Kültürümüze yabancılaştık

Grammy adaylığı bulunan caz piyanisti, besteci ve icracı Mehmet Ali Sanlıkol, Türk müziğine sahip çıktığını söyleyenlerin son derece popülist ya da ideolojik bir yaklaşım içinde olduğuna dikkat çekerken, “Türkiye’nin yüzde yetmişi kendi kültürüne ve memleketine yabancılaşmış durumda” dedi.

Haberin Devamı

Kültürümüze yabancılaştık

Aldığı bir çok saygın ödülün yanı sıra, müzikte özgün ve çok kültürlü yaklaşımıyla dünyanın dört bir yanında eleştirmenlerin adından övgü ile söz ettiği Mehmet Ali Sanlıkol, röportajımızda Türk müziğini keşfetmesiyle birlikte kimliğinin nasıl yeniden oluştuğunu anlattı.
Aynı zamanda Boston’da New England Konservatuvarında profesör olarak görev yapan Sanlıkol ile yıl sonunda Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası ile ilk kez dünya prömiyerini gerçekleştirdiği Karagöz Orient Ekspresi konseri sonrası bir araya geldik. Proje yönetmenliğini de yürüttüğü Dr. Hüseyin Parkan Sanlıkol Müzik Enstrümanları Müzesi’ndeki sohbetimizde, Bursa’dan Boston’a uzanan müzikal kariyerindeki önemli dönüm noktalarını konuştuk.

Haberin Devamı

İLK KONSERİ 5 YAŞINDA VERDİ

Önce çocukluğunuza, müzik öğretmeni olan anneniz Fethiye Sanlıkol’dan eğitim aldığınız günlere gidelim dilerseniz. İlk piyano derslerinizden ne geliyor aklınıza?
O günleri düşününce, annem bir öğrencisiyle ders yaparken yanlarında oyuncaklarımla oynadığımı hatırlıyorum. O yüzden Beethoven sonatlarını, Chopin valslerini sonradan öğrenmiş olsam da daha küçücükken kulağımda yer etmişti. Annem beni ilk oturtup tuşlara dokundurttuğunda dört yaşındaydım, beş yaşındayken de Çelik Palas’taki resitalde ilk kez konsere çıkıp bir çocuk şarkısı seslendirmiştim. Eğitimim on bir yaşına kadar klasik batı müziği ile devam etti. Ortaokulu Namık Sözeri’de, liseyi Cumhuriyet Lisesi’nde okudum. İçinde Şebnem Ferah’ın da olduğu Bursa’nın rock gruplarıyla çalmaya başladığımda ise on üç yaşındaydım. Hep birlikte Rock festivallerine çıkıyorduk.

ABD’YE BAŞVURU YAPTIM

Seksenli yılların sonlarında lisedeyken caz müziğine ilgi duymaya başlıyorsunuz. Müzik eğitiminizi istediğiniz anlamda sürdürmek zor olmadı mı?
O yılların Bursa’sını düşündüğümüzde, imkansızlıklar arasında caz daha sofistike bir müzikti. Öğretecek insan bulmak zordu ama hakkını yemeyeyim Yusuf Eker bana bir iki bir şey göstermişti. Ondan öğrendiklerimi hatmetmiştim. Yine de istediğim şeyi elde edemiyordum. Aileme söylemeden ABD’nin Boston kentindeki Berklee Müzik Koleji’ne başvuru yaptım ve burslu kabul mektubu aldım. İlk yıl üniversiteyi de kazanamamıştım.

Haberin Devamı

Kültürümüze yabancılaştık

BURSA’DAN BERKLEE’YE

Sizin gönlünüzde hep müzik vardı tabii. Babanız Parkan Sanlıkol da doktor ama aynı zamanda bir müzik gönüllüsüydü. Nasıl karşıladı bu durumu?
Evdeki kombinasyon şuydu; annem ders veriyordu ama babam da opera aşığı bir insandı. O yıllarda enstrüman biriktirmeye başlamıştı. Babama kabul mektubunu gösterdiğimde haklı olarak “Oğlum, sen daha 16 yaşındasın. Ben seni cesaret edip gönderemem Amerika’ya” demişti. Müziğe karşı çıktığından değil, tanıdığımız falan hiç yoktu. Gerçekten cesaret edemedi.

