Paylaş
Dijital dönüşümle birlikte çağı anlamlandırmaya çalışırken, pandemi süreciyle gündeme gelen ‘kırılım çağı’ sizin için ne ifade ediyor?
Tüm ticari anlayışlar için konuşursak; dünyada ve Türkiye’de çok önemli günlerden geçiyoruz. 80’lerde yaşanan kırılımın bir benzeri 2020’lere geldiğimizde yaşanıyor. Evet, hep birlikte bir kırılım çağından geçiyoruz; sonuçlarını da çok kısa sürede görmeye başlayacağız. Örneğin Koç grubu 35 bin çalışanı için evden çalışmaya geçtiklerini açıkladı. Bu durum aslında kırılımın çatır çatır sesleri, inanılmaz bir şey! En basitinden 35 bin kişinin kahve maliyeti, kullandığı araçlar, öğlen yemekleri gibi inanılmaz bir gider kalemi var ortada ve üzerine bir çizik atılıyor. Verimliliğe baktığımızda; eğer siz uzaktan çalışmayı iyi kontrol edebiliyorsanız, çalışanlar 8 saatte değil iş yerindeki 3-4 saat çalışmanın karşılığında o verime ulaşabiliyorlar. Hem ticari hem özel hayatımızda, bu kırılım çağının neresinde olmalıyız diye aldığımız derslerle bir çıkarım yapmalıyız diye düşünüyorum.
İŞ YAPIŞ ŞEKİLLERİ DEĞİŞTİ
İş dünyasında özellikle dikkate alınması gereken şey nedir?
Pandemi her şeyi hızlandırdı; iş dünyasını da hayatlarımızı da, bu net! Önümüzdeki günler çok farklı şeylere gebe. Çok iyi gözlemlememiz, havayı çok iyi koklamamız gerekiyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak sözünü belki yıllardır duyuyoruz ama pandemi ile birlikte gerçekten çok şey değişti. Futbol maçları bile! En önemli 12’inci oyuncusu olan seyircisiz oynanıyor ve bunu da öğrenmeye çalışıyoruz. Sporda bile kırılım yaşanıyorken, iş dünyasında herkesin başını iki elinin arasına alıp iş yapış şekillerini sorgulaması gerekiyor. Bugün birçok küçük esnafın işleri durdu. Kendimizi yenilemekten başka çaremiz yok. Örneğin restoranlar yerini hayalet mutfak yatırımlarına bırakıyorlar. Bizim de danışmanlık verdiğimiz yatırımlar var. Restoranlarda hiçbir şekilde perakende satış olmadan, tabelasını görmeyeceğiniz sadece online siparişlerle, kurye ile ilerleyecek bir süreçten söz ediyoruz. Maalesef eski günleri rahat göremeyeceğiz.
BİREYSELLEŞMEMİZ İSTENİYOR
Bu süreçte yalnızlaştırılıyor muyuz?
Herkesin farklı fikri var tabii; kimisi bizi buna zorluyorlar diyebilir kimi de böyle olmak zorunda diyebilir. Çok küçük gruplarla belki bir şeyler yapabiliriz ama büyük gruplar halinde bir araya gelmemiz de istenmiyor zaten. Bireyselleşmemizi, sadeleşmemizi istiyorlar. Elektrikli scooterları çıkardılar tek kişilik ulaşım haline getirdiler, otomobilleri bile kişiselleştirmeye başladılar. NASA’nın da uzaylılarla görüştüğünü açıkladığını düşündüğümüzde belki yakın zamanda dünyaya gelecekler ya da başka dünyalara gideceğiz, hazırlıkları yapılıyordur. Bu geçiş süreçleri onun için de yaşanıyor olabilir! Arkasında kimler var? Devletler vardır yoktur o başka konu, onu tartışmıyoruz tabii.
SESİMİZİN İZİNİ BIRAKIYORUZ
Sosyal ağlara dönersek gündem çok hızlı değişiyor, şu anda Clubhouse uygulaması konuşuluyor her yerde. Neden bu kadar heyecanla karşılandı?
