Paylaş
25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele günü kapsamında Bursa’da da Mor Salkım Kadın ve Dayanışma Derneği tarafından organize edilen “Erkek Dili ile Şiddeti Konuşuyoruz” etkinliği, DB Pozitif ve İlham Veren Konuşmalar (İVK) işbirliğiyle, Almira Otel’de gerçekleştirildi.
Moderatörlük görevini üstlenmekten onur duyduğum etkinlikte, hep birlikte daha güzel bir dünyayı mümkün kılabileceğimize olan inancım daha da arttı. Farkındalık yaratmak adına desteğini esirgemeyen tüm konuşmacılarımız sadece bilgi donanımlarıyla değil, yaşanmışlıkları, hayata bakış açıları ve de şiddete karşı duruşlarıyla da gerçekten bizimle birlikte olduklarını hissettirdi.
Etkinlikteki, 3 farklı oturumdan önemli mesajları sizlerle de paylaşarak, toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığını çoğaltmayı diliyoruz.
ŞİDDET DİL DÜZEYİNDE BAŞLAR
İlk oturumda, toplumsal cinsiyet rollerinin ve şiddetin temelinde yatan nedenler psikolojik perspektiften Psikolog Ferhat Aydın ve Nişantaşı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uğur Batı tarafından tartışıldı.
Prof Dr. Uğur Batı:
* Kadına karşı şiddet açıkça bir terör eylemidir.
* Kadına karşı şiddet sosyal antropoloji açısından şöyledir: İlk önce ev yapan, ardından hayatı evcilleştiren erkek kültür, kadını eve hapsetmek istemiştir. Buna “homo sacred “ diyebiliriz. Erkek kültür kadına şöyle demiştir: “Sen annesin, üreme yetin var ve kutsalsın.” Bu kültür uzun zamandır da bunu demeye devam etmektedir!
* Kadına yönelik şiddetin pek çok türü, ataerkil ve fallik kültürü tarafından azdırılıp, başka anlamlarla da çeşitlendirilmeye devam etmektedir.
* İnsanın doğasında şiddet vardır gibi söylemlerle “şiddeti bilimsel olarak doğallaştırmamak” gerekir. İnsanın doğasındaki şiddet ancak bir hayvanın doğasındaki kadardır. Ve hayvanlar keyif için ya da kendilerine dönük bir nedenden şiddet uygulamaz. Bu içgüdüden gelir. Oysaki insanın “sıçramış” “çok gelişmiş” bir insan beyni vardır. Normalde bu beynin şiddeti engellemesini bekleriz. Oysa görüyoruz ki artırıyor.
* Bununla ilgili şunu söylememiz gerekiyor: Travmatik durumlar dışında insan, ancak bir hayvan kadar şiddet yüklü olabilir ki bu da içgüdü kısmıdır. O zaman insan beynimiz niye var?
* Tipik celladına aşık olma durumu gibi şiddet ve cinsiyetçiliğe dair toplumsal meşruiyete zemin hazırlayan bir adanmışlıktan vazgeçmeliyiz. Bilimin dilini, popüler kültürün dilini, haberciliğin dilini, TV içeriklerinin dilini normalleştirmeli, hatta güzelleştirmeliyiz.
* Şiddet dil düzeyinde başlar. Atasözü, deyimler, gündelik söylemler, yakıştırmalar, mizah, vs hepsine dikkat etmeliyiz. “Kızını dövmeyen... dizini döver” gibi sözler şiddeti meşrulaştırıcıdır.
* Velhasıl denebilir ki, bir erkek kendisinin olmak istediği erkeğin ne kadar uzağındaysa, kadına şiddetin o kadar nefesindedir.
ZİHİN VE NİYET OKUMAYIN
Ferhat Aydın (Psikolog): Toplumsal Cinsiyet kavramı tartışılırken hep karşımıza çıkan, biyolojik farklılıklarımız eşitliğe engel değildir. Günümüzde bilim insanları beynin kendini iyileştirme ve yeniden yapılandırma becerisi olduğunu ortaya koydu. Şu anda Nöropsikolojinin de en önemli kurallarından bir tanesi şudur; herhangi bir işte yeteri kadar zaman harcandığında, o işte iki cinsiyet de başarılı olabilir. Ancak doğduktan sonra gelişim sürecinde toplumsal cinsiyet kodlamaları ile karşı karşıya kalıyoruz. Anne-baba tutumları, çevre, genetik, biyoloji gibi insanı etkileyen birçok faktör var. Ancak biyo sosyo kültürel (biyopsikososyal) bir canlı olan insan için, “yedisinde neyse yetmişinde odur” algısı doğru değildir. Temelde ki bazı mizacı özellikler değişmese de törpülenip baş etme becerisi arttırılabilir.
