Mart ayı başında TBMM Milli Eğitim Komisyonu, Dopingle Mücadele Kanun Tasarısı’nı kabul etti.
Türkiye Anti-Doping Ajansı’nın kurulmasını öngören tasarı yasalaşırsa, 1 Şubat 2007’de yürürlüğe giren, henüz imzalamamış olduğumuz, Birleşmiş Milletler Sporda Dopinge Karşı Uluslararası Sözleşme’nin gereklerini yerine getirmeye bir adım daha yaklaşacağız. Şimdi sıra, dopingin bir halk sağlığı sorunu olduğunu kabul etmekte ve Halil Mutlu, Serpil Koçak, Aslı Çakır, Şule Şahbaz, Süreyya Ayhan, Binnaz Uslu gibi sporcuları ve daha nicelerini günah keçisi ilan etmektense, onlara bu maddeleri verenlerin ve arkalarındaki suç örgütlerinin peşine düşmekte.
Yetkililer, son üç yılda dopingle mücadelede ciddi adımlar attığımızı, 2003’te doping yapan sporcu oranı yüzde 1.5 iken, 2006 da 0.75’e düştüğünü söylüyor ve bu değerin Avrupa ülkelerinin altında olduğunu belirtiyorlar. Ancak, karşılaştırma yapılırken dikkatli olmak gerek. Bir kere, Avrupa ülkelerinde doping kontrolü yapılanların sayısı, bizimkinin çok üzerinde. (Örneğin; 2006 yılında örnek alınan Türk sporcuların sayısı 3715, Alman sporcuların 8196, İspanyolların 8361). İkincisi, yüzde 0.75 dopingli sporcu bile çok fazla.
2006’da Almanya’daki doping oranı yüzde 0.7 bulunduğunda, federal hükümetin uyuşturucuyla mücadeleden sorumlu milletvekili Sabine B?tzing, durumu "korkunç bir sorun" olarak nitelendirmiş ve bu sayı, yürürlükteki dopingle mücadele yasasının sertleştirilerek, 2007 Mart’ında parlamentoya sunulmasına gerekçe oluşturmuştu.
Almanya, büyük bir olasılıkla birkaç ay içinde, Fransa, İtalya ve İspanya’nın ardından, doping yapanı, teşvik edeni, madde sağlayanı ve kaçakçılarını ceza mahkemelerinde yargılayan bir yasaya kavuşacak. Danimarka, İsveç, Norveç ve Finlandiya yasaları ise, doping maddelerine, neredeyse 10 yıldır, uyuşturucu muamelesi yapıyor.
BİR HALK SAĞLIĞI SORUNU
Aslında doping, sadece ulusal ve uluslararası yarışma ve karşılaşmalara katılan sporcuların meselesi değil. Doping, en azından II. Dünya Savaşı’ndan başlayarak bu özelliğini yitirmiş ve giderek halk sağlığını ciddi biçimde etkileyen küresel bir soruna dönüşmüş durumda. Performans ya da fizik görünümü etkileyen anabolik steroid, testosteron, büyüme hormonu gibi ilaçlar, pek çok ülkede, vücut geliştirme salonlarında, asker, polis, özel güvenlik ve itfaiye personeli arasında, film ve eğlence endüstrisinde, hatta okullarda hızla yayılıyor. Çok sayıda genç insan daha hızlı koşmak, pedal çevirmek ya da yükseğe atlamak için değil, sadece daha formda ve güzel gözükmek için bunları kullanıyor.
Türkiye’deki genel durumla ilgili bilgimiz yok. Çünkü anabolik steroid kullanıldığına ilişkin çok ciddi duyumlar aldığımız vücut geliştirme ve fitness salonlarında bile, doping araştırması yapılmıyor. Aslında yapılsa bile pratikte bir faydası yok. Çünkü bu maddeleri kullanmanın herhangi bir cezai yaptırımı bulunmadığı gibi, nereden sağlandığını soruşturan da olmuyor.
Çünkü anabolik steroidler için reçete istenmediğini, yarışma ve karşılaşmalara gelen yabancı sporcular bile gayet iyi biliyor ve ne yazık ki, kutuların üzerinde tedavi dışı kullanımlarının sakıncalarına ilişkin hiçbir uyarı yer almıyor.
BİLMEDEN DOPİNGE DİKKAT
Dünyada kaç kişinin doping maddesi kullandığını bilmek mümkün değil. İtalyan Anti-Doping Ajansı’nın, bir yılda ele geçen anabolik steroid, testosteron, büyüme hormonu ve EPO (eritropoietin) miktarından yola çıkarak yaptığı hesaba göre, en az 15 milyon kişi, anılan ilaçları gerektiren bir hastalığı olmadığı halde, bunları kullanıyor ve yüzde 65 kadarının sporla hiçbir ilgisi bulunmuyor.
