Paylaşılamayan prenses

Başkomiser Faruk Avan’la arkadaşları, İranlı Hacı Ali Ekber’in Pakistan’ın Karaçi kentindeki evini basarken, neyle karşılaşacaklarını az çok kestiriyorlardı.

Nitekim, düşündükleri gibi de oldu. Sigara dumanından göz gözü görmeyen yarı karanlık odada, üç adam, televizyonun karşısına bağdaş kurmuş, tahta kutudaki mumyayı seyretmekteydiler. Kestiremedikleri tek şey, eski eser kaçakçısı İranlıyı suçüstü yakalamak üzere giriştikleri operasyonun, uluslararası bir soruna dönüşeceğiydi.

İlk sorgusunda İranlı Ali Ekber, 600 milyon Rupi’ye (13 milyon YTL) müşteri bulmaya çalıştığı mumyanın, kendisine değil, Serdar Reki adlı bir Pakistanlıya ait olduğunu söyledi. Pakistan’ın Afganistan ve İran’a komşu Belucistan eyaletinde oturan Serdar, deve tüccarıydı ve 160 bin kişilik Reki aşiretinin reisiydi. Başkomiser Faruk gitti, Serdar’ı buldu. "Mumya benim değil" dedi Serdar. "Şerif Şah Baki adlı bir İranlı, 2000 Temmuz’undaki deprem sonrası, Ketta dolaylarındaki bir ören yerinde bulmuş. Getirip bana verdi. Kaç paraya satarsak yarı yarıya bölüşecektik."

Başkomiser Faruk, sordu soruşturdu. Mumyanın asıl sahibi İranlı Şerif Şah Baki’nin izine rastlamadı. "Nasılsa er geç bulurlar" dedi. Tutukladığı Ali Ekber ile Serdar Reki’yi adalete teslim etti, iyice sarıp sarmaladığı mumyayı da Karaçi Arkeoloji Müzesi’ne. Mutluydu. "Eski eser kaçakçılığından, en az 10 yıl yatarlar" diyordu. Ne tahta tabutun içindeki mermer lahit, ne saz minderin üzerine uzanmış ufak tefek kadının başındaki altın taç, ne de göğsünün üzerine ilişik altın plakette yazanlar onu ilgilendirdi. Sadece, "600 milyon Rupi ettiğine göre, pek önemli bir şey olmalı" diye düşündü.

Oysa bulduğu, sıradan bir mumya değildi. "Pers Kralı Serhas’ın kızı, Rodugun’um" diye yazıyordu göğsünün üzerinde. Öleli 2600 yıl geçmiş olması ilginçti elbette, ama garip olan, Daryus’un torunu prensesin, tıpkı Mısırlılar gibi mumyalanmış olmasıydı.

KADININ ADI YOK

Karaçi Arkeoloji Müzesi’nde görevli Dr. Asma İbrahim, 1 metre 40 santimlik kadının tacındaki yedi selvi ağacını, tabutun üzerindeki kabartmaları, heyecan ve hayranlıkla seyrediyordu. Gerçi evvelce hiç mumya incelememişti ama, gördüklerinin Pers Krallığı’nın belli başlı simgeleri olduğunu biliyordu. Ülkesi, paha biçilmez bir zenginliğe sahip olmuştu.

Mumyayı birilerinin, komşu İran’dan Pakistan’a kaçırdığı belliydi de, prensesin Mısır firavunlarına benzer şekilde mumyalanmış olmasını bir türlü açıklayamıyordu. Mısırlıların bu olağanüstü becerilerini yabancılara öğrettiği hiç duyulmamıştı. Dr. İbrahim gururluydu. "Prensesin mumyasıyla tarihi yeniden yazacağız" dedi. Bir diğer olasılık, prensesin Mısır’a gitmiş, orada ölmüş ve mumyalandıktan sonra ülkesine taşınmış olmasıydı. Tarih kitapları, kralın üç oğluna ilişkin pek çok ayrıntıya yer veriyordu ama, kızının nasıl yaşadığı, ne zaman, nerede öldüğüne değinilmiyordu. Anlaşılan yüzyıllar öncesinde de, kadının adı yoktu.

Dr. İbrahim, bu konuyu çözmeden, elindeki hazineyi dünyaya duyurmamaya karar verdi. Tabuttaki hasırdan küçük bir parça kesip, karbon 14 yöntemiyle yaş tayini yapılması için Almanya’ya, yazıların fotoğrafını çekerek Londra’ya yolladı. Mumyayı, Ağa Han Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırttı.

