Marthijn Uittenbogaard (34) bir Hollandalı. Kardeşçe Sevgi, Özgürlük ve Çeşitlilik Partisi’nin (Partij voor Naastenliefde, Vrijheid en Diversiteit, PNVD) kurucusu. PNVD’nin faaliyet göstermesine 2006 Temmuz’unda mahkeme kararıyla izin verildi.
570 vatandaşının açık desteğini alabilirse, 2006 genel seçimlerine katılabilecek. Adından da anlaşıldığı gibi, özgürlük ve çeşitliliğin olabildiğince yaşanmasını hedefliyor. "Ne var bunda?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Ama bakın Marthijn kardeşimiz neler istiyor.
Kardeşçe Sevgi, Özgürlük ve Çeşitlilik Partisi, 12 yaşından gün alanların seçimlerde oy vermesini, kumar oynamasını, oturacağı evi seçmesini ve esrar gibi "yumuşak" uyuşturucuları kullanabilmesini savunuyor. 16 yaşından büyüklere, eroin ve diğer "sert" uyuşturucular serbest.
Resmi nikahı ortadan kaldırmayı, aile içi "tehlikeli" ve "zora dayalı" tüm ilişkileri yasaklamayı, halen 16 olan cinsel ilişki rıza yaşını önce 12’ye indirip, zamanla tamamen ortadan kaldırmayı, ayrıca küçüklerin serbestçe fahişelik yapabilmesini planlayan PNVD, çocuk pornografisini de serbet bırakmak niyetinde. Bu arada parti kurucularının evvelce pedofili nedeniyle soruşturmalar geçirdiklerini, bazılarının para cezasına çevrilen mahkûmiyetleri olduğunu belirtmekte fayda var.
PARTİ PROGRAMINDA BESTİALİTE
Partinin, ülke genelinde çıplak dolaşılabilmesini sağlamak ve tren biletlerini ortadan kaldırmak gibi başkaca hedeflerinin arasında, hayvana eziyet etmemek kaydıyla (nasıl anlayacaksa!) bestialiteyi (hayvanlarla cinsel ilişki) de serbest bırakmak var.
Dünyanın birçok ülkesi bu eylemi, kuğu şekline bürünmüş gökler tanrısı Zeus’un güzel Leda ile sevişmesi gibi algılamadığından, hafif ya da ağır biçimde cezalandırılacak bir suç kabul ediyor. Hayvana verilen zararla orantılı olarak ABD’de 20, Kanada’da 10, Meksika’da 7, İngiltere’de 30 yıla varan mahkûmiyetlere rastlanıyor. Eylem, Türkiye’de de 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun 14j maddesindeki yasaklar arasında sayılıyor, cezası ise sadece 300 YTL.
Avustralya’daki çiftçileri, sinek larvalarına karşı merinos koyunlarının kuyruklarını anestezi uygulamadan kestikleri için Türkiye’de bile eylem yaparak protesto eden PETA (Hayvanlara Etik Muamele İçin Mücadele Edenler Derneği) üyeleri, bestialite ile pek uğraşmıyor. Bazı ülkeler değil bestialiteyi cezalandırmak, internette bu tür bilgileri içeren sayfalara link verdiği için akademisyenleri bile yargı önüne çıkartıyor. İşte size bir Tayvanlı profesörün başına gelenler.
AKADEMİK İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ!
Tayvan’ın ikinci büyük gazetesi Chinatimes, 2003 Nisan’ında Taipei Ulusal Üniversitesi Cinsellik Araştırmaları Birimi’nin internet sayfasının, bestialite ile ilgili sitelere link verdiğini manşet üstünden duyurdu ve yarım sayfasını bu habere ayırdı.
