Fransız Chardonnay’nin babası bir Hırvat mı?

Akıl almaz çelişkilerle dolu bir dünyada yaşıyoruz.

Bir yanda Tokyo restoranlarında şişesi 4 bin dolara Kaliforniya şarabı sipariş edenler, diğer yanda Avrupa’nın ortasında yarım litresine 60 sent verip, içinde ne olduğunu bile bilmediği kaçak votkayı içenler. Bunların arasında bir yerlerde, beyazların kraliçesi Chardonnay üzümünün babasının kim olduğunu merak edenler de var. Bugünkü yazım, hepsi için.

ÜZÜMLERE BABALIK TAYİNİ/images/100/0x0/55eb11e1f018fbb8f8a91228

Bir yılda yaklaşık 230 milyon hektolitre şarap içen dünya vatandaşlarının çoğu, bazı şarapların kökeni ile ilgili yıllardır süregelen hararetli tartışmaların DNA analizleri ile çözüldüğünden ve bunun sayesinde bağcılığın çağ atladığından haberdar değildir.

Binlerce yıldır gerçekleştirilen üzüm yetiştiriciliği, artık moleküler genetik analizlerin ışığında yürütülmekte. Dünyada ilk asma ehlileştirme çalışmalarının, Çayönü Bölgesi’nde yapıldığı da aynı yöntemler kullanılarak kanıtlandı.

1993’te, Avustralyalı genetikçi Mark Thomas sayesinde, bir suçun aydınlatılmasında ya da soybağları ve göç yollarının incelenmesinde kullanılan DNA analizlerinin, üzümlere ve şaraplara da uygulanabileceğini öğrendik.

Meğer, insanın ana rahmine düşmesinden başlayıp, toprağa karışmasından binlerce yıl sonrasına kadar, her zerresindeki DNA’nın değişmezliği gibi, bir bağın üzümlerinin sap, yaprak, tane, çekirdek, kabuk gibi kısımlarının ve tabii bu üzümlerden elde edilen şarabın DNA’sı aynı özellikleri taşırmış. Meğerse, dünya genelindeki üretim alanı 45 bin hektarı bulan beyaz üzüm Müller Thurgau’un babası, iddia edildiği gibi Silvaner değil de, Madeleine Royale’miş. Meğer, Kaliforniya’nın üstün nitelikli kırmızı Zinfandel’i ile Dalmaçya kıyılarının yok olmaya yüz tutmuş Crljenak Kastelanski üzümünün DNA’ları aynıymış. Avustralya ve Yeni Dünya’da Shiraz olarak bilinen kırmızı üzüm Syrah’ın ebeveynleri, Mondeuse Blanche ile Dureza’ymış.

KÖTÜ TOHUM SÜRPRİZİ

En şaşırtıcı sonucu veren akrabalık incelemelerinden biri, 1997 yılında Kaliforniya Üniversitesi genetikçilerinden Carole Meredith ve asistanı Bowers tarafından yayınlandı. 17. yüzyıldan bu yana Fransa’da yetiştirilen ve dünyanın en iyi kırmızı şarabının elde edildiği üzüm olarak kabul edilen Cabernet Sauvignon, bir diğer Fransız üzümü Cabernet Franc’a morfolojik açıdan çok benzediğinden, aralarında yakın bir akrabalığın olduğu tahmin edilirdi. Meredith, bunu genetik olarak kanıtladı. Ancak en büyük sürpriz, ünlü kırmızı Cabernet Sauvignon’un diğer ebeveyninin, beyaz şarap üretilen Sauvignon Blanc olmasıydı.

Kuzeydoğu Fransa’da yetiştirilen 322 üzüm çeşidinin DNA analizleri, bunlardan 16’sının ebeveynlerinin, Pinot ve Gouais Blanc olduğunu gösterdi. ‘Ne önemi var’ diyebilirsiniz ama, bu 16 çocuk arasında Chardonnay de varsa işin rengi değişir. Çünkü ‘beyazların kraliçesi’ olarak ün yapmış Chardonnay’nin, anasının Pinot gibi çok değerli üzüm olması doğal. Ancak babasının, Heunisch weiss’a benzemesi nedeniyle Avrupa’nın doğusundan bir yerlerden geldiği düşünülen ve lezzetsiz olması nedeniyle tarihin değişik zamanlarında defalarca ekimi yasaklanmış ve hálá yasaklı olan Gouais Blanc olabileceği hayal bile edilemezdi.

3. yüzyılda hüküm sürmüş Roma İmparatoru Marcus Aurelius Probus, işgal ettiği topraklarda asma ziraatini geliştirmesiyle bilinir. Demek ki, anavatanı Dalmaçya’dan alarak, Asteriks’le Hopdediks’in memleketine getirdiği hediye, asırlar sonra onların torunlarının torunlarına milyar Euro’lar kazandıracak Gouais Blanc’mış.

