Paylaş
Geçtiğimiz günlerde düzenlenen Kalite ve Başarı Sempozyumu’nda yaptığı çalışmalarla ‘Yaşam Kalitesi Yılın Sanatçısı’ ödülüne layık görülen Turgay Tanülkü ile Bursa’da buluştuk. Yaşadığı hayat tecrübelerini deyim yerindeyse film gibi hayatını yer yer dolan gözleri, titreyen sesi ile anlatan sanatçı, ‘Aslında yoksulluğu bilen biri olarak yaptığım tüm iyilikleri kendim için yaptım. Her şey para değil, asıl mesele insanı sevebilmekte. Bu ülkede herkesin birbiriyle merhabalaşmaya ihtiyacı var. Önce kendimizi sonra da insanı sevmeyi bilelim’ dedi.
Tiyatro ile ilkokul sıralarında Halkevlerindeki çalışmalar sırasında tanışmışsınız. Ancak hem hukuk fakültesini hem de konservatuvarı kazandığınızda hayat size bambaşka bir hikâye yazmış. Önce o dönüm noktasını sizden dinleyelim isterseniz?
Annem bizi çamaşır yıkayarak büyüttü. Çocukken üç gün aynı çorbayı önümüze koyduğu zaman burun kıvırırdık. O da derdi ki sokağa bakın. Altı yedi yaşlarındayken anlamazdık tabii niye böyle dediğini. Sonra 16 yaşında sokağa bakmanın ne olduğunu öğrendim. Dışarıda bizden daha yoksul olanlar vardı. 1970’de 17 yaşında üniversitedeyken siyasi nedenlerle cezaevine girdim. Ziyaretçim hiç yoktu çünkü annem beni Almanya’da okuyor biliyordu. Sinop ve Ulucanlar Cezaevinde 7 yıl kaldım. Ben de iki metrekarelik hücremde bir dünya kurdum kendime ve hayat hikayemi orada yazmaya başladım. Halkevlerinde öğrendiğim tiyatroyu önce günümüzü törpülemek için arkadaşlarıma fıkralarla oynayarak yaptım. Sonra baktım ki insanların birbirine karşı tutumları olumlu anlamda değişiyor. Hemen arkadaşlarla bir tiyatro grubu oluşturup koğuşlar arası turneler yapmaya başladım.
100 BİN MAHKUM İZLEDİ
Suçsuzluğunuz anlaşılıp tahliye edildiğinizde kendinize bir söz vermişsiniz, tiyatro yapmak için tekrar geri döneceğim diye. Çocuk ıslahevleri ve Türkiye’de 8 bölge cezaevinde tiyatro grupları kurmuşsunuz. Hâlen çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Neydi size bu kararı aldıran asıl sebep?
O koşullarda yaşadığım için cezaevini bilen biriyim. Dolayısıyla tek başıma hücrede bir hayatı oynamak beni bu kadar dik tutuyorsa, diğerlerine de bu tiyatroyu ulaştırırsam dik durmaya başlarlar dedim. O dönemlerde gardiyan eşliğinde okula gidip gelinebiliyordu. Ben de Ulucanlar Cezaevindeyken, Ankara Devlet Konservatuarını bu sayede bitirebildim. 1981 yılında bu kez tiyatro yapmak için döndüm Ulucanlar’a. Cezaevinde derdim ki ‘Tiyatro karanlığın içindeki bir ışık kaynağıdır.’ Sonra mahkumlar duvarlara da yazdılar bu sözü. Bu benim için en büyük ödüldür.
Son 5 yıldır “Son Kuşlar” adlı oyunu 60 şehirdeki cezaevlerinde oynuyorum. Bu zamana kadar 500’e yakın temsil sergiledim, 100 bin mahkûm ve 20 bin personel oyunu seyretti. Tiyatro yaparken mahkumlarla iç içe oluyorsun. Oyundan sonra sohbet ediyoruz sonra da bir defterimiz var oraya da görüşlerini yazıyorlar. Şimdi bir kitap haline getiriliyor. Kitabın geliri de Darülşafakaya gönderilecek. Bir vesile olduğu için çok mutluyum.
