Paylaş
Fotoğraflar: Recai Güler
Türkiye-Almanya arasında yarı zamanlı mesleğini sürdürmeye devam eden Müzisyen Anne ile Bursa’da katıldığı bir etkinlik vesilesiyle bir araya geldik. Pozitif enerjisi ile sohbetimize ayrı bir renk katan Ahu Kahraman Yıldırım ile röportajımızda hem hayata karşı duruşunu hem de organ bağışı konusunda edindiği farkındalığı konuştuk.
Sizden bahsedilirken güçlü, mücadeleci gibi unvanlar da arkadan geliyor. Genel karakteriniz hep böyle miydi?
Vallahi çok samimi itiraflarda bulunayım size. Örneğin konservatuara yıllar şarkı söyleyerek, eğlenerek geçer gider diye girmiştim. Anadolu Lisesi’ni de kazanmıştım ama konservatuarın daha kolay bir okul olduğunu düşünmüştüm. Ailem de yeteneğim olduğunu öngörmüştü. İlkokulundan sonra Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Piyano bölümüne girdim. Hayalimdeki gibi olmadı tabii. Çok zor bir okuldu ve ben güçlü olmayı, hayata tutunmayı konservatuarda öğrendim. Oradaki rekabet beni büyüttü ve geliştirdi.
Üniversitede nasıl bir öğrenciydiniz?
Epey zor mezun olduğumu söylemeliyim. Bunu da pek kimse bilmez aslında. Birinci sınıfta kaldım, ikinci sınıfta da kalınca okuldan atıldım. Onca yılın emeğinin karşılığında babam bu duruma çok üzüldü. Babama çok düşkünümdür, onun kalbi kırılınca ben hayatta yeniden atağa geçtim. Aftan yararlanarak, çalışıp okula geri girdim ve hiç kalmadan 2005 yılında mezun oldum. Kaldığım yılların telafisi de olsun diye anaokullarında müzik öğretmenliğine başladım. Aslında çocuk ve müziği o öğretmenliğe ne kadar yeteneğim olduğunu o zaman keşfettim.
HIRSLANDIM
Zorluklar karşısında kolay pes etmeyen birisiniz anladığım kadarıyla?
Anaokulları ve arkadaşlarım sağ olsun. Ben kötülükle gaza gelen bir insanım! Kim kötülük yaparsa hırslandım ve hep bana başarı olarak geri döndü. Hiç kimse elimden tutup, gel seni de şuraya götüreyim demedi şimdiye kadar, iyi ki de demedi. Çocukları çok seviyordum ve bu yönde en iyisi olma hırsım vardı. Çünkü anaokulları benden deneyim isterken bana deneyim kazandıracak işi vermediler. Konser piyanistliği diplomam var. Yurt dışında da anne bebek müzik eğitimi alıp uzmanlaştım ve aranan müzik öğretmenleri arasına girmeyi başardım. Bir de 2006 yılında Erol Büyükburç ile çocuk şarkıları albümü yaptım.
OKUL AÇTIM
Girişimci olmaya, kendi okulunuzu açmaya nasıl karar verdiniz?
Müzik okulu açma işim de beni müzik okuluna piyano öğretmeni olarak almayan bir patron sayesinde oldu. O zaman ben de kendi okulumu açarım dedim ve rakip oldum. Almanya’dan bir markadan franchise aldım. İki yıl sonra sözleşmemiz bitince aslında markanın bana çok destek olmadığını fark edip, kendi markamla Türkiye’nin ilk ve tek aile bebek müzik okulunu açtım.
Okulunuzun adına nasıl karar verdiniz?
Kızım Lal’in doğumu ve okulumun marka değişimi bir araya geldi. Eşimle, okulun adının “Müzisyen Anne” olmasına karar verdik. Okulumuzda bir etkinliğe bloggerları davet edince instagram dünyasına adım atmış oldum ve takipçilerim artmaya başladı. Arkasından okulla birlikte sahne gösterilerim de başladı.
NİYETİNİZE DİKKAT EDİN!
Oğlunuz Kartal’ın doğumu ile birlikte hikâyeniz de yön değiştirdi. İlk kazandığınız farkındalığınız neydi?