Zihin ve niyet okuma insana ait bir düşünce hatası. Özellikle partnerler birbirlerinin davranışlarını konuşmak, sormak ya da anlamak yerine daha çok doğrudan suçlamayı tercih etmekteler. Genel olarak yetişkin modunda ‘’sen böyle yaptın ve ben bunları hissediyorum’’ diyerek kendi duygularımızı ifade etmeli ve iletişim esnasında karşı taraftan yardım çağrısı istemeliyiz.
ERKEĞİ DE BİR ANNE YETİŞTİRİYOR
Fotograflar: Cihan Atasever
Turizmci, İş İnsanı Dr.Cem Kınay ve Girişimci, İş İnsanı Özkan İrman tarafından, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı hem sektörel hem de yaşanmışlıklar üzerinden örneklerle ele alındı. Kınay, “Ben dünyayı bir gün kadınların yöneteceğine ve daha güzel bir dünya yaratacaklarına gerçekten inanıyorum” derken, Özkan İmran da “Erkeği de bir anne yetiştiriyor. Annenin yetiştirdiği çocuk, güçlendiğinde şiddete başvuruyor ise eğitimde en başa dönmemiz gerekiyor” diye konuştu.
DÜNYAYI KADINLAR YÖNETMELİ
CEM KINAY: Anadolu’da geçen çocukluğumla birlikte, genel olarak mutlu bir ailede büyüdüm. Kişilik özelliklerime de etkilerinin olduğuna inanıyorum. Kendimi düşünce kavgacısı olarak görüyorum. Kaybedenler kulübü diye bir şeye inanmadım ve sıkıntılardan güçlenerek çıkmayı bildim. İyi bir insan olmanın yolu da kendi analizimizi iyi yapmaktan geçiyor. Herkes önce kendi evinin önünü süpürüp, reçetesini mutlaka bulmalıdır.
Kadın-erkek eşitliği noktasında ise gerek özel gerekse iş hayatımda insan faktörü her zaman ön planda oldu. Turizm sektöründe olmam sebebiyle dünyanın birçok noktasında yatırımlar gerçekleştirdim. Yönetim kadrolarında özellikle kadın çalışanlarımıza görevler vermeyi tercih ettim. Kadının güçlü olması için ekonomik bağımsızlığını kazanması çok önemlidir. Yıllardır dünyayı erkekler yönetiyor. Beceremedik kabul edelim. Ben dünyayı bir gün kadınların yöneteceğine ve daha güzel bir dünya yaratacaklarına gerçekten inanıyorum.
ÖNCE KENDİMİ İYİLEŞTİRDİM
ÖZKAN İRMAN: Bu coğrafyada şiddete uğramamış hiçbir insan yoktur. İlla şiddeti fiili olarak yaşamıştır anlamında söylemiyorum. Çünkü öyle bir çağda yaşıyoruz ki en iyi şartlarda sosyal medya paylaşımlarında görüyoruz. Şiddet artık kanıksanmış durumda. Bunu da hayatında şiddeti görmüş, yaşamış ve de genlerine bir şekilde sindiği için yeri geldiğinde şiddeti çözüm olarak görmüş yurdum insanı olarak söylüyorum. Ailemdeki şiddete tanıklıkla başlayan hikayem yöneticilik hayatımdaki bir çok deneyimimle devam etti.
Kendi işimi kurduktan sonra yaşadığım farkındalıklarla önce kendi ruhumu da iyileştirmeye çalışırken, öte yandan kadın çalışanlarımızın ekonomik özgürlüğünü elinde tutması adına destek vererek ayrı bir çaba gösterdim. Çünkü asıl hikâye çocukluktan başlıyor. Erkeği de bir anne yetiştiriyor. Annenin yetiştirdiği çocuk, güçlendiğinde şiddete başvuruyor ise, eğitimde en başa dönmemiz gerekiyor. Ben tüm bu sorunların sevgiyle verilen eğitimle aşılacağına inanıyorum. Umarım bir gün şiddetten uzak medeni insanlar olmayı başarabiliriz.
KADINA ŞİDDETE RTÜK’TEN YASAK YOK
Son oturumda ise Medya, Sanat ve Şiddet İlişkisi’ni Radyocu, Seslendirme Sanatçısı Mert Ruscuklu, Besteci, Aranjör İrsel Çivit ve de Sanatçı, Akademisyen Cenk Yüksel değerlendirdi. Cenk Yüksel, “Toplumsal cinsiyet eşitliği demek, insanı tamamen cinsiyetsiz düşünebilmektir bence” görüşünü belirtirken Mert Ruscuklu; ”Belki de iki nesil sonra kadına fiziksel şiddeti konuşmuyor olacağız. Ancak manevi şiddet konusunda bu kadar iyimser değilim” dedi. İrsel Çivit ise “İronik olan RTÜK gibi bir kurum kadına şiddetle ilgili yasak koymuyor. Bu bana korkunç bir hata gibi geliyor” diye konuştu.