Birkaç gün sonra, akşam haberlerini izlerken, kulaklarına inanamadı. 2600 yıllık mumyanın heyecanına kapılan İslamabad Kaid-i Azam Üniversitesi’nden, dünyaca ünlü arkeolog Profesör Ahmad Hasan Dani, bir basın toplantısı düzenlemişti. O gece bütün dünya, Pers prensesinin paha biçilmez mumyasının Pakistan’da bulunduğunu öğrendi.

MUMYA DEDEKTİFİ DEVREDE

2000 yılında, Karaçi’deki Ağa Han Üniversitesi Hastanesi Radyoloji Bölümü’nde çalışan Dr. Jeffrey Rees, üzeri bezle sıkı sıkıya sarılı mumyayı, başında tacı, yüzünde maskesiyle birlikte röntgen masasına yatırdı. Uzun kemiklerin uç kısımlarını gösteren filme baktı. Dr. Asma İbrahim’e dönüp, "Boy uzaması durmuş" dedi, "yaşı 21-25’ten büyük olmalı." Mumyalamanın Mısır usulü yapılıp yapılmadığını röntgenle anlamak mümkün değildi. Bilgisayarlı tomografisini çekmeye karar verdiler. "Beyni yok, akciğerleri yok, kalbi yok" dedi radyolog. "Bedeni, jel benzeri bir sıvıyla dolu. Elimizdeki filmleri Bob Brier’e gönderelim. Bir de o baksın."

33 yıldır New York Long Island Üniversitesi’nde hem felsefe hem de eski Mısır’da bilim dersleri veren Dr. Bob Brier’ın takma adı "mumya dedektifi"ydi. Lenin ile Eva Peron’un, ayrıca pek çok Mısır Firavunu’nun mumyasını incelemiş "dedektif", prensesin tomografi görüntülerinden hiç hoşlanmadı. "Bunun beyni burnundan değil, çenesinden çıkartılmış" dedi. "Ayrıca iç organları dışarı almak üzere yapılan karındaki kesiğin, hem yeri yanlış, hem de çok uzun. Sanırım bu adamlar pek becerikli değilmiş" diye sürdürdü. "Bu kadının kalbi nerede?" diye sordu hayretle. "Bunu mumyalayan Mısırlı olamaz. Öyle olsaydı, kalbi yerinde bırakırdı. Onlar, insanın beyniyle değil, kalbiyle düşündüğüne inanırdı."

Prensesi, Mısırlılar mumyalamadıysa eğer, kim mumyalamış olabilirdi? O tarihlerde bu işi onlardan başka bilen yoktu ki. Karaçi Arkeoloji Müzesi’nin yetkilileri, Londra Üniversitesi Orta Doğu Enstitüsü’nden Prof. Nicholas Sims Williams’ın mektubuyla bir kez daha sarsıldı. "Mumyanın göğsündeki plakette yazım hataları var" diyordu. "Kral sözcüğünün sonunda üç harf eksik." Sadece bu olsa iyi, Williams’ın mektubunda öyle bir bilgi vardı ki, Pakistan’ın elindeki hazineyi, bir anda yok etmeye yetti. "Pers dilinde, prensesin adı Vardegauna’ydı. Plakette ’Rodugun’ yazıyor. ’Rodugun’, kıza Helenlerin taktığı addır."

KURŞUN KALEM İZİ

Felaket, bununla bitmedi. Dr. Asma İbrahim, tabutun ahşap ve mermerlerini iyice temizlemiş, elinde büyüteç, milim milim incelerken, Zerdüşt dininin yüce tanrısı Ahuramazda kabartmasında akıl almaz bir şey görmüştü: Kurşun kalem izleri! Kurşun kalem keşfedileli 200 yıl olmuştu. Prenses öleli, 2600 yıl.

Almanlar, cesedin üzerinde yattığı hasırla, bedeni sıkıca çevreleyen bezlere "Olsa olsa 4-5 yıllık", Pakistan Atom Enerjisi Komisyonu, "En fazla 20 yıllık" diyordu. Tartışılacak yanı kalmamıştı. Tek kelimeyle, mumya sahteydi.

Mumya çetesindeki uzmanlar

Dr. İbrahim önce, sahtekarların buldukları eski bir mumyayı, değerini yükseltmek için Pers prensesi gibi giydirdiğini sandı. Tomografileri yeniden inceleyen radyolog Jeffrey Rees, bir sabah onu arayıp "Kulağın içindeki tendonlarla filamentler sağlam." deyince, başından aşağıya kaynar sular döküldü. Eski bir cesette, mumyalanmış olsa bile, kulağın içindeki bu narin oluşumların, çürüyüp kaybolacağını öğrenmişti. Belli ki, eski bir mumyayı giydirmemişler, yeni ölmüş bir kadını mumyalamışlardı.