Clubhouse uygulamasına sadece davetiyeyle girebiliyorsunuz ve sesli sohbet edebiliyorsunuz. Referans usulü çalışıyor yani. Herhangi birine ses ya da yazı gönderemiyorsunuz görsel de yok. Ya açılmış olan odalara katılım gösteriyorsunuz ya da bir başlık altında oda açıyorsunuz. Bir odanın 5 bin kişi kadar kapasitesi var, 5-10 kişi bir şeyler konuşuyor, dinliyorsunuz. El kaldırma ikonu var, izin ile konuşma hakkı oluyor. Bütün influncerlar, ünlüler şu anda oradalar. Hayatınızda görmeyi planlamadığınız biriyle çok rahat iletişim halinde olabiliyorsunuz. Soru sorup sohbet edebiliyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde giriş yapan Elon Musk’a herkes soru sormak için yarıştı örneğin. Herkese bir özgürlük tanıyor! Öte yandan sosyal mecralar ile özgürlüğümüz elimizden alınıyor da deniliyor. O da ayrı bir çıkmaz!
Sektörünüzden baktığınızda sesle çalışan bir uygulamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yaklaşık 10 yıldır influncer marketing yapıyorum, doğal olarak hep arkasına bakmaya çalışıyorum. Sosyal medya mecralarının çalışanları kimler diye sorsak? Geliştiricileri var arka planda evet ama bir de içerik üreten çalışanları var. Yani bizler içerik üretmezsek hiçbiri olmayacak. O zaman aslında mecraları bedava gibi gösterip bizi bedavaya çalıştırıyorlar diyebiliriz! Clubhouse’a bakarsak ses var, kayıt edilmiyor! Bu zamana kadar farklı uygulamalarla bizim görüntülerimizi aldılar. Görsel olarak bizi tanıyorlar, herhangi bir kameradan geçtiğinizde kim olduğunuz belli. Ama bizim sesimizin de bir izi var ve de artık sesimizin izini bırakmaya başladık. Aslında çok rahat androidimizi yapacak hale de geliyorlar. Öte yandan Clubhouse bana göre farklı bir açılım, bize konuşmayı unutturuyorlardı tekrar hatırlamaya başladık. Bu mecrada da 5 bin kişi içinde el kaldıran 20-30 kişi var, cesaret edemiyorlar konuşmaya. Ama kendilerini sesleriyle ifade edemeyenlere Youtube’da yorum yaz deseniz, inanılmaz yorumlar geliyor! İlginç bir dönemdeyiz…
DÜŞÜK BÜTÇE İLE HIZLI AKSİYON
İş yapış şekilleriyle birlikte pazarlama mecraları da hızla değişiyor. Markaların daha çok dijital platformları tercih etmeye başlamasının sebebi nedir?
Türkiye’de televizyonun tahtının sallanması, pandemi ile birlikte 3 ay yaşadığımız dizi krizi ile başladı. Diziler üretilmeyince, reklamverenler de reklam bütçesini ve karşılığında satış rakamlarını sorgulamaya başladılar. Evet, televizyon hala ana mecra, bir marka büyük bir kampanyaya giriyorsa mutlaka bir ayağında TV var olmaya devam ediyor. Ancak yine de ölçümlenemeyen, satışa yansıdığı tahmin edilen bir mecradan bahsediyorsunuz. Dijital mecralara döndüğünüzde ise gece olan herhangi bir olayın karşısında hızlı aksiyon alabiliyorsanız yarın sabah milyon dolarlık pr çalışmalarını geri alabiliyorsunuz. Eğer ayak uydurabiliyorsanız, yapınız hantallaşmış bir yapı değilse!
ŞİRKETLER İKİLEM YAŞIYORLAR
Yeni pazarlama yöntemleri de her şirkette kolay kabul edilmiyor, endişeleri de konuşalım isterseniz?
Aynı zamanda bir risk de var tabii, şirketler bir ikilem yaşıyorlar. Bugüne kadar devasa markaları yöneten, yıllarını veren yöneticiler bu teknolojiden anlamıyorlar. Öte yanda dibine kadar bu teknolojinin içinde yaşayan, hızlı aksiyon alabilen ama marka tecrübesi olmayan gençler var. İş markanızı onlara teslim etmeye geldiğinde bu ikilemde sıkışıp kalabiliyorsunuz. Çünkü doğru aksiyonla marketing tarafına büyük bir katkı sağlayabileceği gibi, yıllarca emek verdiğiniz markayı yaptığı herhangi bir şeyle bir günde krizin içine de sokabilir. Ancak dengeyi iyi kurgulayabildiğinizde marka inanılmaz düşük bütçelerle çok hızlı geri dönüşler alabiliyor ama unutmamak lazım ölçeklenebilir bir şekilde alıyor.
GOOGLE NE GİYDİĞİNİZİ SİZDEN DAHA İYİ BİLİYOR!
