Aynı zamanda filmde şarkılarıyla da arz-ı endam eden başrol oyuncusu 'arabeskçi'nin muhakkak en az bir tiradı olurdu ve o tirat yüzde 90 "Seni yenicem ey koca İstanbul" cümlesiyle nihayete ererdi. (Ulus Parkı'nın tepelerinden Boğaz'a bakan genç adamın, acılı ve öfkeli ifadesi gözlerinizde canlanmıştır.)
Kullandığı yazı karakterinden belli; tabii ki Erdil Yaşaroğlu...
Ben bugün bir arabesk film çekecek olsam kahramanımı Boğaz'a karşı değil aynaya karşı oturtur, tiradının sonunu da "Seni yenicem insülin direnci!" diye bağlardım. O kadar yaygın bir sorun ki günümüzde... Son birkaç yıldır kimle konuşsam, insülin direnci olmayan yok gibi. Kendinde yoksa da kaynında vardır en kötü ihtimalle...
Şakasını yapıyorum ama aslında hiç komik değil. Çünkü obeziteden diyabete, hipertansiyondan guta nereye bakarsak arkasından insülin direnci çıkıyor. Canınız sürekli unlu şekerli bir şeyler çekiyor, gece vakti acıkıyor dolabın başına gidiyorsunuz, acıkınca içinizden bir Hulk çıkıyor, yemek önünüze gelince arkanızdan atlı koşturur gibi yiyorsunuz, efendime söyleyeyim, sürekli bir uykucu tembel haller, yataktan yeni kalkınca bile sonsuz bir yorgunluk... Böyle bilmiş bilmiş anlatıyorum zira tahmin edebileceğiniz gibi ben de insülin dirençliler köyünden geliyorum. Ama aynı zamanda gururla da söylemek isterim ki artık insülin dirençsizler kentinde yaşıyorum!
Peki nasıl?
Öncelikle şunu söyleyeyim: İnsülin direncini tedavi etmek için ilaçlar var ama o ilaçlar tek başlarına hiçbir şeye yaramıyor. En fazla süreci azıcık hızlandırmaya yardımcı olabiliyor. Yani "Hapımı yuttum gerisi benim meselem değil" derseniz hapı yutuyorsunuz. Nereden mi biliyorum? Ben de başlarda öyle yaptım da ondan. İlacımı günde 2 kez hiç aksatmadan almama, 14-15 kilo verecek kadar yediklerime dikkat etmeme, günlük hareketimi de nispeten artırmama rağmen bir yıl içinde insülin direnci değerimi 3.93'ten 3.7'ye zar zor düşürebildim. (İnsülin direnci HOMA-IR İndeksi denilen değere bakarak belirleniyor. Optimal değer 2.5'in altı.)
Annem çalıştığı için ilkokul 4'e kadar gündüzleri babaannemlerde kalıyordum. (Anneanne/Babaanne elinde büyümüş tüm çalışan anne çocuklarına selam ederim!) Ben hatırlamıyorum ama annemin dediğine göre, 3-4 yaşlarındayken evde sebze olan günler öğle yemeği vakti yaklaşınca babaannem "Çocuğun yemeği yok" diyerek dedemi kasaba gönderir, benim için taze et aldırırmış. Herkese kereviz bana köfte, oley!
Aslına bakılırsa kendini en iyi anne sütünün dışında besinler almaya başlayan bebelere yapılan kemik suyuna çorbalarda gösteren "çocuk gelişiminde proteinin olmazsa olmazlığı" felsefesinin ailemizin geneline sirayet etmiş olduğunu söylemek de mümkün. Mesela ben yine aşağı yukarı aynı yaşlardayken, teyzem köfte yaparken birkaç tanesinin içine fındıklar gömer, sonra da bunları ben ve kuzenlerimin tabaklarına koyup 'fındığı önce kim bulacak' yarışı yaptırırdı. Maksat iştahla yiyelim... (Benim pek ihtiyacım yoktu çok şükür ama kuzenlerin o zamanlar biraz çelimsiz oldukları ve ufak bir desteğe ihtiyaç duydukları doğrudur.)