AYDIN ESEN SAYESİNDE

Siz tabii hiç vazgeçmemişsiniz, ikna süreci nasıl gerçekleşti?
Ben bir şekilde babaannemin yanına İstanbul’a gittim ve Aydın Esen ile buluşarak ondan haftada bir ders almaya başladım. Babama ilk başta açıklamadım. Aydın Esen’in bir konserine davet ettim ve kendisine hayran kaldılar. Konser bitince ben tanıyorum size kulise götüreyim bahanesiyle Aydın ağabeyin yanına götürdüm. Babamlara, “Siz bu çocuğa yazık ediyorsunuz, kabulünü bile kendi almış çok yetenekli. Hemen Berklee’ye gönderelim” dedi. Bu tanışma ile birlikte beş ay sonra artık Boston’daydım. O anlamda hayatımı kurtaran kişi Aydın Esen’dir.

Haberin Devamı

ÖDÜL ALARAK MEZUN OLDUM

Hayallerinize ulaştığınız Berklee’de nasıl geçti ilk yıllar?
Hani insan bu kadar hayal ettiği ve arzuladığı bir şeye kavuşunca... Sabah okulun kapısı sekizde açılıyordu gece ikide kapanıyordu. Ben o süre boyunca odalarda çal çal çal... Açlık içerisinde öyle bir çalışıyordum ki, acayip hevesliydim. Bir tane Charlie Parker CD’si almıştım. “Blues for Alice” alarm parçası yapmıştım, onunla uyanıyordum her sabah. Yemek yemeyi bile unutuyordum. Öyle ki ikinci sömestir vücudum yeterli besin alamamaktan bitkin düşmüştü. Ve bir gün bayıldım. Acile götürdüler (gülerek). Bir de Aydın ağabey, “Berklee’ye gidiyorsan, Herb Pomeroy’dan ders almadan gelme” demişti. Benim için önemliydi söylediği. Kolejdeki ilk yılımda, üç bin aday arasından Herb Pomeroy’un özel kompozisyon sınıfına seçildim. Hırs demek istemiyorum cidden bir tutkuydu, bir özlem vardı. İlk yıllar deliler gibi çalışarak geçti yani. 1997’de de caz kompozisyon ve film müziği bölümlerinden, “Clare Fischer” ve “film müziği” özel ödüllerini alarak mezun oldum. 

Haberin Devamı

Kültürümüze yabancılaştık

KENDİMİ BEĞENMEYE BAŞLAMIŞTIM

Okurken aynı zamanda konserler vermeye başlıyorsunuz, bir müzik grubu da kuruyorsunuz. Size nasıl bir yansıması oldu bu başarıların? Bir nevi ünlenmeye başladığınız dönem de diyebilirmiyiz?
1996’da Mehmet Ali Sanlıkol and Berklee Band adıyla kurduğum grup ile Bursa Ulusulararası Festivali’nde, İstanbul ve Ankara’da ve yine yurt dışındaki festivallerde bir çok konser verdik. O arada kurduğum Audio Fact topluluğuyla da caz festivallerinde epey bir aktiftik. Bilhassa caz meraklıları içerisinde beni hâlâ ordan hatırlayanlar var. 1998’de Okay Temiz ile Ercan Irmak’ın konuk olduğu bir albüm çıkartmıştık. 2002’de de Bob Brookmeyer, Tiger Okoshi’nin yer aldığı ikinci albümüm gelmişti. Düşünsenize okulu birincilikle bitirmişim, departmanımı temsil ediyorum, festivallere çıkıyorum. Tabii artık kendimi beğenen adam edaları da vardı. Adına şöhret diyemem ama küçük yaşta böyle başarılar esasında egoyu besleyen, insanın kişiliğinin oluşmasına mani olan şeyler olabiliyor.

