Kadınlar! Burun deliklerinizi açık tutun

1953’te, Amerikalı aktris Marilyn Monroe’ya "Yatakta ne giyersiniz?" diye sormuşlar, "Sadece iki damla Chanel No 5" diye yanıtlamış.

O gün bugün milyonlarca kadın, onun çekiciliğini yakalayabilmek için aynı parfümü kullanır. Tıpkı, milyonlarca erkeğin, İspanyol aktör Antonio Banderas’a benzemek umuduyla Spirit kullanması gibi. Halbuki değil iki damla, şişenin tamamını üzerlerine boşaltsalar, eşyalarını koklamış iyi eğitilmiş bir polis köpeği, saklandıkları yerden onları bulup çıkartabilir. Şu sıralar gişe rekorları kıran "Koku" (Perfume) filmindeki seri katili unutun. İnsan denen her canlının kendi kokusu vardır. Tıpkı parmak izi ya da DNA gibi. Üstelik tek yumurta ikizlerinde dahi farklıdır ve kadınlar erkeklerden daha iyi "koku" alır.

İtalyan Johann Maria Farina’nın Köln Suyu’nu, yani kolonyayı buluşundan bu yana geçen 300 yıl boyunca, parfüm üreticileri kokuyla ilgili bilimsel araştırmaları çok yakından izlediler, ayrıca finanse ettiler. Başlıca hedefleri, erkeği kadına, kadını erkeğe cazip kılacak kokuyu bulmak. 10-15 yıldır güvenlik birimleri de insan kokusuyla çok ilgileniyor. Onların derdi de köpeklerden kurtulup, "elektronik burunlar" kullanmak, böylelikle ter kokusunun izini sürmek, hatta kokudan yola çıkarak saldırganın robot resmini çizmek. Hedefleri farklı olsa da, hayal değil. Bu nedenle, insan kokusunun bileşimini, bu bileşenleri kodlayan genleri ve insan beyninin kokuyu nasıl algılandığını aydınlatan her türlü bulgu, parfümcülerle polisleri birleştiriyor.

KOKUNUN İZİNİ SÜREBİLİYORUZ

Koku algısının cinsiyet farkı gösterdiği, ilk kez bundan bir asır önce, 1899’da kanıtlandı. Toulouse ve Vaschide, bugün dahi kaynak gösterilen deneyleriyle, kadınların kafur kokusuna erkeklerden daha duyarlı olduğunu ve çok daha düşük düzeylerini algılayabildiklerini saptadılar. Kokuya ilgi, 20. yüzyıl boyunca yoğun biçimde sürdü. Kadınların sadece daha düşük düzeyde kokuları algıladığı değil, ister hoş, ister pis, tüm kokuları birbirinden ayırma ve tanıma yeteneklerinin de erkeklerden üstün olduğu anlaşıldı.

Toulouse ve Vaschide’nin 100 yıl önceki deneylerinde bir başka gerçek daha ortaya çıktı. Erkek olsun kadın olsun, sağ ellerini kullananların, sol burun delikleri, sol ellerini kullananların ise sağ burun delikleri daha duyarlıydı. Bu deneyler daha sonra defalarca tekrarlandı ve hep aynı sonuca varıldı. 2007 yılı başlarında, dizleri üzerinde ilerleyen ve burnunu yere yaklaştıran insanların, tıpkı köpekler gibi çimenlik arazide kokuyu izleyebildikleri, birbirine 3.5 santim uzaklıktaki iki kokuyu birbirinden ayırabildikleri ve beceriyi geliştirebildikleri anlaşıldı.

FEROMONLAR ENSESTİ ENGELLİYOR

Bir canlının kendi türü içindeki diğer canlılara, belirli bir mesaj vermek üzere salgıladığı bir ya da birkaç kimyasaldan oluşan bileşene "feromon" adını veriyoruz. Sadece böceklerin değil, pek çok omurgalının, hatta bitkilerin de yararlandığını bildiğimiz feromonlar, yiyeceğin, yuvanın nerede olduğundan, çiftleşmeye uygunluğu bildirmeye kadar yaşamsal pek çok bilginin aktarılmasına yarıyor.