Merkez çalışanları bu haberi, kurucuları psikolog bayan profesör Josephine Ho’nun cinsellik ile ilgili açık sözlü yaklaşımını yadırgayan muhafazakarların yeni bir eleştirisi olarak değerlendirdiler. Geçen zaman içinde konuya ilgi azalacak ve her zamanki gibi üniversite rektörlüğüne ya da milli eğitim bakanlığına verilecek bir şikayet dilekçesi ile sonlanacak diye beklenirken, 14 muhafazakar sivil toplum örgütü "küçüklerin kalbini ve beynini korumak" sloganı altında birleşti, binlerce imza topladı ve 2003 Haziran’ında profesör Ho’yu mahkemeye verdi.
Savcı Yu Hsiu-duan’ın iki yıl hapis cezası verilmesini talep ettiği iddianamesi, başta Asyalı feministler ve eşcinseller olmak üzere, dünyanın dört bir yanındaki aktivistler tarafından öylesine yoğun bir kampanya ile eleştirildi ki, uluslararası baskıya direnemeyen mahkeme, 25 Haziran 2004’te, irili ufaklı her türlü hayvanla cinsel ilişkinin nasıl yapılacağını fotoğraflarla öğreten sitelere verilen linkleri, akademik araştırma ve internette ifade özgürlüğü olarak değerlendirmek zorunda kaldı. 15 Eylül 2004’te Josephine Ho beraat etti ama, internetteki sayfasındaki linkleri de kaldırdı.
HAYVAN DÖVEN ÇOCUĞUNU DA DÖVER
1980’lerin başıydı. Elizabeth Deviney, Jeffrey Dickert ve Randall Lockwood, çocuk istismarının görüldüğü 57 aileyi inceleyen çalışmalarını yayınladılar ve dünya ilk kez, çocuk istismarı ile hayvana kötü davranış arasında bir ilişki olduğunu öğrendi. Ailelerin yüzde 88’inde, çocuğun yanı sıra bir hayvan da istismar edilmiş ve her dört hayvandan üçü, çocuğu disipline etmek ve gözdağı vermek üzere yaralanmış ya da öldürülmüştü. Hayvana şiddet gösteren ebeveyn, çocuğa da şiddet göstermişti ve bu kişi, genellikle babaydı. Kalan her dört hayvandan birini yaralayan ya da öldüren, istismar edilen çocuğun kendisiydi ve acısı ile aczini hayvanlara yansıtmaktaydı.
İzleyen yıllarda, hayvana kötü davranış ile aile içi şiddet arasında ilişki kuran pek çok çalışma yayınlandı. Örneğin Yale Üniversitesi’nden antropolog David Levinson, farklı kültürlerde aile içi şiddeti inceleyen ünlü kitabında, hayvanlara kötü davranan toplumlardaki kadınların, eşleri tarafından daha fazla şiddete maruz kaldığını ve öldürülme riski taşıdıklarını kanıtladı.
2000’lere gelindiğinde, "hayvana şiddet olan yerde, insana şiddet vardır" noktasına varıldı ve suçla mücadelenin ilk basamağının, hayvanlara yönelik ihmal, istismar ve her türlü şiddetin durdurulması olduğunda karar kılındı. Avrupa ve Amerika’nın birçok ilkokuluna, hayvan haklarını işleyen, hayvan sevgisini geliştiren dersler konmasının nedeni budur.
1981’de rahibe Pauline ile Washington Eyalet Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekanı Dr. Leo Bustad’ın "Her mahkûma bir köpek" sloganı ile başlattıkları rehabilitasyon programı çerçevesinde, tahliyelerine iki yıl kalmış 700 mahkûma, bakımından sorumlu olmak ve özürlülere yardımcı olacak şekilde eğitmek üzere sahipsiz birer yavru köpek verilmesi ve aradan geçen 20 yıl içinde bu mahkûmlardan hiçbirinin yeniden suç işlememesi, insanın, gerçek bir "insan" olması için hayvanla arasındaki ilişkisinin ne kadar önemli olduğunu gösterir. (Köpek eğitim programları halen birçok cezaevinde uygulanıyor, sertifikalandırılan mahkûmlar, tahliye sonrası köpek eğitimcilerinin ya da veterinerlerin yanına yardımcı teknisyen olarak yerleştiriliyor.)
