Paylaş
Fotoğraflar: Duygu Özbekçi Milli
Mert Fırat ile Sabahattin Ali’den öyküler okuduğu, Korhan Futacı ve Orkestrası ile hayata geçirdikleri ‘Rivayet Radyosu’ performansı öncesi bir araya geldik. KalDer Bursa Şubesi ve Podyum Sanat Mahal işbirliğinde gerçekleştirilen buluşma öncesi, sanatını toplum için yaptığını da ifade eden Fırat, seyircisini bulmayan bir sanat anlayışının faydalı olmadığını düşündüğünü de belirtti.
BM ‘İyi Niyet Elçisi’ olarak yerel, çevresel, ekonomik ve kültürel kalkınma konusunda birçok çalışma gerçekleştiriyorsunuz. Öncelikle sizin için iyi insan olmanın karşılığı nedir?
Yaptığı her işte, toplum için nasıl bir fayda sağlayacağını düşünen, her zaman öyle planlayan, girişimlerinde, yaşam biçiminde, bununla ilgili mutlaka bir parça bulunduran insandır. Kendini sorumlu hisseden, taşın altına elini sokmaya hazır olan ve bunu barışçıl yollarla yapmayı hedefleyen özgürlükçü birisidir. Aslında benim için, topluma zararlı olmaması da tek başına yeterli olabilir.
Siz kendinizi önce sivil toplumcu olarak konumlandırıyorsunuz, sonra oyuncu. Toplum için kültür ve sanatı faydalı işler yapmak adına araç olarak kullandığınızı söyleyebilir miyiz?
Ben zaten söylüyorum, siz de söyleyebilirsiniz (gülerek). Sanatın, toplum için olması görüşündeyim. Sanatı sanat için yapmayı tercih eden bir grup da var. Her ikisi de dünyaya bir değer bırakır, değer yaratır. Ancak ben seyircisini bulmayan bir sanat anlayışının faydalı olmadığını düşünüyorum.
BİR BÜTÜNÜN PARÇASIYIZ
Kendinizi, şimdiye kadar yaşadıklarınızı anlama safhasında olduğunuzu; elinizdekilere sahip çıkmak istediğinizi belirtmişsiniz. İyi niyet elçiliği de kendini bulma farkındalığı sonrası mı geldi?
Daha çok insanın amacını bulmaya yönelik bir farkındalık. “İnsan ne için yaşar? Aslında neyi hedefledi?” sorularını sordum hep kendime. Doğaya en büyük zararı veren de insan. Su kaynaklarını tüketen, karbon ayak izini umursamayan, benden sonrası tufan diyen de… Dolayısıyla insanın nasıl bir farkındalıkla, nasıl bir hayat yaşayacağı, nasıl bir amaca doğru yürüyeceği ve hedefler koyacağı, kendini de belirleyen şeyler oluyor aslında. Ama temelde bir dert var ki bu gezegenden bir tane var ve onu korumak zorundayız. Her birimizin de bir hayatı var, doğru ancak bir bütünün parçasıysak ki öyleyiz ortak sorumluluk alanlarını değerlendirerek, o farkındalıkla yaşamanın en önemli şey olduğunu düşünüyorum.
KAYNAKLARIMIZI YOK ETTİK
Bir bütünün parçası olduğumuzun farkına varmak giderek zorlaşıyor mu, ne dersiniz?
Bence Dünya’da yol kat ettik, Türkiye’de de yer yer kat ediyoruz. Ancak ortak bir fikir var ki bir su ülkesi olmamıza rağmen kaynaklarımızı yok ediyoruz, tarımla ilgili ciddi problemlerimiz var. Acı bir gerçek var ki iki kilo domates bazen bir kilo ete denk olabiliyor bazen. Yemeklerimizin, çıkardığımız ürünlerin yüzde kırkı boşa harcanıyor. Bizi oluşturan değerlerin ne yazık ki şu anda uygulamasını ortaya koyamıyoruz, çünkü doğamızı koruyamıyoruz. Uğruna çok savaşlar verdiğimiz, bir bütün halinde tutmaya çalıştığımız toprağımızı toz haline getiriyoruz, GDO ile zehirliyoruz, selleri kontrol altına alamadığımız için kaybediyoruz. Bunlar çok önemli ve anlatılması gereken konular. Dünya’nın her tarafından gençler, Türkiye’de de öyle, bizden önce harekete geçtiler ama.