Hatta kimi canlının erkeği, feromonlarıyla genetik özelliklerini de yayarlar, bu sayede dişiler, kendilerine en uzak genetik yapıyı taşıyan erkekleri seçebilir, bir anlamda "ensest" in önünü alır, hastalıklar ve ölümle sonuçlanabilecek yakın akraba evliliklerini engellerler. Hamile dişiler ise, kendilerine uzak genetik bilgiyi salgılayan yabancılardan uzaklaşarak, kendilerine benzerini yayan akrabalarının yanına gider, böylelikle soyun sürmesini güvence altına alırlar.

İNSANIN DA FEROMONU VAR

İnsanlarda, hayvanlardakine benzer feromonların, bunların verebileceği mesajların ve beyinde bu mesajları algılayabilecek ve davranışları düzenleyecek vomeronazal sistemin arayışı on yıllar boyunca sürmüştür. Aynı odada kalan genç kızların ve kadınların, bir süre sonra aynı tarihte adet görmeye başladıklarını bir çoğumuz gözlemiş, hatta yaşamışızdır. 1971’de bu alandaki ilk bilimsel yayını gerçekleştirmiş psikolog Martha McClintock’un anısına "McClintock Etkisi" adı verilen gözlem ise doğrulandı. Üst dudağına kadın teri sürülenlerin adet döngüsünün, birkaç ay içinde terin sahibinin adetiyle senkronize olduğu kanıtlandığında, insanların da tıpkı fareler, güveler ya da kelebekler gibi feromon salgıladığı gösterilmiş oldu.

Geçen zaman içinde, tüm memelilerde varlığı kanıtlanmış vomeronazal sistemin insanlarda da bulunduğu, ana rahmindeyken geliştiği ve beyni etkileyecek derecede işlevsel olduğu ortaya kondu.

Kadınlarla erkekleri cinsel açıdan uyaracak feromonların var olup olmadığı, sağlayacağı milyonluk gelirler yüzünden her zaman ilgi çekti, bu amaçla özellikle ter kokusunun psikolojik ve fizyolojik etkileri incelenmeye çalışıldı.

ERKEK TER KOKUSUNUN SİHRİ

Erkek terinin, kadınların kendilerini fiziksel ve duygusal açıdan daha iyi hissetmelerini sağladığı, cinsel olarak uyardığı, lüteinleştiren hormon düzeylerinin yükselterek, yumurtlamayı sağladığı uzunca bir süre iddia edilmiş, hatta Berkeley Üniversitesi Koku Araştırma Programı Başkanı psikolog Noam Sobel, bu etkilerden erkek terinde ve diğer tüm vücut salgılarında bolca bulunan steroid yapılı androstadienon’u sorumlu tutmuştu.

Sobel’in ekibinden Claire Wyart’ın, 2007 Şubatı’nın ilk haftasında, The Journal of Neuroscience adlı dergide yayınlanan araştırmasında, androstadienon koklatılmasından 15 dakika sonra, kadınların, kortizol düzeylerinin yükseldiği, cinsel açıdan uyarıldıkları, kan basıncında yükselme, kalp vuruşu ve soluk alma hızında artış gibi bir dizi fizyolojik ve psikolojik değişikliğin gözlendiği ve bu etkilerin en az bir saat sürdüğü kayıtlı.

Yumurtanın mı tavuktan, yoksa tavuğun mu yumurtadan çıktığı henüz bilinmiyor. Yani, kortizol düzeylerindeki yükselmenin mi bu etkilere yol açtığı, yoksa bu etkilerin mi kortizol düzeyini değiştirdiği henüz bir sır. Ancak bulgular, erkek terine özgü bir kimyasala, kadın bedeninin metabolik bir yanıt verdiğinin ilk somut kanıtıdır. Şimdi sıra, erkek terindeki androstadienon dışındaki başkaca bileşenlerin, başkaca hormonlar üzerindeki etkilerini sınamakta.

