Fillerin ağladığı yer

Güne, Cambodiana otelinin havuzu başında, Mekong Nehri’ni seyrederek başlamış olabilirsiniz. Yatmadan önce, belki giriş katındaki QBa’da bir şeyler içeceksiniz. Bir nedenle Kamboçya’ya geldiyseniz, bir bardak çaya polis maaşı ya da bir geceliğine çocuk bekareti kadar para ödediğiniz bu otelin, sokaktaki gerçeği yansıtmadığını çoktan fark etmiş olmanız gerek.

Başkent Pnom Pen, geniş bulvarları ve koloni dönemini yansıtan havasıyla, bağımsızlığını kazandığı 1953’e kadar, tam 89 yıl Kamboçya’yı yönetmiş Fransızların izlerini taşır. Kraliyet Sarayı’nın kuzey yanındaki Gümüş Pagoda ise, biri Baccarat kristalinden, diğeri 2086 pırlantanın süslediği 90 kilo altından yapılmış Buda heykeliyle, çok gerilerde kalmış bin yıllık masalsı bir dönemi, Kmer İmparatorluğu’nu hatırlatır. /images/100/0x0/55ea34aef018fbb8f8714cc1

Kamboçyalıların, bu coğrafyanın en güçlü imparatorluğunu kuran, tarihin en büyük tapınağı Angkor Vat’ı inşa eden atalarını hiç unutmadıkları muhakkak (Angelina Jolie’nin oynadığı Lara Croft: Tomb Raider filmi, kısmen bu bölgede çekilmişti). Bayraktan bira etiketine, sigara kutusundan yol işaretine kadar, ona her yerde rastlamak mümkün. Ama tarihlerinde, unutmak isteyip de bir türlü unutamadıkları karanlık bir dönem de var: 1975’te başlayan, 3 yıl, 8 ay, 22 gün sonra Vietnamlılar sayesinde kurtuldukları, iki milyona yakın cana mal olmuş, Kızıl Kmer yönetimi.

1.5 milyonluk Pnom Pen, 60’lardaki gibi "Asya’nın İncisi" olmasa da, restore edilen binaları, gökdelenleri, sıcağın ve balık ezmesi prahok kokusunun ulaşamadığı alış veriş merkezleriyle, küllerinden yeniden doğuyor. Kraliyet Sarayı’nın arkasındaki 240. sokakta, nehrin kıyısında, ayrıca Ulusal Müze’nin yakınlarında, ipekten gümüşe, ahşap heykelden mobilyaya dek hayalinizi süsleyen ne varsa bulabilirsiniz.

Bay Vann Nath’ın, 33B Sokağı 169 numaradaki küçük lokantasına ise hiçbir turistik rehberde rastlayacağınızı sanmıyorum. Adresini vermemim nedeni, Kith Eng lokantasının yemeklerini tavsiye ettiğimden değil. Zaten aç olsanız da, duvardaki tabloları gördükten sonra, ne çayını içebilir, ne de pilavını yiyebilirsiniz. Ressam Vann Nath, böbrek hastası, haftada iki kez diyalize giriyor ve şu sıralar, uluslararası bir mahkemede konuşacağı günü bekliyor. Çünkü o, bundan 30 yıl önce, 14 bin Kamboçyalının girip, sadece yedisinin sağ çıkabildiği bir Kızıl Kmer cehenneminin, halen yaşayan dört görgü tanığından biri.

ÜNLÜ LİSEYİ HAPİSHANE YAPTILAR

14 Nisan 1975 günü Pol Pot önderliğindeki komünist Kızıl Kmerler, siyah pijamaya benzer üniformaları, kasketleri ve boyunlarına doladıkları geleneksel kırmızı beyaz damalı "krama"larıyla, iç savaşın bittiğine sevinen halkın sevinç çığlıkları arasında, başkente girdiler.

Çin’i örnek alarak kuracakları "köylü devlet" sayesinde, güçlü Angkor İmparatorluğu’nu yeniden yaratabileceklerine inanıyorlardı. Milyonlarca kentliyi ve her tür meslek sahibini kırsala sürerek, işe başladılar.

