Paylaş
HAYAT serüveni hem insanlığa hem de bilim dünyasının gelecekteki dâhilerine ışık tutacak yol haritası niteliğinde olan Prof. Dr. Kılıç ile memleketi Bursa’da bir araya geldik. Röportajımızda bilime adanmış ömrünün kilometre taşlarını ve yaşamına yön veren dönüm noktalarını konuştuk.
Mert İnan’ın yazarı olduğu “Beyin Nedir?”den “Yaşam Nedir?”e Bir Hayat Serüveni: Türker KILIÇ kitabı ile hayat serüveninizi paylaşmaya nasıl karar verdiniz?
Kendi yazmış olduğum Yeni Bilim: BAĞLANTISALLIK, Yeni Kültür: YAŞAMDAŞLIK kitabımdan sonra, sevgili Mert İnan bana biyografim için geldiğinde şaşırdım. “Yaşı daha ileri kişilerin biyografisi olur” dedim kendi kendime. Ancak konuştukça deneyimlerimin derlenmiş halinin başkalarının işine yarabileceğini düşündüm. Kitabın oluşma sürecinde ise birçok lise ve üniversite öğrencisinin bana şimdi sordukları çoğu sorunun yanıtını bulabileceğini gördüm. Bu biyografi kitabı ülkemizin bir dönemine, bilim yaşantısına ve eğitim sistemine de ışık tutuyor. Yaşamımın bugünün gençleriyle ortak noktaları hayli fazla. Hep söylediğim gibi “yaşamdaşlık” gereği hepimizin yanımızdakileri zenginleştirme sorumluluğu var. Kitabımda adı geçen herkese, yaşamıma kattıkları için, benim de onların yaşamına kattıklarımı kabul etmelerinin sevincini yaşamama vesile oldukları için minnettarım.
YAŞAM DENEYLERİMİ DERLEDİK
Okuyucular kitapta yaşamınızdan hangi kesitleri bulacaklar?
1991’de başlayan Marmara Beyin Cerrahisi maceram, 2012 yılında Anabilim Dalı Başkanlığı ve Nörolojik Bilimler Enstitü Müdürlüğü’nden istifa etmemle bitti. Bu sürece kadarki dönem, profesyonel hayatımın olgunlaşma kısmıdır. Sevgili Mert’le bu dönemin “yaşam deneyleri”ni derledik. Akademik kariyerimdeki en önemli kişilerden biri olan Prof. Dr. Necmettin Pamir hocam da dahil bölümde en uzun hizmet veren kişi olarak “Marmara Nöroşirürji Senelerim”i, özellikle “ciğerimin sökülmesi” gibi acı çektiğimiz ayrılış maceramızı bu kitapta anlatmadım. Ayrıca son on yılımın geçtiği, kurucu dekanlığını yapmakta olduğum Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi ve 2020 yılında kurmuş olduğum, amaç ve çalışma konuları doğrultusunda ulusal ve uluslararası nitelikler taşıyan Türkiye Beyin Vakfı’nın hikayesi ise yaptığımız seçimlerle halen yaşanmakta. Dilerim bu dönemleri kendim yazmadan ölmem.
AİLE BAĞLARIMIZ GÜÇLÜDÜR
Kitabınız çocukluk yılları ile başlıyor. Bursa dediğinizde hafızanızda ilk neler canlanıyor?
En uzak anılar, kendine has, ruhani bir havası olan Muradiye Mahallesi’ndeki günlerim. Çelik Palas’ın üst kısmındaki evimizin çok yakınında Fatih Sultan Mehmet’in köşkü olarak bilinen metruk yapı ile tarihi Muradiye Külliyesi bulunuyordu. O yıllarda virane olan tarihi mekanlarda saklambaç oynardık. Bir gün ardına saklandığım taşın üzerinde “Cem Sultan” yazdığını okuduğum anı, bir fotoğraf olarak hatırlıyorum. Yaz aylarında annemin babası İbrahim dedemin yanında çıraklık yapardım, soba üretim atölyesi Kayhan Çarşısı içindeydi. Onunla vakit geçirmekten, öğütlerinden çok keyif alırdım. Hafta sonlarında, özellikle bayramlarda mutlaka geniş aile olarak toplanırdık. Aile bağlarımız her zaman güçlü olmuştur.