Köftedeki fındığa kanmayacak kadar büyüdüğüm zamanlardan hatırladığım sebze olarak ıspanak, taze fasulye ve bezelye (o da ne kadar sebzeyse) yiyordum ancak. Özel yemek yapılacak yaşı da geçtiğimden pilavlar, makarnalar, börekler gözbebeğim oldu. (Şişmanlamaya başladığım zamanlar da buna denk gelir sanırım.)
Büyüdükçe elbette sebze yemeye de başladım, hatta bazı sebze yemeklerini çok sevdiğimi de söyleyebilirdim. Ama yine de yediğim sebzelerin sayısı yemediklerimle kafa kafaya giderdi. Her yerde herkesin yaptığı sebze yemeğini yemezdim. (Onu bugün de yemem gerçi...) En sevdiğim yemekler de her zaman, içinde et olanlar oldu.
Girizgahı bu kadar uzatmamın sebebi bir sonraki cümlemin benim için ne kadar büyük bir şey ifade ettiğini anlatabilmek: TAM BİR AYDIR ET YEMİYORUM.
Evet, bir aydır hiç et yemedim. Aslına bakılırsa etsizlik deneylerimin süresi toplamda iki ayı geçti ama yılbaşı günü bir dilim fırından yeni çıkmış kıymalı böreğin cazibesine dayanamadığım için miladı oraya koydum.
Bu noktada bir parantez açayım: Bu yazıyı bir vejetaryenlik çağrısı olarak tasarlamadım. Daha ziyade, et yemediğimi duyunca "Ne yiyorsun peki?" diyen arkadaşlar ile "Ah yavruuum proteinsiz kalırsın" diyen annelere bir cevap olsun diye yazdım. Bir de geçen haftaki yazıda anlatmaya çalıştığım "İstersen bütün beslenme biçimini değiştirmen mümkün" fikrini desteklemek için... Etsiz yemek yemeyen bir çocuk olan ben bile yaklaşık 30 yıl sonra hiç etsiz yaşayabilen bir insana dönüşebildiysem, herkes alışkanlıklarını değiştirebilir. (Merak edenler için: Kendimi hiç bu kadar zinde hissetmemiştim, Ocak bitti Şubat geldi burnum bile akmadı, beni tanımayanlar 25 yaşında olduğumu zannediyor ama 32'yim.)
PEKİ NE YİYORUM?
İlk yazının başlığını böyle seçtim zira uzunca bir süredir (çok ya da az fark etmez) tanıdıklarımla sürekli bu konuyu konuşuyorum.
Diyetisyene mi gittin? Spor yaptın mı? Peki ne yiyorsun? Ama çok iyi verdin! Kaç kilo verdin?
Dönüp dolaşıp bunlardan bahsediyoruz. Aslında hiç şikayetim yok. Çaba ve emek isteyen bir süreç olduğundan, zevkle anlatıyorum soranlara. Şimdi size de aynı zevkle anlatacağım. Ve fakat mucizevi bir zayıflama programı beklentisi içindeyseniz, bize ayırdığınız sürenin sonuna gelmiş olabilirsiniz. Çünkü öyle bir şey anlatmayacağım. Çünkü öyle bir şey yok.
Nitekim bu yazıyı okuyorsanız kibrit kutusu büyüklüğünde peynirlere, tarçınlı çaylara, elma sirkelerine filan aşinasınızdır. Zaten günümüzde biraz okuma bilen her yetişkin, hayatının bir döneminde iyi-kötü bir diyet listesiyle karşılaşmıştır.
Benim gibi 30'lu yaşlarında "ruhu şişman" bir insansanız da diyet listelerinin sonunun olmadığını öğrenmiş olmanız gerek. "Hayat tarzını değiştirmen lazım şekerim, düzgün beslenmenin alışkanlık haline gelmesi şart canım" laflarını öyle çok kolaymış gibi söyleyenleri de Lily Allen'ın pek meşhur bir şarkısı eşliğinde yerlerine uğurluyoruz.
Gelelim benim meramıma... Ben size son 2 yılda edindiğim bazı deneyimleri aktarmak istiyorum. Zaten bu konuda deneyimlerimden ve araştırdıklarımdan elde ettiklerimden başka anlatabileceğim pek bir şeyim de yok...
Haydi başlayalım...
1- KENDİNİ BİL!