Türkiye’de, kundaklama, ırza geçme, adam öldürme gibi suçları işleyenlerin hayvanlara davranışını inceleyen bir tez ya da bilimsel araştırmanın yapıldığına rastlamadım. Ne yazık ki bundan birkaç yıl önce gerçekleştirdiğimiz ve Türkiye’de cezaevlerindeki hükümlüleri incelediğimiz araştırmanın anket formuna, mahkûmların hayvanlara bakış açısını ölçen sorular eklemeyi akıl edememişiz. Umarım suçla mücadele alanında çalışan akademisyenlerle hayvan haklarını korumak için uğraş verenler bu konuda işbirliği yapar ve ülkemizdeki duruma yakın gelecekte bir açıklık getirirler.
İLLE DE DELİL GEREK DİYENLERE
Bir tren dolusu İngiliz, hemzemin geçitteki kırmızı ışıkta durulduğunda, hemen yanıbaşlarındaki çayırda olup bitenlere tanık olup cep telefonlarını çıkarttılar ve 999’u arayarak şikayette bulundular. Sarışın bir genç adam, otlayan keçilerden birinin arkasındaydı. Üstelik hayvanın boynuna bir de kayış geçirmişti. Kısa bir süre sonra olay yerine gelen polis, hem 23 yaşındaki aşçı Stephen Hall’ü tutukladı, hem de hayvanın birkaç kılını "şahit örnek" olarak aldı. Ayrıca bir de veteriner çağırarak keçiyi muayene ettirdi. 2002 Mart’ında yargıç Jacqueline Davies’in karşısına çıkartılan aşçı, HIV pozitif bir eşcinsel olduğunu ve trendekilerin yanlış gördüklerini iddia ettiyse de, iç çamaşırında ele geçen keçi kılının DNA’sı, şahit örnekle örtüştüğünden yalanı pek çabuk ortaya çıktı. Sağlık durumu göz önünde tutularak sadece 6 ay hapse mahkûm oldu. Gazeteler, diğer mahkûmların keçi sesi çıkartmalarından başka cezaevinden bir şikayeti olmadığını yazdılar.
Bu olaydan bir yıl sonra 24 yaşında, evli ve yine bir aşçı Tuncay Özcan, gece vakti köpeğini gezdiren bir İngiliz tarafından, ata tecavüz ederken görüldü. Çıkarttığı tüm giysileri olay yerinde bırakan ve yeşil bokser iç çamaşırıyla eve koşan aşçının aleyhindeki deliller, sadece attan elde edilen DNA’sı değil, hayvanın ayakları dibindeki ceketin cebinden çıkan kimlik belgesiydi.
Mahkûm edilmiş olmasalar bile, hayvanlara kötü davranmakla suçlanan ABD, Kanada, Yeni Zelanda, İngiltere ve İspanya vatandaşlarının adlarını ve oturdukları mahallelerin harita üzerindeki yerini yayınlanan internet siteleri bulunduğunu, hayvanlarla cinsel ilişkide bulunanların DNA bilgilerinin pek çok ülkenin DNA bankasında, tıpkı insana saldıranlarınki gibi korunduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim.
HAYVAN ÖLDÜREREK ÖĞRENİYORLAR
İtalyan suç tarihinin en ünlülerinden Vincente Verzini, 12 kadını öldürdüğü kariyerinin ilk becerilerini kedileri boğarak elde etmişti. 1883’te dünyaya gelen Peter Kürten ya da herkesçe bilinen adıyla "Düsseldorf Vampiri", her yaştan ve cinsten 50 kişiyi içeren cinayet listesine başlamadan çok önce, köpeklere, koyunlara işkence eden, onların ırzına geçen ve onları öldüren biri olarak tanınırdı. 15 yaşındaki Kobe canavarı Sakakibara, 11 yaşındaki Jun Hase’nin başını gövdesinden ayırmadan önce, kedi başı kesmiş, güvercinleri boğmuştu. 19 yaşına varmadan 5 çocuğu öldüren Christine Falling’in çocukluğu kedi cinayetleri ile doludur. Annesini ve iki küçük kızı bıçaklayarak öldüren Luke Woodham, daha önce kendi köpeğini yakmıştı. 1970’lerde, uzun siyah saçlıları hedeflediğinden kadınların saçlarını sarıya boyatmasına yol açan ve bir yıl içinde altı kişiyi öldüren David Berkowitz, komşusunun köpeğini vurmuş, annesinin papağanını zehirlemişti. Her iki eşini öldüren Richard William Leonard’ın, kurbağaları ezmek ve otomobilinin motoruna kedi bağlamak gibi huyları da vardı. Katil Jack Bassenti, köpek yavrularını canlı olarak gömerdi.