İLKOKULDA İNSAN BEYNİNİ ARAŞTIRDIM
Her konuşmanızda mutlaka ilkokul öğretmeninizden minnetle bahsediyorsunuz. Bilim serüveninizdeki önemini sizden dinleyelim isterseniz?
Hamzabey İlkokulu’nda sınıf öğretmenimiz Mine Der, sadece ders anlatan, verdiği ödevleri kontrol eden bir eğitimci değildi. Bizlerin bu ülkenin geleceğini şekillendirecek neferler olacağına inanıyor ve bıkmadan usanmadan emek harcıyordu. İlkokula başladıktan üç ay sonra ailemle görüşüp bana zekâ testi yaptırılmasını istedi, çıkacak sonuçla üst sınıftan başlayabileceğimi söyledi. Sonuç tahmin ettiği gibi olsa da benim için Mine öğretmenimin öğrencisi olmak daha önemliydi. Üçüncü sınıfın sonundayken beni yanına çağırıp parmaklarımın cerrahlık için yaratıldığını ve benim bir gün iyi bir doktor ve biliminsanı olacağımı hissettiğini söyledi. Henüz dokuz yaşındaydım. Bir fen dersi ünitesi için her öğrenciye bir organ rolünü ödev olarak vermiş, bana da beyin rolü düşmüştü. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. İnsan beynini araştırmaya başladım. Beynin eşsiz bir sistem olduğunu anlamaya başladıkça adeta büyülendim. Kasaptan kuzu beynini alıp rol gereği arkadaşlarıma anlattığımda ilk kez bu etin nasıl olup da bedeni kontrol edebildiğine ve düşündüğüne hayret ettim. On yaşıma geldiğimde beyin cerrahı olacağımı söylüyordum.
KİTAP OKUMAK İTİCİ GÜCÜM OLDU
İlkokuldan başlayarak çok sayıda kitap okumuş, biliminsanlarının yaşam hikayelerini araştırmaya başlamışsınız. En çok etkilendiğiniz biliminsanı kim oldu?
Yetmişli yılların Altın Bilgi ve Resimli Bilgi serilerinde kendimden geçerdim. En çok hayranlık duyduğum ve etkilendiğim biliminsanı Dünya’nın Güneş’in çevresinde döndüğünü ortaya koyan Polonyalı Mikolaj Kopernik’in hayatıydı. Bu bilginin ölümünden sonra açıklanmasını vasiyet etmişti. Nobel Barış Ödülü’ne layık örülen, 80 yaşından sonra Afrika’ya giderek hekimlik yapmaya başlayan Dr. Albert Schweitzer’in yaşam hikayesinden de oldukça etkilenmiştim. Üniversiteyi bitirdiğim güne kadar onun gibi olmayı hayal ediyordum. Kitap okumak, araştırmak, felsefe ve bilime merak duymak, sanki yokuş yukarı yaptığım yolculukta bu yükü de taşımam gerektiği kaygısıyla yaptığım şeyler değildi. Öğrenmenin, anlamanın, kavramanın hazzı benim için itici güç oluyordu.
‘DİNLE VE YALNIZ KARAR VER’
Hayat yolculuğunuzun en önemli karakterlerinden biri de lise öğretmeniniz. Sizin üzerinizdeki etkisini nasıl anlatırsınız?