YAYINLARDA DEĞİŞİM BAŞLAMALI
MERT RUSCUKLU: Şiddeti uygulayan neticede bir insan öyle değil mi? Hâlbuki yetersizliğini ve acizliğini şiddet yoluyla ortaya koymaya çalışan birey, henüz insan olmanın erdemine ulaşmamış demektir. şiddetin tarafı ve galibi yoktur. Neyse ki yeni nesil, gelişen iletişim yöntemleri ve ulaşılabilir medya sayesinde şiddetin mağduriyetini şiddete uğramadan deneyimleyebiliyor ve nasıl uzak kalması gerektiği konusuna kafa yoruyor. Belki de iki nesil sonra kadına fiziksel şiddeti konuşmuyor olacağız. Ancak manevi şiddet konusunda bu kadar iyimser değilim.
Değişimin gelmesini beklemek yerine değişimi tetikleyen unsurlara odaklanmamız lazım. Bu unsurlar arasında geleneksel medya ve sosyal medyaya büyük görev düşüyor. Dizi, sinema, oyun, müzik, tiyatro ya da aplikasyon hiç fark etmez. Kamuya açık ulaşılabilir olan her şeyde yapımların ve yayınların insanı değersizleştiren ve şiddeti öne çıkaran yapısını tamamen ortadan kaldırmalıyız ki değişim başlasın. Aksi halde umudumuz olan yeni nesilde bizi hayal kırıklığına uğratacaktır.
DİZİLER ŞİDDETİ MEŞRULAŞTIRIYOR
İRSEL ÇİVİT: Çocukluğumda şarkı söylemenin ayıp sayıldığı, hatta erkek solistlerin önüne kız lakaplarının konduğu bir yerde büyüdüm ben. Oysa gözünüzü kapattığınızda duyduğunuz müziğin cinsiyeti yoktur, sadece müziğin duygusunun yoğunluğunu hissedersiniz. Kadınların da sahneye çıkmasının yasak olduğu bir dönemden bugün dünyanın çok önemli orkestralarında kadın orkestra şeflerinin olduğu döneme gelebildiysek, bence önemli bir yol da kat ettik.
Eski dönem filmlere baktığımızda ise başroldeki bütün erkeklerin “yalan söylüyorsun” diyerek tokat atmadığı bir sahne hatırlamayız. Yıllarca bu filmlerin hepsini alkışladık ve günümüzde dizilerle devam ediyoruz. İronik olan RTÜK gibi bir kurum kadına şiddetle ilgili yasak koymuyor. Bu bana korkunç bir hata gibi geliyor. Çünkü filmlerden görerek belki kendi evinde bunu uygulayan yoktur ama sokakta, akrabasında, komşusunda buna tanık olduğunda insan kayıtsız kalabiliyor. Çünkü medyada bu sahnelerin gösterilmesi normalleştirilmesine, meşrulaştırılmasına müsaade ediyor. Aslında her sessiz kalışınız, gördüğünüzde başınızı çevirmeniz bu şiddetin parçası olmanız demektir.
I MARİA ŞİDDETE DUR PROJESİDİR
CENK YÜKSEL: Müzik kariyerimde sık sık sosyal sorumluluk projelerine yer vermeye çalışıyorum. “I Maria” da şiddet gören kadınlara ses olabilmek amacıyla hayata geçirilen müzikal bir projedir. Kontrtenor olmam nedeniyle kurguladığımız bu projede, kontretenör aslında bir sentez olarak kullanılmakta.
Hem erkek hem kadın sesiyle sololar ve düetler seslendiriyor olmam; aslında hepimizin bir olduğunu ve tek farkın cinsel organlarımız olduğunu gözler önüne sermektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliği demek, insanı tamamen cinsiyetsiz düşünebilmektir bence. Ancak nasıl oluyor da bir kadın tarafından dünyaya getirilen ve de yetiştirilen bir erkek, kadına şiddeti kendinde hak görüyor? Eril kişinin kadınsal olan her şeye bir saldırısı söz konusu. Üzerinde çok düşünülmesi gereken ve acilen de çözülmesi gereken bir problem. Benim kişisel olarak içim sızlıyor.
Sorun dünyanın sorunu olunca, repertuarı oluştururken dünyada meşhur olmuş aryalar, müzikaller, etnik parçalara yer verdik. 40 kişilik senfoni ve pop orkestrası, dansçıları, teknik kadrosuyla 80 kişilik dev bir kadronun ortak projesidir. Ancak sorumlu bir sanatçı olarak taşın altına elimi sokarak, projenin yanlış yürütülmemesi adına da riski üstlendim.
Paylaş