önem verdiklerini, partinin yönetim organlarına gençleri yerleştirdiklerini belirtti. Üyelerinin %85’nin ilk defa siyasete girenlerden oluştuğunu, daha öncesinde bahse konu seçmenlerin yüzde 30’unun AK Partiye, yüzde 20’sinin ise CHP’ye oy verdiklerini ifade etti. Kimlik siyasetine çok mesafeli olduklarını söyledikten sonra 15 ay öncesinden “Demokrasiye geçiş eylem planı” başlığı ile çalışmalar yaptıklarını, 6 partinin yayınladığı “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” deklarasyonuna bu çerçevede hazır katkı koyduklarını belirtti. Bu deklarasyonun önemli olduğunu, ama yol haritasının daha da kritik olduğunu, bunun henüz konuşulmadığını ve geç kalınmaması gerektiğini ifade etti. Aksi taktirde şayet ittifakın adayı cumhurbaşkanı seçilirse, bu belirsizliğin tartışma yaratacağını belirtti. Seçmene “her yetkiye talip olan başkan” formülünün, kolaylığı nedeniyle daha hitap ettiğini, ama “kuvvetler ayrılığı” prensiplerinin vazgeçilmez olduğunu ifade etti. Olası iktidar için “Eylem Planlarını” hazırladıklarını ve her bir planı bütçe olanakları ile irtibatlandırdıklarını belirtti, bu çerçevede tarım, afet, dijital dönüşüm, makroekonomi ve istihdam eylem planlarının hazır olduğunu söyledi. Bu şekilde 20 eylem planlarının olacağını, iktidarlarının ilk 90 dakikasında özgürlükler ve yargı bağımsızlığı konusunda hızlı icraat yapacaklarını ifade etti.
Doğru yaklaşımlarla ekonominin 6 ay içinde düzeleceğini, kök sebebin kötü yönetim olduğunu belirtti. “Yeni seçim kanunu taslağı henüz netleşmedi” dedi ve yorum yapmadı. AB sürecine dair “Tren rayda” diyerek, ülkenin “yük alan” bir duruma geçmesi halinde AB’ye girmenin kolay olacağını söyledi. Mevcut ekonomi yönetimini “Bir Alem” diye nitelendirerek, ekonomik kararların, tek kişinin duygu dünyasına göre şekillendiğini, söyledi. İttifakın cumhurbaşkanı adayının da, öncesinde mutlaka yol haritasına imza koyması gerektiğini, aksi durumun kaos yaratacağını belirtti. Somut, sağlam bir program önceden belli olmaz ise kararsız seçmenin oy vermeyebileceğini söyledi. Parlamentonun seçim kanunu tartışmaları ile “odak” kaybolduğunu, esas olanın cumhurbaşkanı seçimleri olduğunu ifade etti. İttifakın cumhurbaşkanı adayını şu aşamada belirlememesinin daha uygun olduğunu, ancak olası adayın programının ittifak partilerince başlangıçta belirlenmesinin önemli olacağını ifade etti. Seçimlerde “İttifakın” cumhurbaşkanlığı seçimini kazanmasına rağmen mecliste Anayasa’yı değiştirecek çoğunluğa ulaşamama durumunda ne yapılacağının planlanması gerektiğini, ancak böylesi bir durumda AK Parti’nin bile desteğinin olabileceğini belirtti.
İktidarın Ankara ve İstanbul’u kaybetmesinin onlar nezdinde moral bozukluğu yarattığını, Kur Korumalı Mevduat uygulamasının yanlış olduğunu, buna mukabil şeffaf anlayışla Yap-İşlet-Devret yönteminin mantıklı ve iyi bir enstrüman olduğunu belirtti. Şayet seçimi kazanırlarsa mevcut Y.İ.D yatırımlarının finansal boyutunu, hukukun içinde kalarak sorgulayacaklarını ifade etti. Aksi halde hukuka saygı göstermeyen bir anlayışın “Çete” den farklı olmayacağını belirtti.
Özetle, kentimizde liderler geçidi devam ediyor; ESİAD’a ve vesile olan Deva Partisi İl Başkanı Seda Kaya Ösen’e teşekkürlerimizi sunuyoruz.
Bu tür yatırımlar, sonrasına yönelik müthiş bir ekonomik sinerji zeminini oluşturur. Ülkenin kutuplaşma ortamı bu gerçeği gölgelememelidir. Bu manada önce iktidara yönelik bir hak teslimi yapmak gerekiyor.
Hep ”İzmir bir liman kentidir” der ve onun bu özelliğinin Akdeniz havzasına damgasını vurmasını isteriz. Böylesi bir yürüyüş sadece Alsancak limanıyla olamaz. Şimdilerde Aliağa, birkaç yıl sonra Çandarlı liman bölgeleri ile bu hedefe ulaşmak mümkün. Bu büyük yarış muhtemelen Bandırma’ya açılım planlayan İstanbul ile kıyasıya bir rekabet sonunda şekillenecek.
Liman; ulaşım kolaylığı, maliyet imkanı demektir. Bu anlamıyla otoyollar, köprüler, demir yolları bütünleyici rol oynarlar. Lojistik imkanların gelişmesi her türden yatırım için öncelikli tercih şartıdır. Ekonomik aktivite beraberinde iş ve aş demektir. Yöneticilerimiz artan nüfusun geçimi ve refahını düşünmek ve planlamak urumundalar. Tabii ki finansman maliyetleri bu tip yatırımlarda en uygun koşullarda olmalıdır. Meselenin bu boyutunu tartışmak muhalefetin en doğal hakkıdır. Ama önce bir sevinmeli ve gururlanmalıyız. Kuzey Ege’nin gelişmişlik anlamında makus talihine dair çok önemli bir mesafe alınmıştır. En kritik husus bahse konu lojistik ağının örülmesiydi.
