Paylaş
Deniz Bayramoğlu ile birlikte kaleme aldıkları “Üzgün İnsandan Özgür İnsana” kitabıyla zorlu bir yolculuğa çıktıklarını anlatan Batı, hayatın öznesi olmayı unutanlar için bir umut kitabı yazdıklarını söyledi. Röportajımızda “Çağın dışına çıkıp romantizm yapmıyoruz. Aksine asırlardır değişmeyen kurallardan bahsediyoruz” diyen Batı ile insanın neden üzgün olduğundan nasıl bir gelecekle karşı karşıya olduğuna uzanan kılavuz niteliğinde bir sohbet gerçekleştirdik.
Fotoğraflar: Cihan Atasever
- “Üzgün insandan özgür insana” kitabında okuyucu için nasıl bir yolculuk var?
Kitabı yazmadan önce Deniz Bayramoğlu ile sadece Gündem Özel’de değil, oturduk birlikte de çok tartıştık. Nereden başlayalım, nasıl devam edelim diye. Sonuç itibariyle hayatın anlamını anlatma gibi bir iddiamız olmasa bile, zorlu bir yolculuğa çıktık. Bugünün dünyasını adlandıran olguları alt alta dizdik; hız dünyası, karmaşa, dolayısıyla zor olduğu için izafi. İzafiyetle birlikte gelen şey ön yargılar, ön yargılar irrasyonaliteyi tetikliyor ve netice itibariyle de ortada bizim peşinde koşabileceğimiz tek bir şey kalıyor, insanın fabrika ayarları. Biz diyoruz ki fabrika ayarlarını bilen insanlar, hayatı daha doğru yaşamak konusunda kendilerine bir kılavuz bulabilirler. Fakat bunun için başarıyı değil mutluluğu, hatta belli durumlarda mutluluğu değil anlamın kendisini kovalamak zorundalar. Dolayısıyla bu bir umut kitabıdır.
HAYATIN ANLAMINI KAÇIRDIK
- “Hayatın nesnesi değil öznesi olmak” ne zaman gerçekleşir?
Yeni bir evreye gireceğimizi düşündüğümüz 2020 yılına yaklaştığımızda, dikkat ederseniz hızlı bağlantılar, hızlı ilişkiler, hızlı şehirler yani her şey hız kültürü çerçevesinde tanımlanıyor. Dünyayı, ötekini, iş hayatını, olguları anlamakta zorluk çeken insanın, hayatın öznesi olabilmesi mümkün değil. Yani amaç değil araç haline gelir. Her insanın hayatı aynı zamanda bir amaçtır. Öyle olmalıdır en azından. Ama siz yönlendiricilerle, tüketim kültürünü hayatınızın odağına yerleştirip, zaman ve emek kullanımını onun üzerinden yaparsanız, kendinizi tüketim nesneleri üzerinden tanımlamaya başlarsanız, nesne halini alırsınız. Ya da her şeyi başarı odaklı algılamaya çalışırsanız, yine hayatta bir nesne olursunuz.
- Örneklerle biraz somutlandırabilir miyiz?
Elbette. Soru şu; bundan 15 yıl önce girişim olarak kurduğu şirketi 500 milyon TL’ye borsaya arz eden ama etrafında selam vereceği bile bir kişi kalmayan, ailesinden uzaklaşan genç bir iş insanı sizce başarılı mıdır? Ya da Nobel bilim ödülü almış ama çok içtiği sigara yüzünden 48 yaşında akciğer kanseri olmuş bir fizikçi? Dolayısıyla insanın hayattaki asli yolculuğu, bir kaos içerisinde anlam bulma yolculuğudur. Anlamı nerede buluyorsanız, mutluluk sizin için oradan gelir ve kendinizi başarılı olarak nitelendirebilirsiniz. Kapitalist kriterlere göre çok başarılı, güçlü gibi görünmeyen ama iki tane çocuğunu ahlaklı yetiştirip, hayata hazırlayan bir baba ya da anne bence son derece başarılı ve mutludur. Çağın dışına çıkıp da romantizm yapmıyoruz. Aksine bu hayatın değişmeyen kuralıdır ve gerçektir. Ama maalesef biz biraz ucunu kaçırarak, hayatın öznesi değil nesnesi haline geliyoruz.