CEZAEVLERİNE GİRMEK İÇİN MESLEĞİMİ KULLANDIM
Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Yüksek Bölümü’nden mezun olduktan sonra Ankara Devlet Tiyatrosu’nda göreve başlamışsınız. Leningrad Tiyatro Akademisinde Psikodrama kurslarına katılmış ve Psikojimnastik eğitimi almışsınız. Eğitimci tarafınız da var. Mesleğinizin sizinle birlikte cezaevlerinde birçok kişinin hayata tutunmasına vesile olacağını hayal eder miydiniz hiç?
Çocuklukta oyunculuk anlamında bugünü hayal edemezdim çünkü zaten böyle bir olanak yoktu. Yoksulluk vardı. Ama özlem duyduklarımı birgün başkalarıyla paylaşacağımı biliyordum. Tiyatroyu ve hukuk fakültesini seçmemin de hep nedenleri budur. Çünkü insana en yakın, duygusuna varlığına dokunan mesleklerdendir. Birisi yasalara karşı uyarır diğeri de insanlığı kazandırır. Çünkü tiyatro insanın ruhundadır, ruhunun aydınlığıdır. Ben mesleğimi, tiyatroyu kullandım cezaevlerine girebilmek için. Başka meslekten olsaydım bu kadar içli dışlı olamazdım. Tiyatro grupları kurdum cezaevlerinde. Tiyatro büyük bir güç çünkü. Kişi kendinin dışında başka bir dünyayı yakalarsa kendini eğitebilir diye düşünüyorum. Cezaevindeki çocuklardan orada oyunculuk yapıp daha sonra dizilerde oynamaya başlayan bir sürü kişi de var. Şu da var tabii, içerdeki insan dışardaki insana acılar vermiş. İçerdeki insan ülkemin insanı diye saygı duyuyorum, dışarıdakine de acımdan dolayı. Ancak kadınlara, çocuklara karşı işlenen suçlardan bahsetmiyorum. Onlara karşı tavrım net.
26 ÇOCUĞUM 8 TORUNUM VAR
Cezaevlerinde gönüllü tiyatro yapmaya başladığınızda hayatınızda bambaşka bir dönem daha başlamış. Mahkumların çocuklarına ve de sokak çocuklarına bakarak okutmaya başlamışsınız. Eşinizin desteğini her fırsatta dile getiriyorsunuz. Böylesi bir sorumluluğu almaya nasıl karar verdiniz?
O dönemin koşullarında çocuğum olamayacağını 19 yaşında öğrendim. Zehra ile evlenmeye karar verdiğimizde de benden evlat gelmez sana dedim. O da dışarıda bir sürü evlat var. Onların hepsi bizim. Ben seninle çocuk için değil, yol arkadaşlığı için evleniyorum dedi. Sonra da gel birlikte çocuklara bakalım dedi. Öyle başladık biz de… Çünkü Zehra izin vermeseydi, ben eşime yaslanmasaydım bu kadar evlada sahip olamazdım. İlk evladımıza 1981 yılında Ulucanlar’da kendi ailesi içinde bakıyorduk. Sonra giysilerin, paranın ona ulaşmadan kaybolduğunu görünce, eşim gel bir ev tutalım bu çocukları öyle okutalım dedi. Şimdi o çocuğum 47 yaşında oldu. Çocuklarımızın çoğu cezaevinden diğerleri de sokaktan gelen çocuklar. İçlerinden iki savcı, bir avukat, dört bürokrat, iki subay, iki oyuncu çıktı. Şimdi 26 çekirdek kadroyuz, 11 tanesi yuvalarını kurdu. 8 tanede torun var. Aileler birleşince 101 kişi oluyoruz. Anneler gününde hep özür dilerim eşimden, sana bir evlat veremedim diye. Ama aynı zamanda tüm evlatlarım için de ona ayrıca çok teşekkür ederim.
KIZIM AÇIKLAMAK İSTEDİ
Yıllarca saklamışsınız yaptığınız bu büyük fedakarlığı. Sonrasında kızınızın isteği ile açıklamaya karar vermişsiniz sanırım?