Anatomi bilen biri organları çıkartmış, mumyalamadan anlayan biri, yarım tona yakın kimyasalı hazır etmiş, marangozun biri tabutu, taş ustası lahdi yapmış, bir oymacı selvileri, gülleri, Tanrıları işlemiş, 2600 yıl öncesinin Pers dilini bilen biri, plaketteki "Ben Pers Kralı Serhas’ın kızı, Rodugun’um"u kaleme almış ve bir kuyumcu altın taç ve maskeyi hazırlamıştı. Bu ekibi yönetenin, Mısır ve Pers tarihini çok iyi bilen biri olduğu açıktı.

KİMİ ÖLDÜRÜP MUMYALADILAR

Mumyalamanın başarılı olması için, taze ceset gerekir. Bu insanlar, mezarcılarla mı anlaşmıştı? Yeni ölen bir kadının cesedini mezardan mı çıkartmış yoksa gömülmeden satın mı almışlardı? Kimse aklına getirmek istemiyordu ama, bir olasılık daha vardı. Bir kadını mumyalamak üzere kaçırıp, öldürmüş olamazlar mıydı?

Sorunun yanıtı gene radyolog Dr. Rees’ten geldi. "Belkemiğinde kırık var" dedi. "Künt bir cisimle vurulmuş." Kabus gibiydi. Pakistan, tarihi değiştirecek paha biçilmez bir arkeolojik kalıntıya ulaştığını sanırken, bir cinayet şebekesiyle karşı karşıya kalmıştı. Hükümet, mumyaya otopsi yapması için, İngiltere’nin Sheffield Üniversitesi’nden Prof. Dr. Christopher Milroy’u Karaçi’ye davet etti.

Mavi gömlekleri, mavi maskeleriyle Dr. Milroy ile Dr. İbrahim, Tıp Fakültesi’nin otopsi salonunu dolduranların meraklı bakışları altında, cesede zarar vermeden reçineli bandajı kesmek için, üç saat uğraştı. 50 yaşlarındaki dişsiz kadının sadece beli değil, boynu da kırıktı. Kırıkların ölümden önce mi, yoksa sonra mı olduğuna karar veremediler. 17 Nisan 2001 günü, Dr. İbrahim 11 sayfalık bir rapor yayınlayarak mumyanın sahte olduğunu dünyaya bildirdi. Mumya sahte olmasına sahteydi de, mumyalanan kadın kimdi?

DİĞER MUMYALAR HANGİ MÜZEDE

Tahran’la İslamabad’ın arasını açan mumyanın, prenses değil de sıradan bir kadın olduğu anlaşıldığında, tacıyla, maskesiyle kendini Edhi Vakfı’nın soğuk ve karanlık morgunda buldu. Kimliği meçhul ve kimsesizlerin, Müslüman adetlerine uygun biçimde defnini de kapsayan, sayısız hayır işleri için 50 yıl önce kurulmuş vakıf, elindeki gönüllü ambulans filosunun büyüklüğü sayesinde Guinness Rekorlar Kitabı’nda da yer almaktaydı.

Edhi Vakfı, mumyalanan kadın soruşturmasının tamamlamasını ve defin izninin verilmesini yıllarca bekledi. Baktı ki yarım milyon Rupi’ye varan morg masrafını ne arkeoloji müzesi, ne de polisten alabiliyor, beş yıl kadar sonra, 2005 yazında, kadıncağızı usulüne uygun biçimde yıkadı, namazını kılıp, vakfın arkasındaki mezarlığa gömdü. Böylece, Pers prensesi diye satılmak üzere mumyalanan kadının sırrı da, kendisiyle birlikte toprağa karıştı.

İnterpol, mumyanın asıl sahibi olduğu iddia edilen İranlı Şerif Şah Baki’yi arayadursun, aynı bölgede, iki başka kadın mumyasının, karaborsada 3-4 milyon dolara alıcı bulduğu bilgisine ulaşıldı. Büyük bir olasılıkla o mumyalar, bugün bir müzede sergilenmekte. Kadının adının olmadığı coğrafyalarda, ölü kadın bedeni üzerinden milyonlar kazanan uğursuz çetelere, bilerek ya da bilmeyerek akıl babalığı eden, kim bilir eline kan bulaşan hangi meslektaşlarımız.
Yazarın Tüm Yazıları