Paylaş
- Umut Oğuz nasıl bir çocuktu. Evde, okulda, mahallede?
Umut çok hareketli ve pratik zekâlı yorucu bir çocuktu. Çevredeki herkese peygamber sabrı gerektiren durumlar yaratırdı. Mesela daha 3 yaşındayım, annem tutmuş elimden pazara götürmüş. Yürürken sadece 20 saniye başka bi yana bakmış ve ben o sırada önünden geçtiğimiz yumurta tezgâhının ilk sırasındaki yumurtaları komple yerle yeksan etmişim. Bütün pazarcılar anneme seslenmişse de ne fayda. Önce herkeste bir şaşkınlık sonra kocaman kahkahalar. O zamandan başlamışım güldürmeye.
- Oyunculuk hayal ediyor muydun?
Oyunculuk hayali kendimi hatırlamaya başladığım en eski an itibariyle var. Birilerinin karşısına geçip taklit yapmak, etkileşim kurmak, duygu değişimleriyle onları etkilemek benim hayatımda hep olan şeylerdi. Zaten hayal edip niyetini koyarsan hayat sana inanıp o şansı veriyor.
- Ahmet Gülhan’ın seni keşfetmesi en büyük şansın olmuş sanırım, hikâyesini dinleyebilir miyiz?
Kesinlikle en büyük şansım! Antalya’da işten ayrıldığım tatil köyü beni Fethiye’de bir tatil köyüne tavsiye etti. Ahmet Gülhan da 3-4 yıldır oraya davet ediliyormuş ama gitmiyormuş. O yaz sadece üç günlüğüne gelmiş ve dediklerine göre benim için gelmiş. Sahnede beni izleyince, “Gel bakalım, sen fazla yeteneklisin” deyip beni İstanbul’a davet etti.
USTA ÇIRAK İLİŞKİSİNİN ÖNEMİNİ ANLADIM
- Hayatında nasıl bir dönem başladı, kolay oldu mu? Neler yaşadın?
Hayal ettiğimden fazlası bir dönem başladı. Kesinlikle kolay olmadı ve hala da kolay değil (gülerek). Örnek aldığım, yıllarca izlediğim ustalar beni izlemeye başladı. Hatta denk geldiğimizde takdirlerini aldım. Zor zamanlarımda usta çırak ilişkisinin ne kadar önemli olduğunu anladım. Başım ne zaman sıkışsa aklına danıştığım bir ustamın olması büyük bir şans. Hala arar hayata dair ne varsa danışırım. Bu vesileyle vefa borcumu asla ödeyemeyeceğim bir isimdir Ahmet Gülhan. Allah ömürler versin.
- Mesleğinde dönüm/kırılma noktaların var mı?
Birkaç tane dönüm noktam var. Ahmet Gülhan benim ustamdır hep söylerim ama daha derin bir usta ismi söylersem o da Yalçın Menteş’tir. Bana yapmamam gereken ne varsa o örnek olmuştur. Çok severim. Karşılıklı çok emeğimiz vardır ama mesleki olarak yanlış olan ne varsa bana uygulamalı görme şansı vermiştir. Onun da hakkını ödeyemem. Sonrasında da beni Adanalı dizisine taşıyan bir süreç oldu. Oktay Kaynarca ve Tayfun Güneyer benim adıma kırılma noktaları olmuştur. Adanalı dizisi beni hiç sevmediğim bir yükten kurtarmıştır; kendimi anlatmak.
- Zor günlerde motivasyon kaynağın ne oldu?
İlk motivasyon kaynağım seyirciden aldığım inanılmaz reaksiyonlardı. Her oyunda artan bir grafik izledim / izlemişim. Tabi bunları bugün daha rahat görebiliyorum. Çok zordur tiyatro yapmak, turne yapmak ve bunları makûl rakamlara yapmak... İşte bunları yapmadan da “oyuncuyum” demek, pişmemiş yemek gibi lezzetsiz kalmak demek. Bugün beni en zor zamanlarımda bile, o günlerim motive ediyor.
- Bu zamana kadar en severek oynadığın rolün ya da oynamayı hayal ettiğin bir rol var mı?