Haberin Devamı

CAZDAN PARA KAZANAMADIM

New England Konservatuarı’nda yüksek lisansın ardından aklınızda yokken doktora yapıyorsunuz. Caz festivalleri, turneler derken akademik kariyere yönelmenize ne sebep oldu?
Aslında konserlerle birlikte cazın ağır ağır karanlık yüzü de ortaya çıkmaya başladı. İstediğin kadar birinci ol, festivallere çık ama cebimizde para yoktu. Yaş 25 olunca nereye kadar böyle gidecek soruları başladı. Babam da 2000 yılıydı, o zaman ‘doktoraya başvur’ dedi. Hiç aklımda olmayan bir şeydi. Bir de bugün öğrencilerime yedi okula birden başvuracaksınız tavsiyesi veriyorum ama ben bir sınava üstelik en zoruna girdim. Babama kazanamayabilirim dediğimde, “Taş attın da kolun mu yoruldu” demişti. Sınavı geçtiğimi duyunca tabii bambaşka bir güç buldum kendimde.

Kültürümüze yabancılaştık

TÜRK MÜZİĞİNİ KEŞFETMEM MİHENK TAŞIMDIR

Hayatınızdaki bir dönüm noktasını da Türk müziği ile tanışmanız olarak anlatıyorsunuz?
Tam mihenk taşı diyeceğim bir şey. Çünkü ben o zamana kadar tam anlamıyla öz oryantalisttim, yani kendi memleketine ve kültürüne tam anlamıyla yabancılaşmıştım. Zaten bana göre Türkiye‘nin yüzde yetmişi de kendi kültürüne yabancılaşmış durumda. Kendi kültürünü sahiplendiğini söyleyen de son derece popülist bir versiyonunu sahipleniyor. Ben türkü dinliyorum diyen kişiye Aşık Veysel’in 74’ten orjinal kaydını çalıyorsun, iyi söyleyememiş diyerek kapatıyor. Hafız Kemal’in gazellerini açalım onu zaten dinlemez. Veyahut da ideolojik birtakım saplantılarla onlara bağlanıp dinleyenler var. Her şey bayrak gibi! Yani makamın inceliğini, o adamın yaptığı gazelin içindeki makam geçkilerini dinlediğinden değil. Oysa sanatsal muhtevası yoğun müziklerle iletişim kurmak çaba gerektirir. Bu dediğim ciddi bir şey. İşte ben de “Türk müziği de neymiş falan” diye, o yüzde yetmişin ön saflarında koşturuyordum. Sonrasında tamamen tesadüfen Türk müziğini filtrelerin ortadan kalkmış şekliyle işitme, tecrübe etme olanağım oldu.

MEHTER MÜZİĞİ TERS KÖŞE YAPTI

Mehter müziğini keşfetmenizle nasıl bir dönüşüm yaşadınız?
Arkadaşlarımla toplanıp çok sevdiğim Risk isimli dünyayı fethetme oyununu oynarken, bir arkadaşım mehter müziklerini açtı. İlk başlarda güldük falan ama oyun uzadıkça bir süre sonra müziklere dikkat etmeye başladım. Sonrasında çalan parçalardan birinde batı oryantasyonuyla Türk müziğinde karar perdesi dedikleri notayı teşhis edemediğimi fark ettim. Şimdi doktoraya kabul almış falan birisiyim, nasıl olur yani? O incelikli makam beni bir ters köşe yaptı.

ÇORAP SÖKÜĞÜ GİBİ

Gece biterken “Vay be bu mehterin sesi de bayağı büyük bir sesmiş“ dediğimi hatırlıyorum. Büyüdüğüm memleketten bu kadar basit bir ezginin o karar perdesini işitememem, o zaman sorsalar böyle telaffuz edemezdim herhalde, bende ciddi bir kimliksel şey yarattı. Onun üzerine doktoraya başlamam da iyi denk geldi ve arkası çorap söküğü gibi geldi.

Kültürümüze yabancılaştık

KİMLİĞİM OLUŞTU

Alt branş olarak da etnomüzikoloji yaptım. Olacak şey değildi; şansıma İTÜ’den Nilgün Doğrusöz bizim okula konuk olarak geldi. Şehvar Beşiroğlu da (rahmetli) benim ilk Türk müziği hocalarımdan oldu. Usul, makam öğrenme derken tam on sene ciddi okumalar ve araştırmalarla iyi birikim yaptım. Aslıma itiraz eden biri değilim. Bu demek değil ki öncesi yok oldu. Ama bu on yıl hepsinin farklı bir değer kazanmasına, kimliğimin yeniden oluşmasına vesile oldu. Otuzlu yaşların sonlarında 2011-12 yılında yeniden bestecilik kariyerime aktif olarak öyle döndüm.