EŞCİNSELLERİN BEYİNLERİ

Erkek terinde bolca bulunan androstadien (AND) ile, kadın idrarındaki östrojen benzeri estratetraenol’ün (EST), hayvanlardakine benzer cinsel uyarılara yol açan feromonlar olduğu kesin söylenemese de, koklandıklarında beyni etkileyen birer kimyasal sinyal oldukları muhakkak. İsveç’in ünlü Karolinska Üniversitesi Tıp Fakültesi ile Beyin Enstitüsü araştırıcılarının bu konuda ilginç bulguları var.

2001’de, Ivanca Savic ve ekibi, kadın ve erkeklere AND ve EST koklattılar ve beyinlerinde meydana gelen değişiklikleri özel bir tomografi gereciyle izlediler. Her iki maddenin, gerek kadın gerekse erkek beyninde aktivasyona neden olduğunu gördüler. Ancak aktivasyonun yeri, koklanan maddeye ve koklayanın kadın ya da erkek oluşuna göre değişmekteydi.

Geçen yıl aynı ekip, bu kez eşcinsel erkek ve eşcinsel kadınlara AND ve EST koklattı. Eşcinsel erkek beyinlerindeki değişiklikler, kadınların beyinlerindekine, eşcinsel kadın beyinlerindekiler ise erkeklerin beyinlerindeki değişikliklere uydu.

Bu bulgular, feromon sinyallerinin cinsiyete bağlı değil, cinsel yönelime bağlı algılandığını gösterir ve eşcinselliğin, kişisel bir tercih olmadığını bir kez daha kanıtlar.

Kadınlar kokuya göre eş seçiyor

Koku, hem kadın hem de erkeğin eş seçiminde önem taşısa da, cinsel uyarı açısından kadınlardaki koku eşiğinin daha düşük olduğu, üstelik kokunun dış görünüşten çok daha fazla önem taşıdığı, kokuya bağlı cinsel uyarının ay boyunca değişikliğe uğradığı ve gebe kalma olasılığının en yüksek olduğu dönemlerde tepe noktasına ulaştığını biliyoruz.

Bu alandaki çalışmalarıyla ünlü profesörler, psikolog Steven Gangestad ve biyolog Randy Thornhill’in 10 yıl kadar önce başlayıp, hálá sürdürdükleri araştırmalara göre, kadınlar yüz ve vücut simetrisine sahip erkekleri, kokularından ayırt edebiliyor ve doğurganlığın fazla olduğu dönemlerde simetrik olanları seçiyorlar. Doğum kontrol hapı alanlar veya erkeklerde bu ayırım gözlenmiyor.

ERKEKLER YÜZLERİNİ NEDEN BOYAR

Gangestad ve Thornhill bu bulgularını, kadınların, doğuracakları çocuk için "en iyi geni" arayışıyla açıklamaya çalışıyorlar. Evrim ve insan davranışı konusunda çalışan başka gruplar (örneğin Michigan Üniversitesi’nden Cardenas ve Harris ya da Finli Rantala’nın ekibi) "en iyi gen" teorisine karşı çıkıyor, simetrik olanların sadece ayın belirli dönemlerinde değil, her zaman tercih edildiğini, doğum kontrol hapı alanlarla almayanlar arasında, kokuya duyarlılık açısından, istatistiksel açıdan anlamlı bir fark bulunmadığını öne sürüyorlar.

Bu sonuçlara bakarak, tarih boyunca erkeklerin yüzlerini simetrik biçimde boyamaları da, farkında olmadan doğanın kusurlarını örtmek ve daha güçlü, daha sağlam ve birleşmeye en uygun erkek gibi algılanmak isteme gayretlerine bağlanabilir. Kadınların gözünü boyayamayacaklarını, onların en uygun partneri koklayarak belirlediklerini nereden bileceklerdi!