Bugüne kadar en keyifli rolüm Adanalı’daki Fiko idi. Bana Bir Soygun Yaz filmimizdeki Sülo da iyiydi. Oynamak istediğim rolden ziyade çalışmak istediğim yönetmenler var. Umarım bir gün hayat onlarla yolumu denk getirir; Guy Ritchie, Nolan kardeşler, Yılmaz Erdoğan...
KUTSAL BİR MESLEK YAPIYORUM
- Unutamadığın bir anını dinlemek isterim?
Diziler tiyatro gibi değil. Reaksiyonunu performanstan sonra alıyorsun. Adanalı henüz bitmişti. Konya Akşehir Nasrettin Hoca türbesine uğramıştık. Annem, halam, babaannemi Şems ve Mevlana ile tanıştırmaya götürüyordum. Yol üstü dua okuyalım istedim. İnsanlar birikti. Arkam dönük konuşmalar duymaya başladım. Birisi sordu “Gerçekten o mu” diye. Annem sağ olsun kırk kere uyarmama rağmen “Evet evet o, benim oğlum onu ben doğurdum” diyerek beni ilana koydu (gülerek).
Bir kaç fotoğraf faslından sonra, Ayla ve annesiyle tanıştım. Ayla konuşamayan, daha doğrusu çok az konuşan mahçup 20-22 yaşlarında bir kızdı. Biraz sohbet edince ben sarıldım Ayla’ya. Ağlamaya başladı. Annesi “Ama Ayla biz ne konuşmuştuk” dediği an Ayla susup özür diledi. “Siz neden buradasınız” diye sordum. Malûm orası bir mezarlık. “Babamızı ziyarete geldik. Itfaiyeciydi, iki sene önce bir yangında kaybettik” dedi. Biraz sessizlik oldu. Sonra anne “Ayla söyleyelim mi abiye” dedi. Beni yakın bulmuş ki “Söyle” dedi. “Babamızı kaybettikten sonra Ayla bir sene boyunca ne konuştu, ne güldü. İçine kapandı. Doktorlara gittik. Çok şey yaptık ama konuşturamadık. Adanalı vardı televizyonda, siz çıkınca Ayla bir güldü!! O güldü biz güldük. O güldü yüreklerimiz güldü” dedi. Tüylerim diken diken olmuştu. Şekerim falan düştü. O kadar heyecanlandım ki. Hiç bilmediğim kim bilir kaç aileye böyle dokunmuştum bilmeden. Dokunmaya da devam ediyorum. Bu mesleği kutsal saydığım anlardandır. Ne mutlu oyuncuyum. Ne mutlu ki insanları seviyorum.
- Bursa’da ayrı bir kitlen var. Sokakta adım başı durduruluyorsun. Nasıl bir izleyicin var sence?
Bursa benim sınavlarımdan biridir. Sokak sokak gezip insanlara mikrofon uzatmak meşakkatli iş. Denedim, sevdim. Onlar da beni sevdi. Zaten fikri öneren arkadaşım Hasan Basri normal sokaktaki hallerinden farkı kamera ve mikrofon olacak demişti. Öyle de oldu. Yakın bir zamanda Bursa’nın köylerinde bir Ramazan turnesi yapmıştık. Beni gören köylüler “Anaaa bizim Umut” diyorlardı. O zaman anlıyorsun yaptığın işin kıymetini ve eylemin bereketini. Sektörde 20.yıla yaklaşıyorum. Samimi olduktan sonra oynadığın her rol geçiyor bence seyirciye.
SEYİRCİYLE BAĞIMI KOPARMAM
- Ünlülerin dünyasında değişmeden kalmak zor olsa gerek. Kuralların, ilkelerin vs var mı? Senin hayatında değişen neler oldu?
Kurallarım elbette var. Ben seyircimden uzak durmak üzerine bir kariyer çizmedim hiç. Bugün bile metrodaydım. Pazardaydım. Bu bağı koparmayacağım. Bir de zor günlerindeki Umut’u yanımdan ayırmıyorum. Nereden geldiğini unutanlar, baş koydukları yolda kalıcı olamazlar. Ağacın köküdür üzerindeki coşkulu yeşile rengini veren...