Ölçeklenebilir olma durumunu detaylandırırsak?
Instagram, Youtube, Facebook gibi sosyal platformlarda, diğer mecralarda olmayan ölçeklenebilir bir medyadan bahsediyoruz. Videoyu kimin seyrettiğini, erkek kadın oranlarını raporlayabiliyorsunuz. Örneğin LinkedInde bankacılık sektörüyle ilgili bir içerik yayınlıyorsanız ve kimlerin tükettiğini merak ediyorsanız günün sonunda bu içeriği hangi kurumdan kaç kişinin izlediğini, kendi içinde de mesleklerini de görebiliyorsunuz. Hiçbir mecrada bulamadığınız kategorize edilmiş verilere sahip oluyorsunuz. Çünkü hepimiz artık her hareketimizde çevrimiçi ya da çevrimdışı inanılmaz ayak izi yani veriler bırakıyoruz. Evden çıktığınızda giydiğiniz iç çamaşırınızın rengini, Google sizden daha iyi biliyor! Siz unutabilirsiniz ama Google unutmuyor! Bunu çok rahat söyleyebilecek teknolojiye sahipler. Bizi ses, görüntü ve yazı olarak dinleyebiliyorlar ve kategorize ediyorlar. Google karşısında sadece bir veriyiz. Yani Ayşe ya da Ali olmanız önemli değil, ilgilendiğiniz spor, sektörler, araç markası kategorize ediliyor. Sonra da bu verileri çok rahat şekilde kullanıyorlar.
INFLUENCER OLMAK KOLAY DEĞİL!
Günümüzde influencer marketing (fenomen pazarlama) pazar payı da hızla büyüyor. Türkiye’de bu platformu ilk öngörüp kuran kişi olarak bize bu mecrayı bize nasıl anlatırsınız?
Sosyal medyanın hızla günlük hayatımıza etki etmesi, sosyal medyada bulunan kişilerin kendi içeriklerini oluşturup paylaşmaları ve benzer fikirli insanların da onları takip etmesi kendi pazarını yarattı. Reklamverenler de bu kişisel sayfalar aracılığıyla ürün ya da hizmetlerini satmak için takipçileri yüksek olan hesaplarla (influencerlarla) çalışmalar yapmaya başladılar. Dünyada daha yeni yayılmaya başlarken, yaklaşık 10 yıl önce marka ve fenomenleri bir araya getiren Türkiye’nin ilk influencer marketing platformu SocialFamous’u kurmak için yola çıktığımda, ilk görüştüğüm Amerikalı yatırımcı da olmak üzere kimse bize inanmamıştı. Ama bugün baktığımızda influencerların kitleler üzerinde ciddi bir gücü olduğunu artık herkes kabul ediyor. Bir milyon takipçili fenomen de, özel bir alanda içerik üreten ama düşük takipçileriyle sıkı ilişkileri olan hesaplar da etkin olabiliyor. Pazar payı tüm dünyada hızla büyümeye devam ediyor ve pazarlama bütçesini kat kat geri kazandırdığı için bu markalar için de büyük bir fırsat yaratıyor.
Influencerlık artık bir meslek olarak da görülmeye başlandı. Başarılı sonuçlar ve işbirlikleri için nelere dikkat etmek gerekiyor?
Baktığımızda markalarla yaptıkları işbirlikleri ile herkesin hayalini kurduğu paraları kazanıyorlar. Ama şunu unutmamak gerekiyor; yaptıkları iş çok basit ve rahat görülse de, bazen yaptıkları ciddi hatalar nedeniyle onlara kızsak da; gerçek manada bunu bir iş olarak görüyorlar ve ciddi emek veriyorlar. Her gün içerik üretmek hiç kolay bir iş değil! Zeki insanlar ve fikir de bu mecrada çok önemli. İşin profesyonel kısmına geçtiğimizde ise bu gençlerin hemen hemen hepsinin iş dünyasıyla, markaların süreçleriyle bir ilgileri yok. Markanın da influencerların dünyasından haberi yok! Dolayısıyla her iki dünyayı da bilen insanlara olan ihtiyaç, influencer marketing ajanslarını da çoğalttı. Her iki tarafın da haklarını koruyorlar, köprü kurarak düzeni sağlamaya çalışıyorlar. Başarının ancak doğru influencer ve doğru kampanya buluştuğunda mümkün olduğunu unutmamak gerekiyor.
Paylaş