SORUNLU BİR DÖNEMDEYİZ
- Bugünün insanının neden üzgün olduğunu düşünüyorsunuz?
Biz bir tespitle yola çıktık. Bireyin kendi özerkliğini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olduğu, hayatın anlamının çok karmaşık olduğu bir dönemdeyiz. Bir taraftan siyasetin sıkıştırdığı, bir taraftan tüketim kültürünün yönlendirdiği, sosyalleşme, birliktelik dediğimiz olgunun gerçekten büyük bir yıpranma yaşadığı, bireylerin birbirine ve topluma bakışının gerçekten sorunlu olduğu bir dönem yaşıyoruz. O kadar sorunlu ki, anne kızını, baba oğlunu, yazar toplumu, devlet bireyi anlamıyor. Biz ise fütürizmin, Mars’ta koloni kurmanın peşindeyiz. Bir gün Mars’ta yaşam bulup, koloni kursak bile bu kafayla oraya gittiğimiz zaman da bir şey değişmeyecek. Burada olan her şeyi Mars’a da taşımış olacağız. O yüzden, bütün bu koşullu özgürlük ortamında kendine dönük, akışta yaşayıp etrafındaki olguların ve algıların bile farkına varmakta zorlanan insanoğlu, bugün çok açıkça üzgündür.
- Peki bu tespitinize yönelik önerileriniz var mı?
Biz kitapta, en azından insanları düşündürerek, acaba bunun daha ideal bir formu olabilir mi, şu anki koşullardan daha iyi koşullarda yaşamak için bir yol yordam sunabilir miyiz kafasında olduk. Yalnız bunu yaparken ortaya reçeteler, sihirler birtakım tekniklerle yola çıkmadık. Çünkü bu tür yöntemlerin insanın derinliğine yakışmadığını düşünüyoruz. Evrende emsali olmayan bir değerden bahsediyoruz; beyin. Bu kadar kritik bir donanıma sahip olan insanın yüzeyselliklerle uğraşmaması gerekiyor. Bu konuda bir iddiamız var; iyi örnekler olmakla birlikte Türkiye’de kişisel gelişimin, yurt dışından çevrilen eserler ve onlardan öykünerek oluşturulan içerikler nedeniyle başlangıç noktasından itibaren sorunlu olduğunu düşünüyoruz.
ÖNCE KENDİMİZİ TANIMALIYIZ
- Size göre olması gereken nedir?
Dikkat ederseniz yazılan pek çok kitap, üzerine konuşulan pek çok seminer, televizyon programı önce başarıyı anlatıyordu. Ancak başarı kişisel gelişimin ileri safhalarından biridir. Ama biz kolay ve kısa yoldan gayet konforcu bir tavırla ilerlemeye çalıştığımız için sanki başarı hemen mümkünmüş gibi paldır küldür literatüre oradan başladık. Bu ana sorunlardan biridir. Oysaki insanın önce kendini sonra ötekini tanıması lazım. Her şey kendini tanımakla başlar. Bu idrak anlayışı geliştikten sonra evrenin işleyişini, dünyanın kurallarını, insanın sadece kendi ekosistemini değil aynı zamanda sosyal normlar gibi kavramları, ardından iyilik kötülük kavramlarını, mutluluk kavramından ne anladığını tanımlaması gerekiyor. Başarı, motivasyon, zaman, stres yönetimi vesaire, bunlar daha sonra gelecek aşamalardır. Bir de bu içerikleri kim üretiyor meselesi de önemli problemlerden biridir.
