Paylaş
TBV Başkanı Timur Erk, namıdiğer ‘Böbrek Dede’ ile Bursa ziyaretinde, kronik böbrek hastalığıyla mücadele etmek için başlattıkları projeleri üzerine özel bir söyleşi gerçekleştirdik. Başkan Erk, gazetemizde yaptığımız sohbetimizde çocuklarda obezite oranının ise her yıl ortalama yüzde 8 düzeyde arttığının altını çizerken, sağlıklı yaşam alışkanlıklarını çocuklara kazandırmak için özellikle okullarda saha çalışmalarına ağırlık verdiklerini söyledi.
Fotoğraflar: Gürkan DURAL
Türk Böbrek Vakfı olarak böbrek sağlığı üzerine eğitim çalışmalarına ağırlık verdiniz. Yaptığınız çalışmalar hakkında kısaca bilgi alabilir miyiz?
Türk Böbrek Vakfı olarak kurulduğumuz 1985 yılından beri koruyucu hekimlik, hemodiyaliz tedavisi, organ bağışının artırılması, böbrek nakli ve saha projeleri ile hizmet veriyoruz. Bünyemizde büyük bir hastane, 3 adet diyaliz merkezi var. Kendi içimizden de 25 adet diyaliz merkezi doğdu. Vakfımızın kuruluşundan bu yana geçen 37 yılda oldukça önemli mesafeler ve gelişmeler kaydettik. Resmi senedimizde yazılı hedef ve amaçlarımızın hepsine ulaştık. Bu başarımızı yıllardır yönetim ve danışma kurulunda birlikte çalıştığımız hocalarımızla, yöneticilerimizle, çalışma arkadaşlarımızla, bağışçılarımızla ve bizi destekleyenlerle hep beraber yakaladık. 2010-2013 yılları arasında 80 ülkedeki böbrek vakıflarının bir üst kuruluşu Uluslararası Böbrek Vakıfları Federasyon Başkanlığı da yaptım. Dünyada neler yapılıyor diye baktığımda da gördüm ki en önemli şey eğitim. Bu nedenle şu anda asıl meselemiz koruyucu hekimlik ve saha eğitimleri.
Sağlıklı yaşam alışkanlıklarını çocuklara kazandırmak için neler yapıyorsunuz?
Vatandaşlarımızı böbrek sağlığı hakkında bilgilendirmek için sahada verilen eğitimler devam ederken çocukları da bilinçlendirmek için daha yoğun çalışmalar başlattık. Öncelikle 7-12 yaş aralığındaki öğrencilere “Sağlıklı Beslenme ve Yaşam Önerileri” eğitimlerini yaygınlaştırmak üzere il milli eğitim müdürlükleri ile protokoller yaptık ve 22 ilde eğitim verdik. Bu kapsam da Bursa’da da Milli Eğitim Müdürlüğü ile protokol imzaladık. Hedefimiz anaokullarından başlayarak, her yıl bu sayıyı arttırmak ve tüm illere ulaşmak. Pandemi sürecinde yüz yüze vakıf faaliyetlerimize ara verdik. Aşırı tuz ve şekerin zararları, obezite, sağlıklı beslenme ve hayat tarzı eğitimlerimize camdan cama yani EBA TV’de diyetisyen eğitmenimiz ile devam ettik. Hazırlanan 6 ayrı kısa videolar ile 13 milyon çocuğa hitap ettik. Bizim 10 kişilik bir eğitmen grubumuz var. Bu kadroyu büyütmek için de online olarak 6 bin kişiye eğitimcinin eğitimini yaptık. O da yetmez şimdi de gönüllü veya görevlendirilmiş öğretmenlerimize eğiticinin eğitimlerini gerçekleştiriyoruz.
Dijital mecralarda mesajlarınızı veren ‘Böbrek Dede’ karakteri nasıl hayata geçti?
Söylem dilimizi daha sempatikleştirmek üzere arkadaşlarım 37 yıldır bu alanda mücadele veren şahsımı karikatürize ederek Böbrek Dede’yi yarattılar. Artık sosyal medya ve dijital ortamlarda, kamu yararına olan tüm söylemlerimiz “Böbrek Dede” karakteri üzerinden, kendine has üslup ve tonunda veriliyor (gülerek). Çocuklar da sevdiler. Aynı zamanda Böbrek Dede için sahada vermiş olduğu böbrek sağlığı eğitimlerinin tamamını kapsayan ve üç kitapçıktan oluşan bir seri de oluşturuldu. Bu kitapçıklar öğrencilere de ücretsiz dağıtılıyor. İsteyen herkes tbv.com.tr sitemizden de ulaşabilir.
OBEZİTE İLE MÜCADELEDE KANTİNLERE DENETİM ŞART
Özellikle çocuklarda obezite ile mücadelede kapsamında okullardaki kantinler üzerinde çok duruyorsunuz. Var olan projeleriniz istediğiniz gibi ilerliyor mu?