GENÇLER İLERİYİ GÖRÜYOR
Bunca olumsuzluk karşısında başaracaklarına inanıyor musunuz? Nasıl gerçekleştirecekler bu mücadeleyi?
Biz istesek de istemesek de gençler tüm bu olumsuzlukların farkına varacak ve doğru bir adım atacak. Bunu siyaseten de yapmayacaklar aslında. İhtiyaçları bu olduğu ve soylarını devam ettirmek için yapacaklar. Nasıl insanlık tüm evrim süreci yolculuğu boyunca sadece kendi varlığını tesis etmekle ilgilendiyse; kendisinin otuz misli hayvanlarla mücadele etti, yerleşik topluma geçti, parayı bularak ticareti geliştirdi; yani insan hep akıllı ve her zaman gelişen bir varlıktı. Aklen aslında hiç gerileme görmedik, insanlık hep ileriye baktı. Şimdi bu gençler de ileriye bakacaklar. Biz de eğer onlara gereken fırsatı ve koşulları yaratmazsak, zaten bizim üstümüzden geçip bir nesli geride bırakarak, aynı Greta örneğinde olduğu gibi, çıkacak Birleşmiş Milletler’e ve diyecekler ki; siz ne cüretle bize bunu yaparsanız! Ve gerçekten gün gelecek, 16 yaşındaki kız çocuğunun kurduğu parti dünyada iktidar olacak.
Ne kadar güzel bir tablo çizdiniz. Biz de katılıyoruz elbette ama inanalım mı tüm bu iyi niyetlerinize?
(Gülerek) Öyle ama! Çünkü görülen bütün veriler de bu noktada. Artık çocuklar, gençler ve bizler oksijen istiyoruz. Karbondioksitle büyümek, bebekleri, aile bireylerimizin ya da başkalarının ölümlerine şahit olmak istemiyoruz. Dolayısıyla bu varlığın tesisi ve devamı için doğa ve insan her zamanki gibi üstüne düşeni yapacak ve bunu tesis edecek. Hiçbir güç, hiçbir kuvvet bunun önünde duramayacak. Dolayısıyla en güzeli bir an önce bilinçlenip, dünyanın şu anki koşulları altında dikkatli tüketmek, atık çıkartmamak, çıkartıyorsak ayrıştırarak belediyeden bu hizmeti talep etmemiz gerekiyor. Tüm bunlar, kendimizin konforundan çok dünyanın ve gezegenin sürdürülebilirliğine önem vermek, bir yandan da geçmiş nesillerin bizi kavuşturdukları konforun yarattığı etkileri onarmak aslında.
TARİHTEN DERS ÇIKARMALIYIZ
Bir yandan dünyada etik değerler sarsılırken, ortak değerleri yaşatmak için nasıl bir yol izlemek gerekiyor?
Dünyanın her tarafında benzer şeyler yaşanıyor maalesef. Demokrasinin beşiği İngiltere’de de Almanya’da da iktidarların halka rağmen aldığı kararlar, birbirini dinlememe hali söz konusu. Ben bir şekilde aşılacağına, dünyanın ortak değerlere ve amacına ulaşacağına inanıyorum. Biz istesek de istemesek de bunu tabiat sağlayacak bir şekilde. Benim en çok güvendiğim şey doğa ve yine en büyük zararı verse de en büyük parçası olan insan! Yaşatmak için de en çok söylem ve tavrın birbirini tutması gerekiyor. Hiç kimseyi ayrıştırmadan, ötekileştirmeden, farklılıklara rağmen bir arada yaşamanın yolunu bulmak zorundayız. En iyi gösterge de tarihtir, ders çıkarmalıyız. Ortak değerlerimizi yitirdiğimizde neler olmuş, insan insana ne yapmış, doğa insana ne yapmış her şey çok nettir. O yüzden sağduyulu olduğumuz, şiddetin dilinden vazgeçtiğimiz dünyayı, özgürlükçü ve birbirimizin hakkını gasp etmeden oluşturmak gerekiyor. Bu da zaten bir siyaset, diplomasi sanatıdır. Evet bunlar da gerçekten sanattır…
ÇIKIŞ NOKTAMIZ TEKNOLOJİ OLACAK
Bir yandan da hızına yetişemediğimiz bir dönüşüm söz konusu?