Felsefe hocam Mustafa Öz, ömrünü eğitime adamış bir düşünce insanıydı. Felsefe ve psikoloji derslerinden sonra önerdiği kitapları okurdum, üzerinden tartışırdık. Hocam da bıkıp usanmadan beni dinliyor, gelecekte kültürel, düşünsel değişime katkı sunacağımı söylüyordu. “Herkesi dinle, az kişiyle konuş, yalnız karar ver” ilkesini Mustafa Hocam’dan öğrenmiştim. Hayatım boyunca hiçbir statü gözetmeksizin herkesi dinleyip yalnız karar verdim ve vazgeçmedim. Benim için aksi ispatlanana kadar aldığım karar doğrudur. Lise son sınıfta ise “İnsan nedir, yaşam nedir, neden varız, nereye doğru gitmeliyiz, bu hayatın amacı nedir?” gibi soruları irdelemeye başlamıştım. Matematik dersimin iyi olması nedeniyle herkes mühendislik okumam konusunda ısrarcı olsa da ben Mustafa Öz’ün tavsiyeleri sonucu üniversitede tıp okumaya karar verdim. Tek isteğim biliminsanı olmaktı. Kendisi doçentliğimi kazandıktan sonra vefat etti ve o süreye kadar hep görüştük. Hocamın bana yazdığı yüzden fazla mektubu en kıymetli hazinem olarak saklıyorum.
YÖNETİCİLİKLE LİDERLİK ARASINDAKİ FARKI ÖĞRENDİM
Beyin cerrahı olmaya Hacettepe Üniversitesi’nde dördüncü sınıftayken karar veriyorsunuz. Çok çalışma ve öğrenme yıllarınızın ardından, birçok başarıyla birlikte Marmara ve Harvard üniversitelerindeki eğitimleriniz geliyor. Birçok araştırma ve ödülle birlikte, yurtdışında kalmak ve yurda dönmek arasında tercih yapmak zor oldu mu?
Günümüzde kan kanseri ve beyin tümörlerinde de alternatif olarak kullanılan ilaç, bu alandaki bilimsel araştırma ve makalemiz olmasa üretilmemiş olacaktı. Bu araştırma 1999’da Avrupa Beyin Cerrahisi Bilim Ödülü’nü getirdi. 2001 yılında ise Amerikan Beyin Cerrahisi Dernekleri Birliği Tümör Araştırma Ödülü’nü Türkiye’den kazanan ilk ve tek biliminsanı olmayı başardım. 1999-2001 yılları arası araştırma ödülleri alınca kendi dönemimin yıldızı durumuna geldim. Yurtdışında yaptığım tüm başvurularım kabul görmeye başladı. Bu sayede dünyadaki tüm önemli kliniklerde araştırmalarımı anlatma, belirli sürelerle cerrahi yöntemleri izleme şansım oldu. Bu dönemde uluslararası isimlerden çok şey öğrendim. Harvard’dan Dr. Peter Black’ten özellikle idareciliğin, hocalığın farklı yapılabileceğini, ekip oluşturabilmenin ve hedefleri, yaratılan değerleri ve elde edilen başarıyı paylaşmanın yöneticilikle liderlik arasındaki temel fark olduğunu anlamıştım.
KALMALI MI DÖNMELİ Mİ?
Harvard’da kalma seçeneğim vardı ancak Türkiye’deki planlarım, özlemim, ülkemin geleceğine olan inancım ve zaten dönüş için kendime yüklediğim biliminsanı olan beyin cerrahı kimlikli misyonum nedeniyle bu seçenek, zihnimde hiç güçlü bir alternatif olamadı. Sonradan yaşayacaklarım bazen, keşke kalsaydım dememe sebep olmuştur. Hatta Aziz Sancar hocamızın Nobel’i kazanmasından sonra ona kutlama mesajı yazarken “Orada kalsaydım belki gelecek yıllarda bunu ben de başarabilirdim”, diye düşündüğümü de hatırlıyorum. Avrupa Bilim ve Sanat Akademisi’ne seçildikten sonra ve Dünya Bilim ve Sanat Akademisi’ne aday gösterilme dönemimde, Nobel ödüllü otuzun üzerinde harika biliminsanı ile tanışma şansım oldu. Halen ister istemez bazen aynı şeyi düşünüyorum.
