Paylaş
- İletişim akademisyeni olarak bu alanı seçme nedeniniz nedir?
Odağında insan var. Açıkçası insanlar neden bu perspektifi kullanmadan herhangi bir disiplinde çalışıyor ben de onu merak ettim. Aslında disiplinlerin tepe şemsiyesi beyindir. Antropoloji, psikoloji, psikiyatri, iletişim buradan başlamak üzere bütün bilim dallarının temel perspektifinden birisinin beyin olması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü dünyayı algılama, öğrenme biçimimizde en çok beyinden yola çıkılır. Henüz çözülmemiş birçok gizemi var, her geçen gün yeni bir bölgesini keşfediyoruz. Beyni tanıyıp üzerine bilim bina ettiğimiz zaman birçok kısa yola ulaşma şansımız olacak.
POTANSİYELİMİZİ AZ KULLANIYORUZ
- Kendini tanıma sanatı olarak tanımlanan Enneagram üzerinde de çalışıyorsunuz. Bir tür kişilik analizi mi yapıyorsunuz?
Bir topluluğu kolektif bir kategoriye hapsetmek o kadar kolay bir şey değil ama şunu söylemek mümkün; kişilik psikolojisi akademik disiplinde yoğunlukla çalışılan uygulamaları açısından baktığımızda pek çok katkısı olan bir bilim. Nedir? İnsan kaynaklarındaki profilleme, satış pazarlamadaki içsel motivasyon süreçleri, öğrenme pratikleri vs. onlarca disiplin sayabilirim. Bu anlamda bireyin kişiliği çok çok önemlidir. Biz öncelikle hep deriz ki insanın önce kendini profillemesi sonra bize diğerlerinin nasıl baktığını anlamamız lazım ki, kendimizi gördüğümüz biçimle diğerlerinin bizi gördüğü biçim arasında büyük bir açı farkı yoksa, evet benim kişiliği bu diyebiliriz. Sonra kişiliğe uygun hayat tasarımları yapmak; öğrenmek, kariyer, aile ilişkileri gibi çok kritiktir. Bir de bunların kolektife uzanan bir biçimi, yani toplumların genel bir davranış tarzı genel bir zihinsel çerçevesi olabiliyor.
- Toplum olarak nasıl bir zihinsel yapıya sahibiz?
Bizim bireysel ve toplumsal olarak fiziksel, zihinsel ve duygusal olmak üzere 3 tane ana kapasitemiz var. Bunlardan sadece bir tanesi ana potansiyel, diğerleri yardımcı ve çekinik potansiyeldir. Enneagram çalışmalarında Türk insanının genel tutumuna baktığımızda; fiziksel kapasitesini çok daha fazla yoğun kullanan, dinamik, hareket odaklı, bir an önce karar verip eyleme geçme eğiliminde olan bir tip çıkıyor. Yardımcı karakterine baktığımızda Türk insanının duygusal karakterini görüyoruz. Bütün bu eylemsellikler içerisinde kendinden hiç beklenmeyen duygu fırtınaları yaşayabilen bir topluluk. Biz genelde zihinsel potansiyelimizi en az kullanıyoruz. Yani rasyonel düşünme, argümanlarına göre karar verme gibi. Çünkü zihinsel potansiyel diğerlerine göre biraz yavaştır, değerlendirme süreçlerini içerir. Biz çok tezcanlı, hızlıca hareket etme eğiliminde olduğumuz için, bize yakın gelen siyasi fikirler, oyuncular, ünlüler, yöneticiler genellikle fiziksel odağı çok hızlı karar verebilen insanlardır. Toplumlar doğal olarak kendileri gibi olanı ararlar. Kendilerinden farklı olanlar ise çok dikkatini çeker, hayranlık gibi…
- Hemen burada kişilik ve karakter tanımı yapalım mı?
Benim çok basit bir tanımım var; kişilik en tepede şemsiyedir. Kişilik konuşurken, karakteri, huy-mizaç ve fıtratı konuşuyoruz. Fıtrat insanın doğuştan getirdiği; ahlak sahibi olmak, korunma içgüdüsü, yeme-içme dürtüsü, nefs ve benlik bilinci özellikleridir. Huylar da doğuştan gelir; içine kapanıklık, tezcanlılık gibi ve değişmez. Karakter insanın yaşama üslubudur; dürüst ya da dolandırıcı olması gibi. Bütün bunların toplamı olan kişilik hareket halindedir ve değişir.
KÖTÜLÜK ÖTEKİNİ YOK SAYMAKLA BAŞLAR
- Sürekli sorduğumuz soru; şiddet, katliam, savaşlar, iftira, ganimet kültürü bütün dünyayı neden bu kadar sarmış durumda?
Dünya organik bir kriz yaşıyor, insanların birbirleriyle olan bağı ciddi anlamda çökmüş durumda. Dünyanın 4,5 milyar yıllık tarihinde, insan konuşma edinimini 2,5 milyon yılda kazandı. 60 yılda yapay zekayı üretti. İnsan bununla başa çıkamıyor. Bunun bireydeki tezahürlerinden biri de şiddet! İnsan beyni evrenin en karmaşık yapısıdır. Her şey orada olup bitiyor. Başımıza gelen iyi ve kötü şeylerin pek çoğunun sebebi de insanın hadsiz bir varlık olmasındadır. Eller ve imal yeteneği insanı büyük bir sıçramaya götürdüğü gibi beraberinde önce kendi biyolojisini bozduğu, sonra doğayı ve bütün ekosistemi altüst ettiği bir hadsizliği de getirdi. Kötülüğün en ciddi tanımı ötekini yok saymaktır. Şiddet de bunlardan biridir. İnsanlar önce diğerlerinin hakkına duyacağı saygı ve empati ile iyiliğe ulaşabilir.