Yüz ve beden simetrisi olan erkeklerin kokusunu, olmayanlardan farklılaştıran kimyasalı bulup, erkek kozmetiğine katacakları kesin. Zamanı gelince, kadın bedeninin bir biçimde bu sahtekarlığın da üstesinden geleceğine ve kendine en uygun erkeği seçebileceğine inanıyorum.

KADINLAR STRESİ KOKLUYOR

Kadınlar, erkeklerin başka hallerini dahi koklayabiliyorlar. Örneğin, Rus kadınlara, sınavdan çıkan erkeklerin terli fanilaları koklatıldığında, başarısız olanları ya da başarılı olduklarını sandıkları halde, sonuçlar ilan edildiğinde geçemedikleri ortaya çıkacakları fark edebilmişlerdi. Deneyleri yapan Moshkin ve arkadaşları, sınav çıkışında tüm erkeklerin tükürüklerini almış ve başarı gösteremeyenlerin kortizol düzeylerinin yükseldiğini saptamıştı. Anlaşılan kadınlar, erkeklerin hormon düzeylerindeki değişimleri koklayabiliyor.

TABİAT ANA KADINLARDAN YANA

Hiç kuşkusuz, kadınlarla erkekler, pek çok açıdan birbirine benzer ve "Erkekler Mars’tan", "Kadınlar Venüs’ten" yaklaşımı, her zaman doğru değildir. Tıpkı kız olsun, erkek olsun, 3-4 günlük bebeklerin, evvelce anne sütünü hiç koklamamış olsalar bile, yaşamın ilk kokusuyla daha ana karnındayken karşılaştığından, anne kokan sütü, ister yapay, ister doğal başka süt kokularına her zaman tercih ettikleri ya da alıştıkları bir kokunun onları sakinleştirmesi ve acıya daha dayanıklı bir hale getirmesi gibi.

Ancak kuş ve balıkların dişilerinde gözlenen, çok yakın bir geçmişte dişi farelerde de olduğu saptanan bir yetenek var ki, üzerinde durulmaya değer. Rockefeller Üniversitesi Nörobiyoloji ve Davranış Laboratuvarı’nın başkanı Donald Pfaff ve ekibi, 2006 ortalarında, dişi farelere iki tip erkek kokusu koklattı ve dişilerin, kafeslerinde tek başına yaşayan erkek farelerin kokusunu değil, bir dişiyle birlikte olanın kokusunu tercih ettiğini gösterdi. Bu erkeklerin kokusuna, enfeksiyon yapan parazitlerin kokusu eklense bile, dişilerin tercihi değişmedi ve hastalık koksa da bir dişisi olan erkeği seçti. Bir diğer deyişle, farenin dişisi, kuşlar ve balıklar gibi "Başka bir kadın onu beğenmişse, elbette iyidir, bugün nezleyse yarın düzelir" diyorlar.

Fareler, "oksitosin geni" sayesinde bu beceriye sahip. Henüz, insanın dişisinin böyle bir yeteneği olup olmadığı bilmiyoruz. Ama genetik açıdan pek çok ortaklığımız bulunan bir memelide rastlanması umut uyandırıyor. Karşımızdaki erkeğin, evli mi, bekar mı olduğunu, koklayarak anlayabileceğimizi öğreneceğimiz gün pek uzak olmayabilir.

Bu nedenle sevgili kadınlar, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaşırken, itilmiş, kakılmış, satılmış, kaçırılmış, dövülmüş, kovulmuş, öldürülmüş hemcinslerimiz için mücadeleyi bütün gücünüzle sürdürün ve burun deliklerinizi açık tutun, tabiat bizden yana.
Yazarın Tüm Yazıları