KAÇINILMAZ DÖNÜŞÜM GERÇEKLEŞECEK
Özellikle sağlık alanında artan beyin göçünü ve de bilimsel anlamda geleceğimizi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Son yıllarda ülkemin kültür ve bilim alanında Ortadoğulaşmayı seçmesi ve bunu dindarlık ile karıştırması, birçok meslektaşımın ve öğrencimin yurtdışında yaşamayı tercih etmesi sonucunu doğurdu. Ben, yıllar içinde bilimin sınırının olmadığını öğrendim. Gerçek biliminsanlarının evrensele ulaştıktan sonra ülkelerine esas katkıyı yaptıklarını, evrensele ulaşamamış milliyetçiliğin sadece şovenlikle sonuçlandığını ve başkalarını kandırmak için yapılan “-mış gibilik” olduğunu anladım. Ben en büyük hayallerimden biri olan bilimsel temelli araştırma yapan ve patent çıkaran bir tıp fakültesi kurma projemi 2012’de hayata geçirmeyi başardım. Türk biliminsanları yetiştirmek ve Türkiye’nin gelecekteki vizyonuna katkı sunmak için ekibimle çalışmaya ve sahip olduğumuzu paylaşmaya devam ediyoruz. Türkiye’den bir biliminsanı ve bilimsel çalışma eninde sonunda Nobel Tıp Ödülü’nü alacak. Dünyanın ve Türkiye’nin geleceğinde kaçınılmaz dönüşüm gerçekleşecek. Bilim ve kültürün yaratıcısı bir ülke olabilmemiz için üniversitelerin, bilginin yaşam için sistematize edildiği, kurumsal organizasyon ağlarına dönüşmesi gerekiyor. Eski dünyaya ait kalıplar mutlaka yıkılacak, bundan kaçış yok!
YAŞAMIN SIRRI ÇÖZÜLECEK
Yeni bilimsel yaklaşım olarak ortaya koyduğunuz “Bağlantısal Bütünsellik” ile birlikte beynimizin nasıl düşünce ürettiğine dair şifreler çözüldüğünde hangi sorulara yanıt bulunacak?
Kabaca 100 milyara yakın nöronun karmaşıklığından söz ediyoruz. Yakın bir gelecekte olmasa da bu matematik elbet çözülecek ve düşünceyi bir değer olarak sunacağız. Gelecekte bilinç, düşünce, zihin, ölçülemeyen birer değer olmaktan çıkacak. Bu matematiği çözdüğümüzde, yaşamın sırrını çözmüş olacağız. Yaşam insanları, hayvanları, doğayı, dünyayı, evreni, kısaca “tüm”ü kapsayan, sonsuz olasılık barındıran ve sürekli bilgi işleyen “bütün”ün adıdır. Yaşamın en büyük özelliği, sonsuza dek bilgi üreterek varlığını sürdürecek olması. Yeni bilim paradigmasının esas dayanağını, yaşam ve varlığın bağlantısallığı oluşturuyor. Beynimizdeki nöronal bağlantı zihnimizi, zihinlerin toplamı kültürleri meydana getiriyor. Zihin dediğimiz aslında bizim yaşamımız, varoluşumuz... İnsanoğlu aydınlanma ile birey oldu. Ulusal devlet ile yurttaş, sonra vergisini ödeyen vatandaş, neo-liberal ekonomi ile global tüketici olmayı öğrendi. Şimdi Bağlantısal Bütünsellik bilimi ile “yaşamdaş” olmayı öğrenecek. “Ben için sahip olmak, çalışkan olmak ve zeki olmak” özellikleri, insan yaşamdaş haline geldikçe, “yaşam için iyi olmak, meraklı olmak ve yaratıcı olmak” özellikleri ile eklemlenecek.
Paylaş