ŞARAP SAHTEKARLIĞI

İşin içine milyar Euro’lar girince, uluslararası şarap endüstrisi de, ortaya çıkan şarap hırsızlığı ve sahteciliği ile durmadan mücadele ediyor. Özel mantar mühürlerinin imalatına, şişelerin lazer ile ya da Chateauneuf-du-Pape’ta olduğu gibi büyük kabartma armalarla işaretlenmesi gibi güvenlik önlemlerine milyonlarca dolar harcanıyor.

Avustralya şaraplarının başlıca müşterisi olan İngilizler, şişesine 100 YTL ödedikleri Eileen Hardy Shiraz marka kırmızı şarabın sahtelerinden şikayetçi olmaya başlayınca, şarap yine şarapla korunmaya başlandı. Avustralya’nın güneyindeki 125 yıllık Hardys McLaren Vale bağlarının üzümlerinden elde edilen DNA, özel bir mürekkebe eklendi ve şişelerin boynuna sarılan etiketlerin yazıları bununla basıldı. Elde taşınan bir tarayıcı, etiketin yansıttığı özel ışığı ölçebiliyor ve gerekirse etikette şarap DNA’sının varlığı araştırılıyor. 1998 yılı ürünü Eileen Hardy Shiraz, DNA etiket teknolojisi ile korunan ilk şarap olma özelliğini taşıyor.

RADYO FREKANSLI KORUMA

Bir diğer güvenlik teknolojisi, 2. Dünya Savaşı’nda uçakların dost mu düşman mı olduklarını saptamakta kullanılan RFID (radio fequency identification), radyo frekanslı kimliklendirme.

Şarap şişelerinin etiketleri, küçük bir silikon çip üzerindeki entegre devre ile esnek bir anten içeriyor ve bir RFID okuyucusunun elektromanyetik etki alanına girdiğinde sinyal üreterek, bilgi gönderiyorlar. Böylelikle, sahtecilik önlenmeye çalışılıyor. Belki tüketiciler ellerinde bir okuyucu ile dolaşmayacaklar ama, şişesi 3-4 bin dolarlık Gravely Meadow ya da Screaming Eagle gibi Kaliforniya şaraplarını bulunduran restoranlar ve şarap mağazalarının işine yarayacağı açık.

Konuşan etiket, sahtecilikle mücadelede son çözümlerden bir diğeri. Bir mikroçip ile radyo anteni içeren plastik etikete, özel bir yazıcı ile istenilen sesi kaydetmek ve etikete yaklaştırılan bir okuyucu ile bunları dinlemek mümkün. Bu sistem, görme özürlülerin doz, yan etki gibi bilgileri dinleyebilmeleri için, ilaç kutularında da kullanılıyor.

ŞARABIN PARMAK İZİ

Şarap sahteciliği ile mücadelenin bir diğer yolu, şarapların izotop imzalarını, bir anlamda ‘parmakizlerini’ incelemek. Avrupa Birliği Komisyonu’nun Şarap, Alkol ve Alkollü İçecekler Ofisi (BEVABS), bu izlerin yer aldığı bir veritabanını oluşturmaya çalışıyor. İzotop imzasının araştırılma nedeni basit. Çünkü kayalarda bulunan bazı elementlerin dayanıklı izotoplarının birbirine oranı, yani izotop imzası, bu kayaların ufalanması ile meydana gelen toprakta, bu topraktan geçen sularda, bu su ve toprakla yetişen bitkilerde, bu bitkileri yiyen hayvanlarda ve bu bitkiler ile hayvanları yiyen insanlarda aynen tekrarlanır. Nasıl insanların diş ve kemiklerindeki stronsiyum 87 izotopunun 86’ya oranı (87 Sr/86 Sr), onun erken çocukluk dönemini ve son yıllarını geçirdiği coğrafya hakkında bilgi veriyorsa, şarapların da hangi bağın üzümünden yapıldığı bu veritabanı sayesinde bulunabilecek.

LİTVANYA’DA, UZUNLUĞU 3 KM’Yİ BULAN ALKOL BORU HATLARI VAR

1991’de, Litvanya Sovyetler Birliği’nden ayrıldığında, gümrük memurlarının işi bir hayli arttı. 2004 mayısında Avrupa Birliği’ne üye olunca, gözlerini kırpamaz oldular. Çünkü, sigara ve içkiye uygulanan vergi yükseldi, bunun sonucunda, komşu Rusya ve Belarus’tan kara ve demiryolu ile Vilnius pazarlarına, oradan da diğer birlik ülkelerine sigara ve içki kaçırılmaya başlandı.

Gümrüklerin teknik donanımı arttıkça, kaçakçıların kullandığı yöntemlere yenileri eklendi. Örneğin, topraklarının yüzde 72’sini oluşturan, 22 bin kollu 930 kilometre uzunluğundaki, şarkılara, şiirlere konu olmuş Neman Nehri’nin, Litvanya ile Rusya ve Belarus arasındaki sınırı oluşturan 110 kilometrelik bölümünün pek çok noktasından, hemen her gece şnorkelli balıkadamlar suya giriyor ve birbirlerine iple bağlı, siyah naylon poşetlere sarılı, 10-15 koli halinde paketlenmiş binlerce paket Rus sigarasını, bir ucundan çekerek karşı kıyıya geçiriyor ve tekrar geri yüzüyorlardı. Avrupa Birliği’nin yardımıyla, şimdi Litvanya, nehir kıyısı boyunca sensörler yerleştiriyor.