Biraz pazarlıkla ya da hedef koyarak çocuk yapılmaz, ben onu gördüm. İlk çocuğumda yapamadığım, şimdi yersiz hevesler olarak gördüğüm şeyler vardı. Maddi olarak kendimi rahat hissettiğimde kızıma kardeş yapacağım ve sadece ben bakmak istiyorum demiştim. Kartal sağlıklı bir bebek olarak dünyaya geldi ama biliyorsunuz 20 günlükken mikrop kaptı ve kalp yetmezliği teşhisi konuldu. Babamın ismini koymak istediği için “Allah’ım bana hep bir erkek evlat ver,” derdim. Oysa “hayırlısı ve sağlıklı olsun” diye niyet edilmeli. Allah bana bir erkek evlat verdi ve sadece benim bakabileceğim günleri de yaşattı. Şimdi herkese, neyi, nasıl niyet ettiğinize dikkat edin, diyorum.
KENETLENMEYİ DE BÖLÜNMEYİ DE YAŞADIK
Ardından sosyal medyanın gücünü gördünüz. Çok kısa bir sürede kalp nakli için gereken parayı toplayabildiniz?
Hem de nasıl! Maddi anlamda Kartal’ı Almanya’ya götürebilecek, hastaneye kaporasını yatırabilecek kadar gücümüz vardı. Ancak sonrasında maliyetin o kadar aşacağını ve aciliyetini hesaplamamıştık. 2017 yılının haziran ayında hastaneye yattık. Bir ay sonra doktorumuz, “Kalp nakli gerekiyor ama 1 milyon 100 bin Euro tutuyor” dediğinde tıkandık kaldık. Duyurularla 19 saatlik sürede yaklaşık 60 bin bağışçıdan toplanan para direkt hastanenin hesabına yattı. Kalp bulunana kadar ise nakil için 5 ay bekledik ve tedavi masrafı toplanan bağış ile karşılandı.
Daha sonra sosyal medyada size karşı ciddi eleştiriler de başladı. Nasıl etkilendiniz bu süreçten?
Çok ağrıma giden şeyler oldu. Benim evladım için çok acil bir durumum vardı. Ama bir süre sonra yakın arkadaşlarım da dâhil, senin maddi durumun iyi diyerek mal varlığımı sorgulamaya başladılar. Üzerimizdeki kıyafetlerin markasına kadar sorgulayıp, bağış parası ile aldığımızı bile düşünebildiler. Durum böyle bir hal almaya başlayınca, eşimle karar verdik ve Kartal’ın nakil sonrası tedavisi devam etmesine rağmen hastane kasasındaki 300 bin euroyu, yapılan tüm masrafların faturalarıyla birlikte Valiliğe geri verdik. En azından başka bir çocuğa da faydası olsun diye düşündük. Sonrasında da sosyal medyada iftiralar devam ederse mahkemeye başvuracağımı açıkladım.
KALP NAKLİ YİNE OLACAK
Şu anda tedavi nasıl ilerliyor, Kartal hakkında bilgi alabilir miyiz?
Kartal üç buçuk yaşında ve tedavisine Almanya’da devam ediyoruz, çok şükür iyi. Bu çocuğun yapısı ile ilgili bir durum ama bir kere daha nakil olacağını biliyoruz. Sistemde tekrar nakil olan, sıraya alınan çocukların hepsiyle tanıştık. Ama korku ile de yaşamıyoruz. Kartal’da ameliyatlardan ötürü gelişim geriliği var. Kendi yemek yemeye, yürümeye yeni yeni başladı. Özel eğitim ve terapiler alıyor. Yakın zamanda çölyak teşhisi de konuldu. Ama biz neler aştık değil mi?
Kartal’dan sonra bir kızınız daha oldu. Çalışma ve ailenizin yaşam düzenini nasıl kurdunuz?
Asya, çok büyük bir sürpriz oldu. İlk başlarda kendime çok kızdım ama önce bana, sonra da kardeşi Kartal’a çok iyi geldi. Asya Almanya›da doğdu ama bu ona vatandaşlık hakkı getirmiyor. Sadece hasta bebeğiniz kalsın, kızlarınız dönsün dediler. Türkiye’ye gelirse Almanya’ya geri giremeyecek çünkü hiç vizesi olmadı. Kaos bir durum yani. Eşimin ve benim Almanya’da çalışma ve oturma iznimiz var. Orada da müzik organizasyon şirketi kurdum. Ancak yeteri kadar kazancımız olmadığı için, eşimle bir karar verdik ve ben yarı zamanlı Türkiye’ye döndüm. Yirmi gün burada çalışıyorum. Gündüz okulumu yönetiyorum, geceleri küçük büyük ayrım yapmadan kadınlar matinesinde DJ’lik yapıyorum. Vatanımızı çok seviyoruz ama Türkiye’de hayal ettiğimiz gibi bir organ bağışı sistemi kurulmadığı müddetçe Kartal’ı gidebildiği yere kadar Almanya’da büyütmeyi istiyoruz.