KEDİLERİN İÇ ORGANLARINI İNCELİYOR
Filmlere, romanlara ilham kaynağı olan Jeffrey Dahmer, kedilerin iç organlarını inceledikten sonra, aynı tekniği 17 küçük erkek çocuğa uyguladı 14 kişiyi öldüren Patrick Sherrill, köpeğinin de aynı zevki tadabilmesi için komşularının kedilerini çalardı. Dedesini, ninesini, annesini, karısını öldüren Edward Kemperer, çocukluğunda kedileri ufak parçalara ayırırdı. Kaç kişiyi öldürdüğünün hesabı bile bilinmeyen ana katili Henry Lee Lucas, hayvanları da öldürür, onların cansız bedeniyle ilişkiye girerdi. Boston Canavarı Albert De Salvo, kedi ile köpeği aynı kafese koyar, aç bırakır, birbirini öldürüp yemelerini seyrederdi. Daha sonra 13 kadını boğdu. Michael Cartier, 4 yaşındayken kapalı pencerelere doğru kedi yavrularını fırlatır, tavşanların bacağını kopartırdı. 11 yaşındaki Andrew Golden ile 13 yaşındaki Mitchell Johnson köpeklere işkence edip, öldürürlerdi. 24 Mart 1998’de Arkansas’taki okullarında 4 öğrenci ve bir öğretmeni öldürdüler. Theodore Robert Bundy, dedesinin hayvanlara kötü davranışlarını seyrederek büyüdü. Daha sonra 32 kadını öldürdü. Bu listeyi sonsuza kadar uzatmak mümkün.
HAYVANA KÖTÜLÜK BİR ERKEN UYARI
Son 30 yılda psikoloji, sosyoloji ve kriminoloji alanında yayınlanan kitap ve bilimsel makaleler, çocuk ve yaşlıları istismar edenlerle, eşlerini dövenler dahil olmak üzere, şiddet şuçları işleyen kişilerin, çocukluk ve gençlik dönemlerinde, ciddi boyutlarda ve tekrarlanan nitelikte hayvanlara karşı kötü davranışlar sergilediklerini ve seri katillerin hemen hepsinin küçükken, hayvanlara işkence ettiğini, hatta öldürdüğünü gösteriyor. Psikiyatri uzmanlarının bağlı bulunduğu meslek örgütleri, hayvanlara fena muameleyi, davranış bozukluğunun tanısında bir kriter kabul ediyorlar.
Hayvanlara kötü davranan her çocuğun, ileriki yaşlarda şiddet içerikli suçlar işleyeceğini öngörmek elbette yanlış olur. Ancak bu çocuklardan hangisinin şiddete yönleneceğini önceden kestirmek mümkün olamayacağından, her birinin, hele onları döven, işkence eden ve öldürenlerin mutlaka ciddiye alınması gerekir. Kısacası, hayvana fena muamele, bir erken uyarı işareti olarak değerlendirilmelidir.
DÜZELTME: Geçen haftaki "Muhammet Kocabaş nasıl öldü?" başlıklı yazıda Teksas Valisi John B. Connally’nin Kennedy suikastı sırasında öldüğü yazılmıştı. Ancak, Connally saldırıda ağır yaralanmıştı.