Ancak gerek Litvanya, gerekse Estonya, Letonya ve Belarus sınırlarında görevli memurları en çok uğraştıran konu, alkol boru hatları. Kaçak olarak imal edilen votka (ve içerisindeki pek çok zehirli madde), plastik borular içerisinde karayolları ve tarlaları geçip, ırmakları, gölleri aşarak evlerin ya da hurdaya çıkmış görünümünü verilen minibüslerin içerisindeki 1.5 tona varan sarnıçlara ulaşıyor. Buralarda şişelendikten sonra da, yarım litresinin 60 sente satılacağı pazarlara. Yılda birkaç kez, uzunluğu 3 kilometreyi bulabilen ve petrol ya da gaz yerine alkollü içki pompalayan bu boru hatlarından biri ortaya çıkartılıyor. Talinn Gümrüğü’ne göre, böyle bir boru hattı günde 3 ton votka pompalayabiliyor.

Kaçak içkinin kaynağı genellikle Rusya. 2000 yılında, alkol bağımlılığını ve alkole bağlı şiddeti azaltmayı amaçlayarak yüzde 40’a çıkartılan vergiler, tıpkı Amerika Birleşik Devletleri’nin 1920’den 1933’e kadar süren içki yasağındaki gibi, ne alkol içenlerin sayısını, ne de alkole bağlı suçları azaltabildi.

Buna karşılık, Ruslar, temizlik malzemesinden banyo köpüğüne, içinde alkol olan her şeyi içmeye ve kaçak içki imaline başladılar. Üstelik bir de Al Capone benzeri alkol-mafyası ortaya çıktı. Geçen yıl, çoğu kaçak içki nedeniyle, 40 bin Rus alkol nedeniyle öldü.

GEÇTİĞİMİZ HAFTA İÇTİNİZ Mİ?

Bu soruya doğru cevap vermek zorundasınız. Çünkü artık yalan söylediğinizi gösterecek biyokimyasal analizler var. Kanda, idrarda hatta saçta bulunan etil glukuronid, fosfatidil etanol, yağ asidi etil esterleri gibi ‘alkol işaretleri’, günler, hatta haftalar önce içki içip içmediğinizi gösterebiliyor. Dünyanın pek çok laboratuvarında yürütülen, bu arada 90’ların sonunda İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nde bir tez çerçevesinde bizim de katkıda bulunduğumuz araştırmalar sayesinde, bu analizler, yakın bir gelecekte, işverenlerin, alkol bağımlılığını tedavi eden hekimlerin ve emniyet birimlerinin talep ettiği testler arasına gireceğe benzer. Elbette önemli olan, ölçümlerin ve yorumların güvenilirliği. Tüm analitik sorunlar halledilmeden uygulama başlarsa, çok sayıda kişinin haksız yere canı yanabilir.

Söz, kanda alkol tayininden açılmışken yıllar önce başımdan geçen iki olayı hatırladım. 80’li yılların başında Adli Tıp Kurumu olarak, Taksim Meydanı’na park ettiğimiz beyaz minibüs içerisinde, Türkiye’de ilk kez, alkol üfleme gereçlerini kullanmaya, trafik kazaları sonrasında da kanda alkol tayini yaparak emniyete yardımcı olmaya başlamıştık. Polisin hastane ve dispanserlerden aldırarak kuruma getirdiği kanlarda sıklıkla alkol çıkar, sürücüler ise ısrarla alkol almadıklarını ifade ederdi. Meğerse, kanı alanlar, iğnenin batacağı yeri alkollü pamukla siler, alkol de buharlaşarak enjektöre dolan kana karışırmış. Nerede hata yapıldığını çözmek, birkaç ayımızı almıştı.

Toprağı bol olsun, babam Prof. Dr. Şemsi Gök, kurumdan çıkan her raporu inceler, onay imzasını öyle atardı (Bir yılda çıkan rapor sayısı 70 bin dolayındaydı!). Bir ölü kanı için verdiğimiz, oldukça yüksek alkollü raporu gördüğünde ortalığı ayağa kaldırmıştı. Meğer, ölen İstanbul camilerinden birinin imamıymış. Defalarca çalışıldığı halde hep aynı sonuç çıkıyordu. Yanyana dizili duran kan tüplerinin, ağzı iyi kapatılmadığında, bunların birindeki yüksek alkolün, buharlaşarak diğerlerine bulaştığını, bu olayla çözmüştük. Ülkemizde adli toksikoloji 25 yılda nerelerden nereye geldi. Ne demeli, geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer. Hepinize sağlıklı bir yıl dilerim.
Yazarın Tüm Yazıları