KIRMIZI HALIDA YÜRÜTTÜM

Bir de Grammy müzik ödüllerinde finalistliğiniz var. Nasıl bir duyguydu?
O da şans hakikaten. Babam daha hayattaydı. 2014’te A Far Cray orkestrası benden bir beste sipariş etti. O albümde yer alan dünya prömiyeri olan tek eser benimkiydi. İşte o albümle oda müziğinde, Grammy müzik ödüllerinde son beşe, finale kaldık. Büyük bir olaydı benim için. Niye? Çünkü babamı ve annemi kırmızı halıda yürütmüştüm. Şubat ayıydı, eylülde de babam vefat etti. O yüzden benim için enteresan ve önemli olaylardan biridir.

DÜNYAYA TÜRKİYE MERCEĞİNDEN BAKIYORUZ

Boston’da 2004 yılında kurduğunuz Dünya Kültür Sanat Vakfı’nın misyonu nedir tam olarak?
Hemen hemen yaptığımız her şeyde, albüm de olsa konser de olsa hepsinin nüvesinde bir Türkiye, Anadolu teması var. Bu caz da olabiliyor opera da. Çeşitli Türk müziği geleneklerini diğer dünya müzikleri ile yan yana getiren çalışmalar yapmaya devam ediyoruz. Veyahut katıksız bir Türk müziği ile geleneksel bir program da yapıyoruz. Yani dünyaya bir Türkiye merceğiyle bakmaya çalışıyoruz.

YILLARIN BİRİKİMİ

Bursa Bölge Devlet Senfoni Orkestrası ile ilk kez dünya prömiyerini gerçekleştirdiğiniz Karagöz Orient Ekspresi de bu çalışmalardan biri sanırım?
Uluslararası Caz Gününde, Bursa’yı, caz müziğini ve batılı orkestra geleneğini hem orijinal bir biçimde hem de bu üç öğeyi layıkıyla bir araya getiren yepyeni bir eserle temsil etmek istedim. Agatha Christie’nin Orient Ekspres romanını ‘Karagöz’ ile bir arada hayal ettiğim anda bütün taşlar yerine oturdu. Bu uyarlamada yer alan karakterler için Karagöz karakterlerinin geleneksel şarkı/türküleri ile caz standartlarını model olarak alan yeni parçalar besteledim. Solist olarak kendi müzikal duruşumu da Karagöz’ü oynatan meddahı örnek alarak oluşturdum. Tam anlamıyla yılların birikimini aktardım aslında.

Kültürümüze yabancılaştık

İLK VE TEK ENSTRÜMAN MÜZESİ

Ve bugün röportajı gerçekleştirdiğimiz mekan, proje yönetmenliğini de yürüttüğünüz Dr. Hüseyin Parkan Sanlıkol Müzik Enstrümanları Müzesi’nden de kısaca bahsedelim mi?
Ben 1993’te yurtdışına çıktığımda, babamlar da yurt dışı gezilerine başladılar. Babam ilk başlarda tek tük enstrüman getirirken, sonradan hız kazandı. İki binli yıllarda sanki ticaret yapar gibi yirmi tane birden alıp getirmeye başlamıştı. Bazı enstrümanları da, mesela baba sana bir de Özbek borusu olsa ne güzel olur diyordum, bir bakıyordum hakikaten bir şekilde tedarik ediyordu. Öyle öyle üç yüze yakın enstrüman biriktirmişti.

200’ÜN ÜZERİNDE

Babam vefat ettikten sonra, o dönem Nilüfer Belediyesi Başkanı olan Mustafa Bozbey müzeyi kuracaklarını söyleyince üzerinde ciddi bir çalışma yaptım. Çıkan eksikleri de yarı yarıya biz Sanlıkol ailesi ve de Nilüfer Belediyesi ile tamamladık. Bağışlar da oldu. Dünyanın farklı kültürlerine ve müzik geleneklerine ait 200’ün üzerinde enstrüman, kültürel ve coğrafi çerçevelerle ayrılmış 13 adaya yerleştirildi. Bursa’nın ilk ve tek enstrüman müzesi içindeki sahnemizde de özel etkinlikler, atölyeler gerçekleştirerek hep birlikte yaşayan bir müze olması hedefiyle çalışmalarımıza devam ediyoruz.

Yazarın Tüm Yazıları