Konu sadece müstahzarlarla sınırlı değil. 2004’te Uluslararası Olimpiyat Komitesi, Amerikan menşeili 624 gıda destek ürününü (nutrition supplement) inceletmiş, yüzde 41’inin, etiketi üzerinde belirtilmediği halde, vücuda alındığında anabolik steroidlere dönüşen androstendion ya da benzeri bir öncül maddeyi, hatta doping listelerinde adı geçen yasaklı kimyasalları içerdiği saptanmıştı. Bu durum, bilerek doping yapanlara ek olarak, bu ürünleri tüketen milyonlarcasının, farkında olmadan doping yaptığını gösterir ve Amerikan Anti-Doping Ajansı’nın başkanı Terry Madden’in, 13 Temmuz 2004 günü söylediği gibi, bazı sporcuların analizlerde dopingli çıkmasının nedeni olabilir.
Hatırlamakta fayda var. 1971’in 400 metre Avrupa şampiyonu, 1972 Münih Yaz Olimpiyatları’nın 4x400’de gümüş madalyalısı, İskoç asıllı David Jenkins, 1980’lerde Meksika’da bir anabolik steroid fabrikası kurmuş, 1988’de 100 milyon dolarlık steroid kaçakçılığından tutuklanmış, yedi yıla mahkum olmuştu. Jenkins halen, sporcu ve vücutçulara besin desteği üreten en büyük firmalardan birinin sahibi.
Schwarzenegger etkisi
1970’lerin başında, ABD’deki uyuşturucu piyasasını kontrol eden İtalyan aileler, doping konusuna el attılar ve talep yaratmak üzere, sinema endüstrisinden yararlandılar.
Şimdilerin Kaliforniya valisi, Avusturya asıllı Arnold Schwarzenegger’in, Joe Weider gibi ünlü vücutçularla birlikte rol aldığı "Pumping Iron" adlı film, bunun ilk örneğidir. Vücut geliştirme ve ağırlık çalışmasını tanıtan yarı belgesel, kaslarının hiçbir kıvrımını gözlerden esirgemeyenler sayesinde, gişe rekorları kırdı.
Defalarca dünya vücut şampiyonu olan Schwarzenegger, kaslarını anabolik steroidlere borçluydu ve onları kullandığını hiçbir zaman reddetmedi. Genç seyirciler vücut geliştirme salonlarına akın ettiler ve tabii anabolik steroid kullandılar. Barbar Conan, Terminator ve diğer filmleri bu yönelimi körükleyip durdu.
Binlerce insana kötü örnek olan sadece Schwarzenegger değil. Geçen ay Avustralya’nın Sydney havaalanında yapılan denetimde, çantasında onlarca kutu steroid bulunan ve yargılanan yolcu, 60 yaşına ulaşmış ünlü Rambo, Sylvester Stallone’den başkası değildi.
PORNO FİLMLERLE YAPILAN REKLAM
1970’lerin başında İtalyan Colombo Ailesi, porno yönetmeni Gerard Damiano’ya 22 bin dolar ödeyerek ilk filmini çektirdi. Kimilerine göre 100 milyon, kimilerine göre 600 milyon dolar para kazandıran Deep Throat (Derin Gırtlak), tüm zamanların en fazla kar getiren porno filmi olarak tarihe geçti.
Porno, güzel erkek ve kadınlar demekti. Rol alacakların bulunacağı yer, vücut geliştirme salonlarıydı. Böylelikle mafya pornografiyi, pornografi vücutçuları, vücutçular steroid kullanımını, bu da yeniden mafyayı besledi. Oyuncuların kısırlaşmasına, testislerin ufalmasına, cinsel sorunlarına, duygu bozukluklarına, böbrek, kalp ve karaciğerlerinin bozulmasına, hatta ölmelerine kim önem verirdi ki.
Colombo’lar, Rus mafyası vücut geliştirme ve fitness salonlarından devşirdiği kadın ve erkekleri oynattığı porno filmleri piyasaya sürünceye dek, yani 20 yıl kadar, sektörün, özellikle gay pornografisinin, tek hakimi olmayı sürdürdüler.
ÜNİFORMALI DOPİNGCİLER
Bir New York karakolunda copla ırzına geçilen Abner Louima soruşturmasında, çok sayıda polisin steroid kullandığı ortaya çıkmış, maddeleri polis memuru Ralph Dols’un temin ettiği anlaşılmıştı. Bir mafya ailesinin damadı, üç çocuk babası, 28 yaşındaki memur, birkaç hafta sonra öldürüldü. Faillerin kim olduğu hálá bulunabilmiş değil.
2001 Nisan’ında, eski vücutçu Wyatt Kepley, milyon dolar değerinde anabolik steroidle yakalandığında, müşterilerinin arasında bulunan çok sayıdaki polis memurunun steroid kullanmakla yetinmeyip, uyuşturucu kaçakçılığının içerisinde de olduğu belirlendi.
