Paylaş
Sundance Film Festivali’nde gösterilen, HBO’da mart başında yayınlanan, Dan Reed imzalı iki bölümlük “Leaving Neverland” belgeseli, yabancı basında olduğu gibi bizim gündemimizi de ele geçirdi.
Jackson’ın hikayesini hatırlarsanız... İki kez çocuğa cinsel istismar suçundan yargılanmış, ilkinde avukatları aracılığıyla anlaşma yoluna gitmiş, ikincisinden beraat etmişti.
Ölümünün ardından da zaman zaman gündeme gelen bu suçlamalar, tüm çıplaklığıyla belgeselde yeniden vücut buldu. Artık inkar edilebilir, geçiştirilebilir, kulak ardı edilebilir bir yanı kalmadı yani.
James Safechuck ve Wade Robson’ın çocukken yaşadıklarını anlatmaları, ailelerinin konuşması, bir ünlüyle dost olma büyüsüne kapılıp gitmenin korkunçluğunu ve yaşananların hayatlarına bıraktığı izleri görmek, insanda korku filmi etkisi yaratıyor.
Michael Jackson’ın kariyerine değil özel hayatına odaklanan “Leaving Neverland”, kimsenin duymak istemeyeceği türden iddialarla dolu.
İddia diyorum çünkü yaşamı boyunca bu iddialardan bir kere bile ceza almadı Michael.
Detayları dinledikçe “Ben kimi sevdim böyle” diyorsunuz, yüreğinize öküz oturuyor. İzlerken birkaç kez duruma sövüyorsunuz, tüm bunlar tecrübeyle sabit...
Robson ve Safechuck, Michael Jackson’la aralarındaki bağı öyle bir anlatıyor ki... “Hayranıydık, çok seviyorduk, tanıdıkça daha da sevdik, özeldik ama...” diyorlar.
O dönem çocuk olan ikilinin aileleri zaten dünyaca ünlü bir yıldız evlerine gelip kalıyor, oğulları da abileri gibi sevdikleri o adamla zaman geçiriyor, hatta aynı yatağı paylaşıyor diye mutluluk duyuyor. Kimsenin aklından en ufak bir tereddüt geçmiyor. “Bizim Michael işte. Oğlumuz gibi seviyoruz” deyip geçiyorlar.
Jackson’a bütünüyle bağlı hayranları, dava sürecinde olduğu gibi bu belgeselden sonra da inkara devam ediyor. Asla inanmıyorlar, inanmayacaklar da...
Kendisini 80’lerden itibaren dinleyen, seven, konserine gitme hatta onunla tanışanlar inanmakta güçlük çekiyor.
Bu belgeselin aileleri eğitme yolundaki misyonu, hayranı olduğun kişinin düşündüğün kişi çıkmaması mesajından daha önemli.
Yine de milyonlar satan, dinlemelere doyamadığın, kliplerini izlediğin, dansını taklit ettiğin, onun gibi giyinmeye çalıştığın kişinin hayal kırıklığına uğratması belgeselin sonunda seni yiyip bitiriyor.
Onu severek, dinleyerek, albümlerini alarak bu duruma çanak tutmuş gibi hissediyorsun.
Finalde “Ne izledim?” diyorsun, hatta azıcık fazla sevdiysen “Nedir bu başımıza gelen Michael, bunları da mı duyacaktık” diye sızlanıyorsun. Ölümünün üstünden 10 yıl geçse de kabul edemediğin “kaybettik” duygusunu dört saatlik belgeselle sindiriyor, başka çocuklar bunu yaşamasın diye dua ediyorsun.
Ve fark ediyorsun ki 'adamı
ayrı, sanatçılığını ayrı değerlendir' diyenler olsa da bir süre müziklerini dinleyemeyecek hale gelmişsin.
Sektörün kadınları tartışıyor
Shesaid.so İstanbul’un ilk oturumunu geçtiğimiz pazar gerçekleştirdi.
Müzik endüstrisindeki kadınları ve lgbti+’ları bir araya getirmek, ortak sorunları tartışmak ve çözümler bulmak adına çalışmak yapmayı amaçlayan Shesaid.so sayesinde sektör deneyimlerini konuşma imkanı buldu.
Soho House İstanbul’daki etkinlikte Gülşah Görücü’nün moderatörlüğünde ve Gül Güngör, Selin Ötün, Loradeniz, Melis Yalçın, Laurene Chanson (Whisper Not Agency kurucusu) ve Artemis Günebakanlı katılımıyla “Türkiye müzik endüstrisinde kadın ve lgbti+ olmak” başlıklı panelde sorunlar masaya yatırıldı.
Duyduklarımız sektörde kadın olmaktan çok birey sayılmak, eşit görülmekle ilgiliydi. Panelde neler oldu derseniz, grubun Facebook sayfasından izleyebilirsiniz.
Umut ediyorum ki bu çalışmalar bir yol haritasıyla daha efektif hâl alacaktır.
Bahr esintisi
Yusuf Bahar, Nihan Saruhanlı ve Ceren Bettemir’den oluşan İngilizce sözlü folk rock üçlüsü Bahr, 16 şarkıdan oluşan “Those Streets” albümünü yayınladı. Sadece Bandcamp üzerinden dinlenebilen çalışma, Mississippi havasını İstanbul’a taşıyor.
Evin sınırlarını aşmak
Bu hafta dinlemekten en keyif aldığım işlerden biri Görkem Ağar’ın “Evde” albümü oldu. “Evde”, gelenekselden batıya hatta sınırları aşıp Brezilya’ya kadar ilerlemesiyle hemen beni yakaladı. Geniş bir yelpazedeki performansları İstiklal Marşı’na kadar uzanıyor. Keyif veren bir albüm olmuş.
Çağdaş sanat
Multitap’tan bu yana çalışmalarını yakından takip ettiğim Ali Cihan, solo kariyerine “Kimileri Birileri” şarkısıyla devam ediyor. Rebel Moves ve Clutch gruplarının parçalarından ortaya çıkan şarkıda Remzi Mete Yavuz’un şiirlerinden alıntılar da var.
Radar
“Bi Android” adlı bir grup gözüme ilişti bu hafta. Samet Evci ve Hazar Kayaaltı’dan oluşan grup, “Sanki Robotmuş Gibi” ismini taşıyan EP’sini yayınladı. 80’leri yaşatan, neşeli, uzaydan ve ortalama üstü bir albüm.
Artık heves değil
Derin Sarıyer, 7 single’ın ardından ilk albümü “Hayattasın Tedavisi Yok”u çıkardı. İlk 7 şarkının ardından hâlâ “bir hevestir” diye düşünenlerin önyargılarını yerle bir etti. Elektro pop, pop, indie rock üçgeninde gidip geldiği şarkıların dinlenmesi kolay, alt metinleri ise dolu.
Ne Dinledim?
*Archura - No Love
*90 BPM&İdil Meşe - Simsiyah
* Derin Sarıyer - Kapısını
Yitirmiş Anahtar
*Ali Cihan - Kimileri Birileri
* Albus - in& The Sick Bags - Phoenix
*Görkem Ağar - Don’t Ever Let Go
* Cenk Erdoğan - Sekiz Gün
* Karakter ft In Hoodies - Digital Self
* Deeperise ft Fikri Karayel - Yağmur
* Kafile - Kadın
* Onur Hunuma - Dreams I Have Seen
* Melis Danişmend &
Ufuk Beydemir - Hırka Kokusu
Paylaş