BEBEKLER İÇİN KALP CİHAZI BULUNMUYOR
Çok zorlu bir tempoya girmişsiniz. Bir yandan da edindiğiniz bir misyon var?
Türkiye’de organ nakli ücretsiz ama en büyük sıkıntı bekleme süresi çok uzun ve bağışçı çok az. Ben şu anda ayakları yere basarak, diğer çocuklar için de savaşabiliyorsam kendi çocuğumun orada sağlıklı ve güvende olduğunu bildiğim içindir. Başka çocuklar için de bu güvenli ortamı yaratmaya çalışıyorum ama maalesef vefat ettiklerini de görüyorum. Çünkü bebek kalp nakli beklerken, bebeklere takılabilecek yapay bebek kalp cihazı burada yok. Maliyeti çok yüksek olduğu için hastaneler artık getirmiyor, SGK da karşılamıyor. Kartal’ın en büyük şansı Almanya’da 4 ay o makine ile beklemesiydi. Ben sadece organ nakli gereken hastalıklarda, birinin evladı size organ versin diye dua edemezsiniz diyorum, çok zor. “Allah’ım hayırlısını ver,” demekten başka elinizden hiçbir şey gelmiyor.
DOĞUMLA BİRLİKTE BAĞIŞÇI OLUNSUN
Yakın zamanda, organ bağışı ile ilgili yaptığınız çalışmalar nedeniyle de “Sosyal Sorumluluk Öncülük” ödülü aldınız. Sizin için nasıl bir anlam taşıyor?
Bu ödül benim için çok önemli. Daha önce sürekli yılın annesi ödülü verilmeye çalışıldı ancak kabul etmedim. Çünkü benim davam çok başka! Ben 18 yaşında ehliyet sahibi olduktan soran organlarımı bağışlamıştım, o zamanlar kendi ailem bile ne kadar önemli olduğunun farkında değildi. Benim en büyük hayalim Türkiye’de otomatik organ bağışı sisteminin olması. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin birçoğunda başladı. Doğumdan itibaren nüfus cüzdanı ile birlikte aksi için imza verilmediği müddetçe herkes otomatik organ bağışçısı oluyor. Aynı zamanda adaletli bir sistem, istemiyorum diye imza verenlerin günün birinde organa ihtiyacı olursa, sistem o kişileri bekleme listesinin sonuna alıyor. Türkiye’de ise tam tersi siz gönüllü olsanız bile, ölüm sonrası hala birinci derece yakınlarınızın izni isteniyor. Oysa organ bağışı kartı olan herkesin sisteme bağışçı olarak tanımlanması gerekiyor. Her hastanede mutlaka bir psikologla birlikte ailelere de durumun önemimin, bağışçının ne kadar ulvi bir şey yaptığının anlatılması lazım.
MESLEĞİMLE TAKDİR EDİLMEK HOŞUMA GİDİYOR
Şimdi başka bir hikâye var diyorsunuz?
Gerçekten bir dönem Kartal’ın annesi olarak tanındım. Şimdi gerçekten mesleğimle de takdir edildiğimi hissediyorum, hoşuma gidiyor. Öncelikle kendini ezdirmeyen bir kadın olduğum için kendimle gurur duyuyorum. “Niye bu kadar koşturuyorsunuz, her şey para mı?” diyenler hala var. Ama ben yine çocuklarım için çırpınıyorum. “Azıcık aşım kaygısız başım,” demek isterdim ama benim çok kaygılı bir başım var ve çok çalışmam gerekiyor, yapacak bir şey yok. Ya da ayakları üzerinde duran, gerçekten tırnaklarıyla kazıyarak gelmiş bir kadın modelini görmek istemiyorlar. Ben herkese karşı her zaman dürüst oldum. Çok fazla takipçimin olması benim hayatım için önemli olduğu kadar birçok insanın sağlıkla ilgili ihtiyaçlarını duyurmak, destek olmam için de çok faydalı. Çok takipçisi olan hesapların ön ayak olması da gerekiyor zaten.
Paylaş