Şu an 78 yaşındayım, bundan iki buçuk sene önce Cumhuriyet tarihinde ilk defa görüyorum, Sağlık Bakanı, Milli Eğitim Bakanı ve Tarım Bakanı bir araya geldi ve kantinlerde sadece okul gıdası logosu olan ürünler satılabilir diye bir protokole imza attılar. Kantinciler önce endüstriden yeterli ürün gelmiyor dediği için, sonra da pandemi nedeniyle ilk yıllar uygulanamadı. Resmi olarak uygulamaya geçmiş olsa da şu anda maalesef bu protokole uyan yok, çünkü mecburi değil! Şu anda sadece Tarım Bakanlığı bu işle ilgileniyor çünkü sorumluluk da onlarda. Endüstride şu anda 350 adet okul gıdası logosunu hak etmiş ürün var, bizce yeterli. Çocuklarda obezitenin önüne geçmek için denetleme ve zorunluluk şart. Ülke nüfusumuza 85 milyon dersek, üçüncü derece obez olan nüfus 3 milyon civarında. Artık hastalık hastası yani ölüme yakın. Bu hastaların 1 milyon 800 bini ne yazık ki çocuk yaşında. Daha da vahimi yılda yüzde 8-10 oranında artıyor. Onun için bu kadar mücadele ediyoruz, uğraş veriyoruz. Çocuk yaştaki obeziteyi yüzde 3’lere indirmemiz gerekiyor.
AMBALAJLARA KIRMIZI NOKTA GELİYOR
Tüketicileri aşırı şeker ve tuz tüketimine karşı bilinçlendirme çalışmalarınızda gıda ambalajlarıyla ilgili de bir çalışmanız bulunuyor bildiğimiz kadarıyla?
Evet, bir diğer projemiz de trafik ışığı renklerinin gıda ambalajlarına uyarlanması gibi oldukça basit bir temele dayanan bir proje. Biraz okuma özürlü bir ülkeyiz ne yazık ki, hele ambalajların arkasındaki küçük yazıları kimse okumuyor. Biz de birçok gelişmiş ülkede olan benzer çalışmalardan ilham alarak ‘Trafik Işıkları’ projesi ile başta çocuklar olmak üzere tüketicilerin farkındalıklarını arttırmak istedik. Tarım ve Orman Bakanlığı Etiketlendirme Komisyonunun da danışmanıyım. Projemizi sunarak önerilerde bulunduk, çalışmalar hızlandı. Artık anneler ve babalar ürünlerde kırmızı noktayı gördüğü zaman çocuğuna o ürünü almayacak. Kırmızı uyarı, söz konusu ürünün her 100 gramında 1,5 gramdan daha fazla tuz ile 22,5 gramdan daha fazla şeker bulunduğuna, bu nedenle tüketilmemesi veya oldukça sınırlı tüketilmesi gereğine işaret edecek. Aynı şekilde dikkatle tüketilmesi gereken ürünler sarı renk ile güvenli ürünler yeşil renk ile önemle belirtilecek. Dolayısıyla işi biraz daha kolaylaştırmış hale getiriyoruz. Ama en önemli şey yine zorunlu olarak uygulamaya geçebilmesi.
Ayrıca çocuklarda obeziteye neden olan ambalajlı gıdaların ele alındığı proje kapsamında sanal olarak işleyen ObezMarket.com sitemizi kurduk. Bu sitede abur- cubur gıdaların, her bir üründe tek tek veya toplam olarak alacağınız tuz, şeker ve kalori miktarı, dolayısı ile sağlığınızdan kaybınız hesaplanıyor. Her bir ürünü aslına uygun olarak, lıkır, şekerim gibi ironik isimler koyarak ciddi bir hazırlık aşamasının sonrasında hayata geçirdik.
ÜÇ MİSLİ ŞEKER TÜKETİYORUZ
Bir yetişkinin günlük tuz ve şeker kullanım oranı ne olmalı?
Dünya Sağlık Örgütü’nün bir yetişkin kişi için günlük olarak önerdiği tuz, bir çay kaşığı yani 6 gram, ancak 10 sene evvel ülkemizde 18 gram tuz tüketiliyordu. Hele kebap kültürünün olduğu illerde 24 grama kadar çıkıyor. Dünya rekortmeni yani. Bu rakamları beş yıllık kampanya ile 12 grama çekebildik. Maalesef alışkanlıklar devam ediyor 6 grama henüz indiremedik. Şeker de ise sınıfta kaldık. DSÖ’ün önerdiği günlük 13 küp şeker yani 50 gr, biz ise 150 gr tüketiyorduk yine üç misli. On sene çalıştık ancak 10 gram indi hala 140 gramdayız. Başarılı olamıyoruz ben bile havlu atmak üzereyim.
