Rüzgar, ana okulundaki 10. gününü yaşıyor. O sınıfta gitar çalan abilerden sulu boyalara atlarken, ben diğer velilerle birlikte bahçedeki minik sıralarda iki büklüm bekliyorum. Yuvadan bildiriyorum
Hiç sona bırakmadan baştan söyleyeyim Rüzgar 10 günde bile büyük, çok büyük gelişimler gösterdi. Daha mutlu, daha enerjik, daha çok konuşan, daha anlaşılır konuşan, daha az utanan, zıplayabilen, daha az düşen bir çocuk artık. Sanki kendine de daha çok güveniyor. Gözü kara olmaya başladı. Tabii bu ne kadar iyi bir şey tartışılır! Tartışırız. Çok şükür ki kolay ikna oluyor. Tutturmuyor, herhangi bir şeyi ağlayarak yaptırmıyor. “Gel kum havuzuna gideceğiz” ya da “baskı yapacağız” diyen öğretmeninin elini hemen tutuyor. Ya da ben kapının önündeyim, yazı yazacağım deyip sınıftan çıktığımda “anne ditme” diye tutturmuyor. Aksine minik parmaklarını hayali bir klavyenin üzerinde gezdirerek beni taklit ediyor ve “pıp pıp pıp pıp” gibi bir ses çıkarıyor. İşte o an onu tekrar içime sokasım geliyor.
KENDİ YEMEĞİNİ YİYEBİLİYOR SANIYORMUŞUZ
Bu hafta 12’de çıkmadan önce yemek de yemeye başladılar. Yanında biri varken tamam da, kendisi yemeye çalıştığında tam bir felaket olduğunu o an anladım. Bana sorarsanız Rüzgar kendi yemeğini yiyebilen bir çocuktu ama değilmiş. Yani bu önüne koyduğunuz yemeğin ne olduğuna göre çok değişirmiş. Biz bugüne kadar köfte, makarna, pilav gibi akıp kokmayan şeyler koyduğumuz için hapur hupur yiyordu. Ama okulda konu çorba, cacık olunca beceremedi. Kaşığı sıvı bir şeyle doldurmak onu hiç dökmeden ağzına götürmek Rüzgar için çok zor oldu. Kimi zaman kaşığa alabildiğinin dörtte üçünü üstüne döktü, bazen de telaşla ağzının yerini bile bulamayıp, kaşıktakini kulak hizasından arkaya doğru saçtı. Öğretmenleri hemen ödevi verdi: “Rüzgar evde de sıvı gıdalarını kendi yesin!” Söylerken biraz kızarıyorum ama biz bardaktan su içme meselesini de çözememiştik. Tabii ki dede yüzünden. Büyük yudum alıp öksürüyor diye, bardak elinden kayar kırılır, cam bir yerine girer diye, daha kötüsü tam içerken bir darbe gelir dişine dudağına bir şey olur diye evhamlanıp duruyordu. Biz de bir türlü cesaret edememiştik. Baktım sınıf arkadaşlarının hepsi canavar gibi bardaktan su içiyor vallahi biberonu çantadan çıkarmaya bile utandım. Pipet isteme işine hiç kalkışamadım. Rüzgar öhöö deyip su istediği ilk an bardakla suyu verdim, lıkır lıkır içti. 10 gündür de böyle gidiyor. Artık evdeki biberonlar da bir tek gece yarısı uyandığında içtiği süt için kullanılıyor.
BEZDEN KURTULUYORUZ AMA GİTAR ALMAK FARZ OLDU
Okula başladı başlayalı müziğe ilgisi de arttı. Gitar çalıp şarkı söyleyen müzik öğretmeninden ne kadar etkilendiğini anlatamam. Kendisinin ismi ‘Gitar Abii’ ve Rüzgar okul sonrasında her duyduğu müzik sesinde onu anıyor, sanki elinde gitar varmış gibi pozisyon alıyor ve çalıyormuş gibi yapıyor. En kısa zaman da oyuncak bir gitar almak farz oldu! Gelelim tuvalet meselesine. Rüzgar, sınıfın en küçüğü. Bu yıl 2009 Ağustos’a kadar doğan çocukları alacaklardı. 3 Eylül doğumlu olduğu için, üç güncükten bir şey olmaz deyip kaydını yaptılar. Sınıfta Ocak doğumlu, Mart doğumlu arkadaşları da var ve onlar bezlerini çoktan atmışlar. Tuvaletleri gelince öğretmenleriyle birlikte tuvalete gidiyorlar. Bizim cingöz de bunları görüyor, takip ediyor. Ve evet bu noktada yine aynı atasözünü tekrarlamak gerekiyor: Üzüm üzüme baka baka kararıyor. İkinci gün yuvadan geldi, uyudu uyandı, akşama doğru kakası gelince; “Anne kakkaa” dedi. “Yap oğlum” dedim, “Aaayyıırr tudalete” demez mi? İşte o an bokunda boncuk bulmuş gibi oldum valla. Gittik, lazımlığa oturduk ve yaptı. Hayırlısıyla biz bu bezden iki aya kurtuluruz!