POPÜLER BİLİM KİTABIDIR
- Siz kitabınızı hangi kategoride değerlendiriyorsunuz?
Popüler bilim kitabı olarak değerlendirebiliriz. Bilimin çıktılarını kullanarak, farklı disiplinlerin şu ana kadar geldiği noktalardan örneklerle, genel kitle için anlaşılabilir hale getirip içerisine yorum, yanlılık, taraflılık, kendi tutumunuzu da ekleyerek yazdık. Bu bildiğiniz popüler kültürün bir açılımıdır. Bilimin çıktılarını kullanmadan, kişisel gelişim ve dolayısıyla toplumsal gelişim mümkün değildir. Biz de kitapta tamamen bu izlek peşinde koştuk. O yüzden insanı insana anlattık, kendimizi anlamaya çalıştık. Bunu yaparken de insanı, beyni, özgür iradeyi, ikna bilimini, önyargılı nasıl oluyoruz, nasıl olmayabiliriz, başarı ve yaratıcılık kavramlarından neler anlamamız gerektiğini tartıştık. Geleceğin liderini, insan tipini biraz konuştuk.
TEK BİR GELECEK YOK
- İnsan bu kadar üzgün ve mutsuzsa, nasıl bir gelecekle karşı karşıyayız sizce?
Dünya sonuçta biz onların içine inorganik şeyler eklesek de organik bir seyirde ilerliyor. Öyle baktığımızda ben dünyanın geleceği konusunda, belki de iyi niyetle, çok olumsuz değilim. Ama özellikle vurgulamak istediğim bir şey var ki; dünya için tek bir gelecek gelmeyecek! Biz bunu kaçırıyoruz. Nasıl ki 2018’in Afganistan’ı ile 2018’in Kanada’sı aynı değilse, 2045’in Türkiye’si ile 2045’in İngiltere’si de aynı olmayacak. Üstelik geleceği anlamak için belli kuralları uygulamamız gerekiyor. Bir; geçmişe bakmamız gerekiyor. Gelecekte mesleklerin çoğu kaybolacak, insanlar aç mı kalacak diye korkuyoruz. Zaten tarım devriminden sanayi devrimine, dijital devrime geçerken de pek çok meslek kaybolmadı mı? Bu doğru bir yaklaşım değil. Bir paradigma değişikliği olduğunu kabul ediyorum ama insan en azından belli bir döneme kadar asli faktör olarak devam edeceği için, yine bir yolunu bulacaktır. Asıl mesele; kıt kaynakların eşitsiz dağılımıdır. Dünya insana, yaşama ilişkin bilgi felsefesini bir yerde değiştirmezse, daha da kötüye gidebilir.
TARİH HATAYI AFFETMİYOR
- O zaman geçmişe bakarak geleceği yorumlarken, artı neler yapılması gerekiyor?
İki; sürecin nasıl ilerlediğine bakacağız. Üç; anlık projeksiyonlarımızı tekrar belirlemek için her zaman gözlem yapacağız. Dört; olan ve olmayan her şeyi aşırılaştırmayacağız. Örneğin sürekli konuştuğumuz yapay zekaların geldiği nokta henüz birinci faz, sezgiselliğe varmadı. Büyük ihtimalle çip teknolojisi, sensör teknolojisi daha çok gelişecek, görmemiz lazım. Beş; geçmişin çözümlerini geleceğe nakletmemeliyiz. Altı; geleceğin fırsatlarıyla bugünü değerlendirmemeliyiz. Yedi; en önemlisi yeteri kadar beklemeliyiz, sabır. Ben geleceği entellektüel kapitalizm çağı olarak görüyorum. Fütürizm, gelecekçilik dediğimiz şey ancak böyle bir bilgi felsefesi üzerine gelişirse ayakları yere basabilir.1950’lerde dünyaya bir kaç bilgisayarın yeteceğini düşünen IBM başkanını düşünürsek, yanlış tahminleri tarih ve gelecek affetmiyor aslında.
Paylaş