Tabii her şeyden öte, Türkiye’nin en büyük çıkış noktalarından bir tanesi teknoloji olacaktır. Gençlerimizi bu anlamda çok iyi yetiştirmeliyiz, yazılıma, kodlamaya çok önem vermeliyiz. Her türlü fikre çok hızlı adapte olan ve dönüştürebilen genç bir neslimiz var aslında. Çok da meraklılar. Bir yandan da evinin kirasını ödeyemeyen, üstüne kıyafet alamayan kişi telefon, tablet almaya da devam ediyor. Onunla ilgili hiçbir veys yok, teknolojiye yatırım yapıyor. Demek ki! Böyle bir potansiyel de varken, bunu değerlendirmek gerekiyor.
ŞİDDET UTANÇ KAYNAĞIMIZDIR
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği de BM’nin küresel 17 temel amacı arasında yer alıyor. Siz de güçlü kadınlarla büyüdüğünüzü, bu anlamda annenizden birçok şey öğrendiğinizi her defasında dile getiriyorsunuz. Bir oyuncu olarak da, şiddetin dilini yok etmek için yeterli adımların ekranlarda atıldığına inanıyor musunuz?
Bizleri kimin yöneteceğine, neyi nasıl tüketeceğimize biz karar veriyorsak, aynı şekilde izlediklerimize de karar vermeliyiz. Biz şiddetin hüküm sürdüğü bir diziyi seyretmeye, desteklemeye devam edersek, evliliklerinin ilk gecesinde kadının parmağının kırılmasıyla başlayan bir diziyi ya da duvağını kaldırıp gelenek adı altında geline tokat atan birinin videosunu milyonlar seyretmeye, ilginç bulup alkışlamaya devam edecek. Kadın erkek ayırmadan, bu davranışların artık bir şiddet, ruh hastalığı olduğunun farkına varmanız gerekiyor. Bunlar bir adet olamaz ancak bir utanç kaynağı olabilir. Diyecekseniz ki televizyonlarda sürekli iyi şeyleri mi izleyeceğiz? Tabii ki hayır, kötüyü de gösterecek ama bunları yüceltemeyiz, modelleyemeyiz. Dizilere gelene kadar tabii herkes dillerine, kadın erkek ayrımı yapmadan kurdukları cümlelere dikkat edecekler. Çünkü bilmeliler ki bir nesli o cümleler motive ediyor ya da şekillendiriyor. Mustafa Kemal Atatürk ilke ve inkılapları ile bu anlamda en iyi örnek galiba. Bir felsefe peşinde koşmuş, zihniniz hep açık olsun ve hep ileriye bakın, okuyun, çalışkan olun demiş. İyi örneklerimiz bize hep ışık tutacaktır, yeter ki biz iyileşmek, daha da ileriye gitmek isteyelim.
SABAHATTİN ALİ BENİ HEYECANLANDIRIYOR
Siz de çok sevdiğiniz Sabahattin Ali’den öyküler okumak için Bursa’dasınız. Bu projeden bahsederken, kızı Filiz Ali Kürk Mantolu Madonna’nın film olmasına sadece sizin yer alacağınız proje olursa onay vereceğini belirtmişti. Bu konuda da bir gelişme var mı?
Henüz yok ama fırsat bulmuşken de Filiz Ali de tıpkı babası gibi sanata ve müziğe çok katkısı olan değerli bir isim, teşekkür etmek isterim. Sabahattin Ali de çok müzikli, şiirli sanatın her dalını bir arada tutabilen ve ürün verebilen birisi. Bütün hikâyelerinin içinde bir müzik söz konusu. Okuyucusuna zenginlik hediye ediyor. Beni de çok heyecanlandıran harekete geçiren metinlerindendir; Değirmen, Sırça Köşk bütün öyküleri öyle aslında Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna… Nazım Hikmet, Turgut Uyar, Edip Cansever, Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar da öyle. Çok iyi bir edebiyatımız ve gerçekten insanın içini harekete geçirebilen yazarlarımız var. Kadın yazarlarımızdan Şebnem İşigüzel’i, Latife Tekin’i aynı şekilde sayabilirim, her biri ayrı inanılmaz. Onların söylemini, sözünü, bir biçimde bakış açısını paylaşmak da beni çok mutlu ediyor.
Paylaş