Doping yapan sadece polisler değil. İtalyan jandarmasının yaptığı bir operasyon, internetten steroid pazarlayan uluslararası bir örgütün müşterileri arasında, Irak ve Afganistan’daki Amerikan askerlerinin bulunduğunu göstermiş, Yunan polisinin, Rus malı anabolik steroidleri Irak’a postalayan bir vatandaşını yakalaması, en azından Amerikan askerleri arasında dopingin yaygın olduğunu kanıtlamıştı.
Türkiye dopingin neresinde
2005 Eylül’ünde Suudi Arabistan’a yaptığım bir ziyarette, İçişleri Bakanlığı yetkilileri, Balkanlar ve Türkiye üzerinden ülkelerine yasadışı yollarla sokulan Captagon’a ek olarak steroidleri de saymıştı. Aynı yıl, Birleşik Arap Emirliği polisince el konan iki TIR dolusu steroidin, Balkan menşeili olup, Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün yoluyla getirildiği ortaya çıktı.
İspanya’da, fitness salonları, güzellik merkezleri ve internet için sahte anabolik steroid üreten 6 fabrikanın kapatıldığı, 10 ton tablete el konduğu, aralarında İngiliz ve Kolombiyalıların yer aldığı 70 kişinin tutuklandığı "Mamut Operasyonu"nda, üzeri Türkçe yazılı ilaç kutuları bulunmuştu.
Geçen yıl, İsveç polisinin doping maddeleri kaçakçılığı birimi, Avrupa’daki kaçak doping maddelerinin Rusya, Polonya, Bulgaristan, Mısır, Tayland ve Türkiye kaynaklı olduğunu saptadı.
Avrupa polis teşkilatı Europol’ün örgütlü suçlara ilişkin raporlarında da, bazı uyuşturucu şebekelerinin aynı zamanda doping maddelerini dağıttığı kayıtlı. Kısacası, doping kaçakçılığında Türklerin yer alması büyük bir olasılık.
Pek çok ülkede vücut geliştirmede kullanılan ilaçlara reçetesiz ulaşmak mümkün olmadığından, internet üzerinden yasa dışı ticareti giderek artıyor. Geçen günlerde yaptığım birkaç saatlik araştırma sonunda, yüzün üzerinde internet sitesine ulaştım. Firmaların faaliyette bulunduğu ülkeler arasında Rusya, Tayland, Meksika, Brezilya, Pakistan, Hindistan, Çin’in yanı sıra Türkiye’nin de adı geçiyor.
Sık rastlananlardan birinin adres ve telefonu İstanbul’da. Çin malı büyüme hormonu, Türk malı bir anabolik steroid pazarlıyor. Verilen numarayı aradım. Bir konut olduğunu, yetkili kişinin ticareti Avrupa ve Amerika’dan yürüttüğünü öğrendim.
Pek çok site, Türk malı bir testosteron türevini, kaslarını geliştirmek isteyenlere ayrıntılı ve özendirici biçimde tanıtıyor ve ampulünü, resmi fiyatın dahi altındaki bir değerden başlayıp, 10 kat fazlasına varan çok geniş bir aralıkta pazarlıyor.
Sitelere mektup yazan 15-16 yaşındaki çocuklarımıza verilen akılları, kaslarını geliştirmek isteyen vatandaşlarımızın bu konudaki yazışmalarını okuyunca çok üzüldüm. Şurası muhakkak ki, Türkiye, sadece transit konumda değil. Uyuşturucu konusunda transit ve üretici olduktan sonra, nasıl bağımlılarımızın sayısı arttıysa, benzer tehlike doping konusunda da bizi bekliyor.
DOPİNG PİYASASINDA RUSLAR
1988 Seul Yaz Olimpiyatları’nda, Kanadalı Ben Johnson 100 metreyi 9.79 saniyede koştu. Altın madalyayı kazandı. Alınan idrar örneğinde steroid çıktığında "Yüzlerce atlet steroid kullanıyor. Rekabet edebilmek için başka çarem yoktu", dedi. Bu olay, ABD’de steroid satışlarını reçeteye bağlayan yasanın çıkmasına yol açtı. Ciba, Searle, Syntex gibi ilaç fabrikaları üretimi durdurdu. İtalyan mafyası sahte reçeteler basarak, sahte steroidleri piyasaya sürerek daha fazla para kazandı, Avrupa eczanelerinden steroid topladı, Amerikan piyasasına sürdü. Ta ki, 1990’ların ortasında İtalyan savcılar, Amerikan polisiyle birlikte mafyaya savaş açıncaya kadar.
Birkaç yıl içinde doping pazarı Rus mafyasının eline geçti. 2003’e gelindiğinde, Rusya Anti-Doping Ajansı’nın başkanı Nikolai Durmanov, "Doping savaşını kaybettik" diyordu. "Binlerce işsiz kimyacı, denetlenemeyen ilaç piyasası ve fakirliğine sporla son vermeye çalışan sayısız yetenek. Sınırların kalkmasıyla birlikte, yeni doping çeşitleri hızla dış ülkelere yayılacak ve ABD’nin kokain sorunu için Kolombiya ne ise, doping konusunda Avrupa için Rusya, aynı şekilde tehlikeli olacak."