Tarımsal ütopyaları uğruna, din, bayram, sanat, ticaret, eğitim, adalet, kısacası var olan değerlerin tamamını silip atan Kızıl Kmerler, rejim karşıtlarını hapsedecekleri bir cezaevi yapmak yerine, kentin 113. sokağında bulunan ünlü Tuol Svay Prey lisesini, kısaca S-21 diye anılan 21. güvenlik bürosuna dönüştürdüler. Her biri üçer katlı dört binasının etrafına, elektrikli teller gerdiler. Pencerelere demir parmaklık çaktılar, derslikleri hücre ve işkence odasına çevirdiler. Avluya bir darağacı kurdular.

RESİMLERİ LOKANTASININ DUVARINDA

Devrim öncesi, sinema ve reklam afişleri çizerek, yağlıboya portreler yaparak ekmeğini kazanan iki çocuk babası Vann Nath, 5 numaralı komünde çalışmaya başlayalı üç yıl kadar olmuştu ki, 7 Ocak 1978’de tutuklandı. Sorulanların hiçbirini gereği gibi yanıtlayamayınca, kendisini 113. Sokak’taki lisede buldu. Kamyonlarla taşınan diğer mahkumlar gibi fotoğrafı çekildi, D binasının üçüncü katındaki dersliklerden birine götürüldü ve birbirine zincirlenmiş 50 kişinin arasına kondu.

S-21’in kapısından girenlerin, 14 ile 20 bin arasında olduğu sanılıyor. Canlı çıkabilenler ise, sadece yedi kişi. Aralarında Vann Nath’ın da bulunduğu bu mahkumların çoğu, ressam ya da heykeltıraş. "1 Numaralı Ağabey" Pol Pot ile parti ileri gelenlerinin portre ve heykellerini yaparak hayatta kalmışlar.

Vann Nath, kurtuluştan sonra tablo yapmayı sürdürmüş. Bu kez işkenceleri resmetmiş. Tabloların bir bölümü, şu sıralar lokantasının duvarlarında asılı. Bir bölümü de artık Tuol Seng Soykırım Müzesi olan S-21’in koridorlarında, işkence aletleri ve her yaştan binlerce mahkum fotoğrafı ile birlikte sergileniyor.

MİLYONLARCA KEMİK ADALET BEKLİYOR

1997’de Kamboçya, Kızıl Kmer yönetiminden hayatta kalanları, savaş ve insanlığa karşı diğer suçlardan yargılamak üzere harekete geçti ve Pol Pot’u ömür boyu ev hapsine mahkum etti. Kızıl Kmer’in ünlü lideri, bir yıl kadar sonra muhtemelen fazla miktarda ilaç yüzünden öldü. Duruşmalar, mali zorluklar nedeniyle sürekli ertelendi. Birleşmiş Milletler ile imzalanan özel anlaşma gereği, 2006 yazında yedisi yabancı, kalanı Kamboçyalı 30 yargıç Kamboçya Olağanüstü Mahkemesi’nde göreve başladı. 8 Ocak 2008’de uluslararası mahkemenin ilk duruşması yapıldı. Yargılanacak az sayıdaki kişiden biri, suçunu itiraf eden ama verilen emirleri yerine getirdiğini belirten, S-21 cezaevinin son müdürü, eski matematik öğretmeni Kang Kek İeyu.

Kızıl Kmerlerin birçok lideri daha önce affa uğramış ve yeniden siyaset sahnesine kabul edilmişti. Çok sayıda Kamboçyalı, bu arada Başbakan Hun Sen, 30 yıl sonra 3-5 ihtiyarı yargılayıp cezalandırmanın, ülke içindeki siyasi kutuplaşmayı artırmasından kaygı duyuyor. Ancak, yabancı adli bilim uzmanlarının desteğiyle 130’u bulunan ve 250 tane daha olduğu sanılan "ölüm tarlaları"nda gömülü milyonlarca kemiğin de, adaleti beklediği muhakkak.

Adaleti sadece yeraltındakiler değil, psikiyatri literatürüne "Ölüm Tarlaları Sendromu"nu kazandıran Dr. Ka Sunbaunat da bekliyor. Pnom Pen’de, başhekimi olduğu akıl hastanesine başvuran binlerce hastası, 70’lerde henüz yirmisinde bile olmayan ve ölüm tarlalarındaki infazlara tanık olmuş kişiler.