Medyada Çanakkale köprüsü için “yeni bir kara delik açılıyor” manşetiyle verilen sunum zamansız olmuştur.
Neyse, muhteşem bir Cumhuriyet eseri olan Çanakkale Köprüsü hepimize kutlu olsun.
Bu insanlara dair yoksulluk ve eğitimsizlik adeta bir kadim kaderdir. Ama Kadifekale sırtları ya da Agora’nın arka sokakları gibi, önce Anadolu’dan, sonraları Suriyeli ve Afgan göçmenlerin geçici kullandığı türden çöküntü alanları değildir Ege Mahallesi ve diğer Roman yerleşim yerleri.
Buralarda “fakirlik, dışlanmışlık, yok sayılmışlık” gibi acıtıcı kavramlarla sentezlenmiş çok özel bir kültür yaşanır, yaşatılır. Romanlar; hayatın zorluklarını bir gülümseme ve neşe bulutu ile perdeleyerek yaşarlar. Mesafeli kalınmış halleriyle kendi kendilerine yetebilmeyi onurlu bir zanaat haline getirmişlerdir. Bu anlamıyla İzmir’imizin bu özel rengine her kesimin sahiplenme borcu vardır. İstanbul “Sulukule” rant uğruna bitirildi. Şimdilerde Ege Mahallesi için kentsel dönüşümün süreci yaşanıyor.
Tabii ki rehabilite edilsin. Bu anlamıyla Büyükşehir Belediyesi’nin çalışmaları çok kıymetli. Ama atılacak her adım bu neviden kültürlerin önemini idrak etmiş bir duyarlılıkla ve mutlaka Roman münevverlerinin işbirliği ile gerçekleşmelidir. Kamu otoritelerinin bu özeni gösterdiğini biliyoruz. İzmir’in bir başka Ege Mahallesi yok. O sebeple sevgili hemşehrilerimizi pamuklara sararak sahiplenmeli ve korumalıyız.
Rusya operasyonu Donbass’la sınırlasaydı, bir antlaşma zemini mümkündü. Ama artık bir savaş ortamı oluştu, acıları yaşanıyor, binlerce insan ölüyor, Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlar artarak çoğalıyor, Putin şeytanlaştırılıyor... Artık bu mesele Rusya’ya kalıcı bir ders verme, onu muhtemelen dar ve pasif bir çerçeveye sıkıştırma politikasına dönüştürülmeye çalışılacaktır. Belki de soğuk savaşın intikamı Putin’in bu stratejik yanlışı üzerinden Rusya’ya nihayet ödettirme fırsatı olarak değerlendirilecektir. Rusya böylesi bir maliyeti içine sindirmez. Dönüp geldiğimiz yer, onun netice itibari ile bir nükleer güç olduğunu tüm dünyaya hatırlatıyor. Şayet Rusya rencide edilerek ve bileği bükülerek püskürtülecekse bu kolay olmaz. Diploması; karşılıklı tavizlerle bir formül yaratılabilir mi, Ruslar’ın tatmin olacağına karşı taraf razı olabilir mi, açıkça zor gözüküyor.
Sonuç ne olursa olsun, Putin ve Rusya için bir “had” aşımı oluşmuştur ve bundan sonrasına dair zor zamanları mukadderdir.
-----
Denizler duruluyor
UZUN yıllar boyunca Türkiye siyasetini değerlendiren köşe yazılarımı sıklıkla bir klişe cümle ile tamamlardım.
Hiç şüphesiz “Batı”nın olası ekonomik yaptırımlar silsilesinde imkânları daha fazla. Ama şunu asla unutmamak gerekiyor. Neticede Rusya da bir nükleer güçtür. Dolayısıyla meseleleri tırmandırmanın mutlaka bir sınır vardır.
Ayrıca geçmiş tecrübelerden biliyoruz ki krizin ekonomik faturası rahatsız edici boyutlara ulaşırsa “piyasa aldırmazlığı” denen pragmatik boyut bir anda devreye girer.
Final tahlilde Ukrayna, taraflar açısından stratejik bir öneme sahip olsa da tarihi olarak Rus etki sahasında kalmış bir bölgedir. Bu sebeple ABD “suyu ters akıtmaya” muktedir olamayacağı için, başkaca tavizlerle barış dengelenmesine razı olabilir. Benzer durum zaten Kırım’da yaşanmıştı. 21. yüzyılın ilk çeyreği tamamlanırken hiç kimse bu gezegende süper güçlerin uzun süreli sıcak savaşını bekleyemez.
Neticede, vurguladığımız gibi karşılıklı nükleer denge söz konusudur. Bu öylesine önemli bir faktördür ki ABD ve NATO’nun ileriye gitmesini, bağlı olarak prestijini büyük ölçüde aşağıya çeken bir sonuç doğurması, kuvvetle muhtemeldir. Türkiye reel politiğin gereklerine uygun davranmalı ve tarafların hiç birine angaje olmadan bir denge politikası yürütmelidir. Putin, sosyalist dönemin cömertliğinden vazgeçmiş bir Rusya perspektifi hedefleyerek, Çarlık döneminin topraklarına yayılmış bir ülke hayalini yeniden yazmaya çalışıyor. Kim bilir, belki de güçlenmiş bir Rusya, yeniden belirleyici bir rol peşindeki Almanya ile ABD ve Çin karşısında yepyeni bir ittifak filizlendirebilir.