- “Ben iyi bir amatörüm” diyorsun. Hedeflerin, hayallerin neler?
Eğer geliştirmiyorsa bir iş seni başka bir yol açacaksın kendine. Bence en büyük haksızlık yıllarca aynı işte üretmeden devam etmektir. Kurumsalhane de mesela beynim inanılmaz aktif çünkü bilmediğim sektörlere giriyorum. Sahne gösterimde 2 saat sahnede olmak aynı şekilde farklı bir enerji. Ama sektörde yıllardır aynı rolü oynayan arkadaşlarımı görüyorum. Bu bir tercihtir saygı duyuyorum ama ben bunu kendine haksızlık etmek olarak düşünüyorum. Son oynadığım dizide de daha önce oynadığım rollere yakın bir rol geldi önce ama ben oynamadığım başka bir kulvardaki rolü oynamayı seçtim. Benim için geliştirici bir unsur oldu. Kendimi keşfetmeye devam ediyorum.
MİZAHIN GÜCÜNÜ KURUMSALA ADAPTE ETTİK
- Tiyatro, tv, sinema ve stand up… Senin için önemi ve önceliğine göre sıralarsan?
Tiyatro, stand up, sinema, dizi diye sıralarım. Sahneyi seviyorum. Sahne vefalıdır bi de… Keşke tiyatrolarda ünlenecek bir potansiyelimiz olsaydı. Tv dizileri programsızlık, düzelmeyen sektörel sorunlar, yapılamayan ya da çok geç yapılan ödemeler nedeniyle çok zorluyor. İstediğimiz projeleri yapamıyor, hevesle oynayamıyoruz. Kendi yazıp yönettiğim stand up şovum Mıknatıs’a ise kısa bir ara vermiştik. 28 Nisanda Kadıköy Apartman Sahne’de yine başlıyoruz. Bursa’da daha önce Gemlik’te sahne aldım. Güldürmeyi çok seviyorum. Her an olduğunuz yere gelebilirim.
- Aynı zamanda Kurumsalhane markası ile kurumlara organizasyonlar yapıyorsun. Bu proje nasıl doğdu?
Kurumsalhane benim kıymetlim. Hem tiyatro yapıyoruz hem de oyuncu arkadaşlarıma ekstra çalışma alanı yaratıyoruz. 2007 yılında yaklaşık 8 bin kişilik bir organizasyonla başladı kurumsal yolculuğumuz, sonra bir çok ünlü markaya sıçrayarak bugüne geldi. Her firmaya özel hazırladığımız ironik içerikli mesajların yüzde yüz odaklanmayla aktarılmasını sağladık. Turnover’ı azalttığımız ve satışları arttırdığımız rakamlarla tescil edildi. Çalışanlarla empati yaparak, markaya olan aidiyet hissini güçlendirdik. Canlı performanslarla, her kademeden yaklaşık 30 bin, videolarımız ve filmlerimizle yüz binlerce çalışana dokunduk. Mizahın gücünü kurumsal dünyaya adapte ederek hatırı sayılır ağızdan tam notlar aldık. Her firmayla yepyeni tecrübeler yaşamaya, öğrenmeye ve onlara da ciddi farkındalık katmaya devam ediyoruz.
KİTAP OKUMAYAN OYUNCU OLUR MU?
- Sana gençlerden de hep destek olmakla ilgili mesajlar geliyor, neler önerirsin?
Biz eylemin çocuklarıyız. Şansımızın peşinden koşan, pes etmeyen çocuklar. Gençlik de bu temele oturunca, iyi kötü hayallerimize dokunur olduk. Yeni nesil çok stabil. Oturdukları yerden bir şeyler yapabileceklerine fena inanmış, aşırı özgüvenli ancak eylemsiz. Kitap okumaz, araştırma yapmaz, sorgulamaz, gündemi ve dünyayı takip etmez ama oyuncu olabileceğine olan inancı tam. Tiyatro izlemeyen, konser izlemeyen, sergileri takip etmeyen, resim okuyamayan oyuncu olur mu? Kitap yüzü açmadan dizilerde, reklamlarda parayı vurma hayali, uzay boşluğunda balık tutmak gibi bir ütopya.
Paylaş