Tersine akan nehrin kıyısında

Balıkçılar, yıl boyu süren hazırlıklarını tamamladılar. Köylerini temsil edecek tekneyi bitirdiler, pruvasına kötü ruhlara karşı kocaman gözler çizdiler, rengarenk ampullerle süslediler, kürekçileri, dansçıları, müzisyenleri belirlediler. Şu sıralar, Su Festivali’ne katılmak üzere Pnom Pen’deler. Kasım ayının ilk dolunayında, yani ayın 10’unda başlayan Bon Om Tuk, asırlardır olduğu gibi üç gün sürüyor. Pnom Pen’liler, ülkenin dört bir yanından başkente akanlarla birlikte (yani yaklaşık 4-5 milyon Kamboçyalı), yağmur mevsiminin bitişini, balık mevsiminin başlamasını şölenlerle kutluyor. Yağmur mevsiminde kuzeye doğru akan Tonle Sap Nehri’nin yön değiştirerek Mekong’a katılmasına tanık oluyor. Onbinler nehrin kıyısına doluşuyor, gündüzleri, kayık ve kano yarışlarını; güneş batınca havai fişeklerin altında süzülen tekneleri seyrederek mutlu oluyor.

Su Festivali sırasında başkentte, özellikle nehrin kıyısında, 10 bine yakın polis, asker ve jandarma güvenliği sağlıyor. Yabancı misyonlar, vatandaşlarını festival sırasında dikkatli olmaya, silahlı soygun ve kapkacça karşı önlem almaya davet ediyor.

KÖTÜ GÖRÜNTÜ OLMASIN DİYE GÖZALTI DALGASI

Sivil toplum örgütü LICADHO’nun ise, festivalle ilgili başka kaygıları var. Onlar, şölenlere katılan turistlere kötü bir görüntü oluşturmaması için, polisin evsizleri, uyuşturucu bağımlılarını, seks işçilerini, dilencileri, sakatları ve sokak çocuklarını toplayarak, belirsiz bir süre gözaltında tutmasından korkuyorlar.

Ancak nehir kıyısı kimi Kamboçyalı için, bambaşka bir anlam taşıyor. Küçükleri Koruma Dairesi ve Pnom Pen çocuk polisi ile birlikte çalışan "Çocuklar için Eylem" Derneği (Action pour les Enfants), bundan iki yıl önce, 15 yaşından küçükken bir batılı tarafından cinsel istismara uğramış çok sayıda kişiyle görüşmüş, saldırganlarla mağdurların ilk karşılaştığı yerleri belirlemeye çalışmıştı. Su Festivali sırasında sevinç çığlıklarının atıldığı nehrin kıyısı, listenin ilk sırasında yer alıyordu. Bu arada Kamboçya’daki pedofillerin çok küçük bir bölümünün "batılı" olduğunu, yaşları 6-7’ye kadar düşen çocukların satıldığı yerlerdeki müşterilerin, genellikle yerli ya da Asyalı olduklarını ve bunların gazete haberlerine hiç yansımadığını hatırlatmakta fayda var.

FİLLERİN DİNMEYEN GÖZYAŞLARI

Asyalılar, fillerin ağladığına inanır. Kamboçya’nın ilk modern operası "Fillerin Ağladığı Yer" (Where Elephants Weep), 28 Kasım 2008’de Pnom Pen’in Çenla tiyatrosunda seyircisi ile buluşacak. Amerikan-Kamboç ortak yapımı prodüksiyon, Kızıl Kmerlerden kaçarak Amerika’ya göç eden Sam’ın, ülkesine geri dönüşünü ve geçmişini ararken pop şarkıcısı Bopa’ya aşık oluşunu anlatacak. Eserin amacı, Pol Pot rejiminin silmeye çalıştığı 12. yüzyıl klasik Kamboç müziği ve çalgı aletlerini, batının rock ve rap ezgileri ile birleştirerek genç kuşaklara tanıtmak. Prodüksiyon, Asya’nın büyük kentlerinden sonra, Avrupa’ya da gelecek.

Esasen Kamboçya’da fillerin ağlamasını gerektiren başka gerçekler de var. Bunlardan biri, kara mayını kurbanı 40 bin kolsuz ya da bacaksız insan. Bir diğeri, kristal metamfetamin ve Ecstasy bağımlılığı. Ayrıca, toplam nüfusun % 42’sini oluşturan ve önemli bir bölümü sokakta yaşayan 15 yaşından küçüklerin uçucu madde kullanması. Enjektör paylaşımı ve korunmasız cinsel ilişki yüzünden bulaşan HIV-AIDS, insan kaçakçılığı ve bunlar yetmezmiş gibi, bütün gayretlere rağmen durdurulamayan çocuk fuhuşu.
Yazarın Tüm Yazıları