Rüzgar bir, ben sıfır

“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak”. Bu hamileyken en sık duyduğum cümleydi. Söyleyenler haksız mıymış? Hiç değil.

Ama şimdi ben onların yerinde olsam, anne adayı birini gördüğümde onu değil şunu söylerim: Bundan böyle kendini hep yetersiz hissedeceksin.
Ben benden beş tane daha olsun istiyorum mesela. Rüzgar’la ilgili yaptığım her şeyden sonra bir eksiklik duygusu yaşıyorum. Annelik daha iyisini bulup, öğrenip, yapmaya çalışmak için çıkılmış bir yolculuk bana göre. Sloganımız şu: Rüzgar bir numara, ben ise daimi sıfır!
Google en büyük yardımcım. “Sümüksü kaka normal mi” ya da “Bebek yoğurdu nasıl yapılır” diye yazdığımda istemediğim kadar sonuç çıkıyor. İnternet sitelerindeki forumlardan yüzlerce annenin konu ile ilgili paylaştığı deneyimlerini okuyorum. Kafam iyice karışıyor. Doktorların bir dediği diğerini kolay kolay tutmuyor. Aslında ortaya tek bir sonuç çıkıyor. Anneannelerimizin dediği gibi “Her çocuk bir değil.” Bunun farkındayım, ama içim soğumuyor. Sorgulamadan olmuyor. Paranoyakça acabalar elele tutuşup beynimin içinde halay çekiyor.
Kızgın bir bakışına olmadık anlamlar yüklüyorum. Bağırıp çığlık atmasının nedeninin sesini keşfetmesi olduğunu biliyorum ama yine de biri onu sinirlendirecek bir şey mi yaptı diye düşünmeden edemiyorum.
Günde beş kere kaka yaptığında da içim rahat etmiyor bir kere yaptığında da... İşten eve geldiğimde kirli bezlerini tek tek açıp sanki kaşıkçı elmasını inceler gibi bakıyorum. Bir son vermem gerekiyor ama yapıyorum.
Kaşınan dişlerinin acısını elimi, çenemi ısırarak dindirmesine bayılıyorum. Ama bu sefer elim yüzüm onun için yeteri kadar temiz değil diye kıllanıyorum. Ellerimin derisi pul pul dökülmeye başladı ama yine de gidip gelip yıkıyorum.
Yedi diş var. Sekizincisi yolda. Eline ne geçerse ağzında. Ben her daim kırmızı alarmda. Oyuncakların üzerinde toz, kir, kıl var mı diye tekrar tekrar bakıyorum, gördüğümle hiç yetinemiyorum.
Yetersizliğin zirve yaptığı anlar, yanında olamadığım zamanlar. Şu anda ne yapıyor diye düşünmekten hindi gibi şişiyorum. Dadısı sebze çorbasını içirmek için ağzını yanaklarının iki yanından bastırıp mı açtırıyor? Emeklemek istediğinde izin veriyor mu? Ağlamadan uyutmayı becerebiliyor mu? Emziğini yere fırlattığında her seferinde yıkıyor mu? Bu gibi sorular, ona güvenmeme rağmen aklıma geliyor.
Şöyle zamanlarımız var. Saat sabah 6. Bütün gece toplamda bir saat ya uyumuşum ya uyumamışım. Rüzgar yine uyanmış. Kucağımda piş piş yapıyorum. Dadı “Ben alayım Sibel Hanım” diye içeri girmiş. Veriyorum vermesine ama... Kapının eşiğinden en az beş dakika içeriyi dinliyorum. Hangi ninniyi, nasıl bir tonda söylüyor diye analiz ediyorum. Sesindeki şevkatli tonu yakalayınca rahatlıyorum. Şimdi yapmıyorum ama daha küçükken yasaklamama rağmen ayağında sallamasından şüphelendiğim için abuk sabuk bahanelerle odaya ani baskınlar düzenliyordum!
Oyun oynarken bile içim rahat değil. Rüzgar’la doğru oyun oynamak için her ay Mature Eğitim ve Aile Danışmanlığı Merkezi’nden eğitim alıyorum. Abuk sabuk şeylere hayır dememem, hayırları çabuk tüketmemem gerektiğini onlardan öğrendim. Bir şeyi yapmasını istemediğimde yapmıyoruz, ellemiyoruz, bu senin için uygun değil gibi cümleler kurmam gerektiğini de... Kitaplardaki hayvanlara bakarken önce hayvanın adını söylüyorum sonra çıkardığı sesi taklit ediyorum. Kedi miyav, miyav, miyav, Kuzu meee, meee, meeee... Daha bu aydan karmaşık puzzle’ları önüne koymuyorum. Legoların en büyük parçalılarını veriyorum. Bol bol ceee oynuyorum. Topları örtülerin arkasına saklayıp, bulmasını sağlıyorum. Dolu dolu bir saat bile oynasam tatmin olmuyorum. Yoruldum diye kendime kızıyorum.
Ayda yılda bir gece dışarı çıkıp eğlendiysek, ertesi gün benim için tam bir işkence. Bir kere üç beş kadeh içki içtiğim için sütleri sağıp sağıp dökmem gerekiyor. Ellerim titreye titreye, pişman ola ola... Ertesi gün uykusuzluk ve alkol bünyeyi esir aldığı için yataktan başımı kaldıramıyorum. Evde sabah yedide gün başlıyor. Rüzgar uyanıyor, kahvaltısını ediyor, sonra tekrar uyuyor, meyvesini yiyor, dedesi gelip parka götürüyor, geri geliyorlar, sebze püresini yiyor. Hepsini duyuyorum ama kalkamıyorum. Bazen de kalkıyorum. İki saat uyku bana yeter oğlumla oynamalıyım diyorum. Bir saat olmadan pilim yine bitiyor. Tekrar yatağa dönüyorum. Dönüyorum ama uyumak ne mümkün. İster adrenalin deyin, ister heyecan gözüme uyku girmiyor. Yetersizlik duygusu yine gelip yakama yapışıyor.
Tüm bunları arka arkaya sıralayınca ruh hastası bir profil çıktığının farkındayım. Ama bence annelik yarı delilik gibi bir şey. Bazen Rüzgar uyurken bile yanında olmam, yatağının başında oturmam gerektiğini hissediyorum. Kendimi hala hamile mi sanıyorum dersiniz?
Yazarın Tüm Yazıları