Bir diğer uzak durulması gereken şey ise bitkisel tatlandırıcılar. Paketlenmiş her gıdada tatlandırıcı özellikle nişasta bazlı şeker bulunur. Pancar şekerinde yüzde elli glikoz, yüzde elli früktoz vardır yani meyve şekeri. Ama nişasta bazlı şeker mısır, patates ve benzeri nişasta içeren ürünlerden yapıldığı için bu denge bozulur. Glikoz azalır früktoz yüzde 70-80’e kadar çıkar. Normalde günde en fazla avuç içi kadar, üç porsiyon meyve almamız lazım. Pancar şekerinde 60 glisemik endeksi var. Nişasta bazlı şeker de ise glisemik endeksi 160, yani pancar şekerinden üç misli kadar fazla tatlandırıyor. Uzun vadede obezite ve bir sürü hastalığa neden oluyor.
AĞRI KESİCİLERE DİKKAT!
Şeker ve tuz kullanımı dışında böbrek sağlığını etkileyen başlıca hatalar nelerdir?
Su da tuz da ilaç da bir kimyasaldır aslında. Burada en önemli şey dozdur. Suyu vücut kitle endeksine göre 2-2,5 litre içersek böbreklerle ilgili bir sıkıntı yaşamayız, yarım litrenin altında su içmek sakıncalıdır. Böbrek tarafından süzülmekte zorlanan kimyasalların başında ağrı kesiciler geliyor. En büyük sıkıntılardan biri de bu. Doktora gitmeden arkadaşımızın, komşumuzun önerisiyle kullandığımız ağrı kesiciler böbrek yetmezliğine sebep oluyor.
Diğer yandan aktarlarda satılan ürünleri, bitki çaylarını da bilinçli tüketmeliyiz, yine doz çok önemli. Nasıl ki eczaneden ilaç alırken kullanımı hakkında bilgi veriliyor, aktarların da sattıkları ürün hakkında pedagojik formasyon almaları gerekiyor. Ben olsam mutlaka mesleki yeterlilik sınavından geçirerek sertifika veririm. Bu bilinç oluşmalı.
23 BİN HASTA BÖBREK NAKLİ BEKLİYOR
Böbrek nakli ve organ bağışı konusunda ülkemizde son durum nedir?
Ülkemizde bir halk sağlığı sorun olan kronik böbrek hastalığı riski halen 13 milyon kişiyi doğrudan etkiliyor. Diyalize giren nüfus 65 bin civarında. Diyaliz merkezi ve hizmetleri açısından Avrupa’da ilk üçteyiz. Ancak ülkemizde her sene devletin diyaliz hastası için 15-20 bin dolar vermesi mi, yoksa bir kerede aynı tutarda böbrek nakli yapılması mı öncelik olmalıdır? Elbette böbrek nakli, hem yaşam kalitesini artırmak hem de ekonomik açıdan birinci hedeftir. Böbrek nakli için Ulusal Bekleme Listesi’ne kayıtlı halen 23 bin hasta var. Pandemi öncesi çok çalıştık ve yüzde 22’si kadavradan yüzde 78’i canlı kişiden olmak üzere 3 bin 863 böbrek nakli yapabildik. Maalesef pandemi nedeniyle de tedirginlik arttı insanlar hastaneye gidemedi, bekleyenler arttı. Böbrek nakli sayısı 2020 yılında 2500’e düştü, 2021’de 3000’e çıkabildi. Pandemi umarız biterse rakamları yine nakil sayısını arttırmaya çalışıyoruz. Bu arada Bursa’nın hem bağışta hem de organ nakli konusunda çok iyi olduğunu belirtmek isterim. Bağış konusunda çok bilinçli bir il, ilk beşe giriyorsunuz.
BAĞIŞCI VASİYETİNİ NOTERDE YAPMALI
Böbrek naklini artırmak için neler yapılması gerekiyor?
Canlı da artık bir doygunluk var, verebilen kişiler böbreklerini verdi. Artık kadavradan böbrek naklini artırmak gerekiyor. Hala ülkemizde beyin ölümü ile bitkisel hayatı ayıramayan kişiler var. Beyin ölümü gerçekleştiğinde geri dönüşü yoktur, organlar en fazla üç gün yaşar. Maalesef dini inanç nedeniyle de beyin ölümünü kabul etmeyen, organların alınmasına izin vermeyen doktorlar, savcılarla karşılaşıyoruz. Başımıza çok geliyor çünkü, kişinin vasiyeti olmasına rağmen savcı izin vermezse organlarını alamıyorsunuz. Şöyle de açıklık getireyim; bağış konusunda tam ortada olan Belçika modelini kullanıyoruz. Eğer bağışçı sağlığında iki şahitle noterde vasiyetini yapmışsa, birinci derece akrabalar da bu durumu biliyorsa hiçbir sıkıntı yok, onaya gerek kalmıyor. Öteki türlü bu model ile bağış konusu Türkiye’de sıkıntı yaratıyor.
Paylaş