AŞKIN 3 FAZZI VARDIR
- Sizin bir aşk tanımınız var mı?
Konuştuğumuz her şey insan üzerine. İnsan da ruh-beden-zihnin bir araya geldiği çok karmaşık bir yapı olunca, hayatımızdaki birtakım olgular da karışık oluyor. Aşk, beyinde gerçekleşen kimyasal bir aktivitedir ama bir taraftan da beynin kalple ilişkisi var. Bunun için varlığın anlamına gitmemiz, ruh kavramının aşkla ilişkisine bakmamız gerekiyor. Ben bu tür olgularda insan aklı kamildir; yani sezgiseldir bir anlamda diyorum. Biz aşkla ilgili ne sezinliyorsak, bize o tarifi nasıl bir sonuç çıkartıyorsa, bunun bazen bedende yansımaları olur. Kalp atışının hızlanması, koşulsuz birlikte olma isteği, tenin birbiriyle yaptığı büyük uyum, aslında aşkın ilk safhasını tanımlıyorum. Onun üzerine bina edilen bir afrodizyak birlikte olma isteği, daha sonra bunun hayattaki bütün meşakkatli yollarla birleşmesi, insanların birbirini desteklemesi, işin içine saygının girmesi aslında bunların toplamı aşkı oluşturan şeyler. Biz de aşık olurken sezgilerimize güveniyoruz, sonucunda doğru muymuş yanlış mıymış ona bakıyoruz
- Aşkın ömrü var mı gerçekten?
Aşkın sonsuz ya da ömrünün 3 yıl olduğu gibi şeyler bizim tanımlarımız. Ama aşkın 1-2-3 fazları vardır. Nörokimyasal aktivite olarak böyle tanımlarız. Çok terminolojiye girmeden anlatayım, ilk faz o krampların girmesi, sonra bağlanma ve en son birliktelik fazıdır. Eğer 3 yıl süresince bu aşamaların hepsi başarıyla geçilirse kiminin adına sevgi dediği şey oluyor ama bence hala aşk. Öteki türlü aşkı maalesef sadece cinsel hazdan kaynaklanan çok dar kapsama hapsetmiş oluyoruz. Bence aşkın bitmesi hikâyesi hazzın bitmesidir. Haz zaten azalarak devam eder, normaldir. Ama ben aşkı insanın derinliğine yakışır bir biçimde tanımlamanız gerektiğini düşünüyorum.
- Erkek beyni ve kadın beyninin farklılıklarını en iyi sizden dinleriz sanırım?
Kadın ve erkek beyni gibi tanımladığımız şey biyolojik bir tanımlama değildir. Kadın ve erkek beyni cinsiyet özellikleri her insanda vardır. Bunu iyi-ya da kötü diye ayırmanın mümkünatı yok. Ama bunların ağırlığı çok önemlidir. Sağ ve sol beyini ayıran o noktadaki taçın erkeğin yaklaşık 2,5 katı daha gelişmiş olması sebebiyle, kadın beyni daha detaycı, daha kompleks süreçleri bir arada yürütebilen enteresan bir beyindir.
KULLANILMAYAN BEYİN GERİ ALINIR
- Geçmişi unutup anı yaşamak ne kadar mümkün?
Kişisel gelişim anı yaşama meselesini, hazcı bir üslupla yanlış tanımlıyor. Dünya hareket ediyor, sen ancak hazzı anda yakalarsın, kaçırma gibi. Biz sinirbilim, iletişim, ikna, motivasyon perspektifinde bu işe böyle bakmıyoruz. İnsan ilginç bir zaman olgusalına sahip. Geçmişi hatırlayabiliyor, geleceği projekte ediyor, anı yaşıyor. Geçmişin acılarını hatırlayıp kendimize isyan çıkarırken, aslında geleceğimize karanlık bir adım atıyoruz. Tabii ki geçmişten ders çıkarmak insanın gücüdür, geleceği hayal etmek çok faydalıdır ama hareketin anda olduğunu bilmeliyiz ve yaşamalıyız. Ama hazcı bir şekilde değil, insanı insan yapan bütün kavramlarla anı yaşamak lazım.
‘ÖNCE ÇOK OKUMAK’
- Beynin fonksiyonlarını çalıştıran şeyler nelerdir?
İlk önce çok okumak! Sinirbilimde şöyle deriz; kullanılmayan beyin geri alınır. Ama gerçek anlamda geri alınır! Dolayısıyla idrak, derin anlama; tefekkür bunu anlamlandırma; tevekkül etmek; beynini boşaltmak; çok gezmek, çok yorumlamak; münakaşa değil ama münazara; doğru beslenme bütün bunlar beyni geliştiren faktörler. Felsefe beyni en çok canlı tutan şeylerden biridir. Yani bunun hem sihirli formülü yok hem de bunların hepsi sihirli formüller!
Paylaş