Biz 20 yıl kadar sakladık bu olayı. Ama kızlarımdan bir tanesi dedi ki, ya baba seninle dışarda bir mekânda oturduğumuzda insanlar sana farklı gözle bakıyor, farkında mısın? Farkındaydım insanlar eleştirel gözlerle bakıyorlardı. Genç bir kızla oturuyor diye düşünüyorlardı. Öncelikle kendi içimizi bildiğim için çok rahatsız olmuyordum ama kızım söyledikten sonra eleştirileri hissettim. Bu bakış açısı beni yok ederdi. Çünkü benim esas ödülüm insanların merhaba demesidir. Onun için kızım tam hukuk fakültesini bitirirken açıklama yaptı. Sonra da insanlar duymaya başladı. Bu hem avantajdı hem dezavantajdı. Çünkü çocuklarımın toplumda boyunları eğilsin istemiyorum. Yani bu başka ve de biraz zor bir dünya…
VAKIF KURMAK İSTİYORUM
Maddi olarak da çok büyük bir yük değil mi? Nasıl karşıladınız bunca yıl?
Tiyatrodan, diziden aldığım parayla eşimin maaşıyla hep destek sağlamaya çalıştık. Eşimle beraber bir çay ocağı da açmıştık 80’li yıllarda. Naylon torba, pilav da sattım. Küçükler neden yaptığımı sorduğunda film için rol diyordum, incinmesinler diye. Büyükler anlıyordu zaten. Bizim insanımıza yön verdiğin zaman her şeyi başarırlar. Yeter ki herkes birbirine el uzatsın. Zaten ben utanarak anlatıyorum. Çünkü bir elin verdiğini diğer elin bilmemesi gerekiyor. O anlamda eşim de ben de biraz sıkıntı yaşıyoruz. Şimdi ise çalışan evlatlarımızla ortak bir hesabımız var. 17 çocuğum halen üniversitede okuyor, onlara hep birlikte destek oluyoruz. Daha çok çocuğa destek olmak için yurt yapmak, vakıf kurmak gibi projelerimiz de var. Bu anlamda çalışmalar yürütüyoruz. Sizlerde hiç olmazsa cezaevlerindeki çocuklar ve kadınlar için ihtiyacı olan malzemelerden bırakıp destek olabilirsiniz.
ÖNCE KENDİNİZİ SONRA İNSANI SEVİN
Tüm bu yaptıklarınızın özünde hayat felsefenizi çok iyi anlıyoruz. Yine de sizin yüreğinizden geçenleri duymak isteriz?
Aslında ben çocuklara değil kendime iyilik yapıyorum. 69 yaşındayım ve hala bu böyle. Çünkü o yoksullukları çok çektim, hala sokakları gezmeye devam ediyorum. Bursa’da da bir evladım var. Geldi aldı beni, onunla da gece Tophane taraflarını dolaştık biraz… Ben hep yatılı kaldım, yatılı okudum. Yani tanımadığım insanların vergileri benim maaşım oldu, çocuklarımın kursağından geçti. Bu nedenle bu ülkede herkes birbiriyle merhabalaşmalı, birbirine layık olmalı. Sokaktaki gördüğümüz zaman yollarını değiştirdiğimiz çocuklar bize hediye. Öte yandan cezaevlerinde şu anda anneleriyle birlikte 0-6 yaş arasında 700’e yakın evlat yatıyor. Benim felsefem şu; o çocuklar bir gün sokak çocuklarıyla, sokak çocukları bir gün senin evindeki çocuklarla aynı parkta aynı salıncağa bindikleri gün bu ülkede barışı yakalarız. Her şey para değil, asıl mesele sevgi, birlikte olabilmek. Çocuklara dokunmayı, merhaba demeyi, bir simiti paylaşmayı bilelim. Sen kendi çocuğunu ne kadar çok seviyorsan onu da sevmek zorundasın. Çünkü senin çocuğun sokağa çıktığı zaman onunla muhatap olacak. Onun için ilk önce kendinizi sonra da insanı sevmeyi bilin.
Paylaş