Çay mı, kahve mi yoksa martini mi?

İyi bir barmeni kızdırmak mı istiyorsunuz? Bir votka martini isteyin ve "karıştırma, çalkala" deyin. En terbiyelisi size "peki, James Bond" diye cevap verecektir. Sakın aldırmayın.

Sovyet lider Nikita Kruçev’in "Amerika’nın en ölümcül silahı" diye nitelendirdiği martini kadar tartışılmış bir içki yoktur sanırım. Uluslararası Barmenler Birliği, bu kokteyli, "bolca buz bulunan bir kaba, 5.5 santilitre cin, 1.5 santilitre vermut ekleyin, iyice karıştırın, soğutulmuş bir martini kadehine aktarın. Üzerine, ince kesilmiş limon kabuğunu sıkın ya da içine bir adet yeşil zeytin atın. Cin yerine votka da kullanılabilir" şeklinde tarif etse de, iki konuda bir türlü anlaşma sağlanamaz. İlki, vermutun miktarı, ikincisi sıvıların karıştırılması mı, yoksa çalkalanması mı gerektiği.
/images/100/0x0/55eb18e3f018fbb8f8aadaa8
Winston Churchill ve Alfred Hitchcock, vermutun yok denecek kadaz az olmasından yanaydı. Hatta "İyi bir martini, raftaki vermut şişesinin yanında beklemiş cinle yapılır!" diyecek kadar. Ernest Hemingway, Nazilerin karargah olarak kullandıkları Paris’teki Ritz Oteli’ni boşaltmasını martinilerle kutlamıştı. Onun formülü, onbeş kısım cine, bir kısım vermuttu.

Popüler TV dizisi Sex and the City’deki hanım kızlar da başarılarını martini tokuşturarak kutlar. Onlar, cin yerine votkayı tercih ederler. "Yüzyıllık martini kültürüne ihanet ediyorlar" diye suçlanmalarının nedeni votka değil, rengi elbiselerine uyum sağlasın diye, içine kattıkları meyve sularıdır.

İster votka kullanın, ister cin, ister vermutun miktarını 3’e 1 tutun, ister 100’e 1; martini kuvvetli bir içkidir. Bir kadehi, 55 kilo ağırlığındaki bir kadının; iki kadehi de 70 kiloluk bir erkeğin kanındaki alkolü, rahatlıkla 0.5 promilin üzerine çıkartabilir.

Martini konusundaki diğer tartışma, yani "karıştırmalı mı, yoksa çalkalamalı mı" konusunda barmenler, ağız birliği etmişe benziyor. Kokteyl hazırlanışına ilişkin pek çok kitapta da yer aldığı biçimde, kesinlikle çalkalamamak gerektiği, bu işlemin içkiyi rezil ettiği kanısındalar. Çünkü çalkalama, buz küplerinden küçük tanecikler kopartır, bunlar da eriyerek içkiyi seyreltir. Barmen deyimiyle, "cini çürütür". Ama gelin görün ki, bir gizli ajan, barmenlerin hayatını 50 yıldır zehir etmekte. Tahmin edeceğiniz gibi "Benim adım Bond, James Bond" diyen yakışıklıdan söz ediyorum.

Bir Vesper alır mısınız?

Hayali James Bond’un kendisi gibi, ünlü martinisi de Jamaika doğumludur. Fleming, misafirliğe gittiği bir malikanede, servis yapan kahyanın "Bir Vesper buyurmaz mısınız?" demesinden yola çıkarak, ilk Bond kızına Vesper Lynd, kahramanının tadına doyamadığı içkisine de, Vesper Martini adını koyar.

Bond, CIA ajanı Felix Leiter ile buluşmasından hemen sonra, Casino Royal’in barmenine siparişini verir. "Bir Martini Dry" der. "Derin bir şampanya kadehinde." "Peki beyefendi" der barmen. "Bir dakika" diye sürdürür Bond, "Üç ölçek Gordon, bir votka, yarım ölçek Kina Lillet. Buz gibi soğuyuncaya dek iyice çalkala, sonra büyükçe, ince bir limon kabuğu dilimi ekle. Anladın mı? " Elbette, beyefendi" diye yanıtlar barmen.

Gordon, ünlü bir cin markasıdır. Kina Lillet de, içinde meyve likörü ve kinin bulunan bir Fransız şarabı. Geleneksel olarak martini, ya cin ya da votkayla hazırlandığı halde, Bond’un Vesper Martini’sinde her ikisinin birlikte kullanılmasının nedeni, güzel sevgilisi Vesper’in bir yandan İngiliz İstihbarat Teşkilatı M16, diğer yandan Rus İçişleri Bakanlığı MVD için çalışan çift taraflı ajan olmasındandır.

Zaman içinde James Bond, rakı, rom, şampanya, bira gibi farklı içkilerin tadına baksa da martiniden hiç vazgeçmedi. Gerçi kokteylin yapısındaki içkileri ve oranları değiştirdi, votka ve Kina Lillet bir var olup, bir yok oldu. Ancak karıştırılmayıp, çalkalanmasında hep ısrar etti.

Ülkemizde "Bond 22" adıyla gösterilen son filmi Quantum of Solace’ın başlarında Bond, orijinal Vesper Martini’siyle teselli bulmaya çalışsa da, bu artık teknik olarak mümkün değil. Çünkü 1950’lerde İngiliz Gordon’un alkol derecesi 94’tü, günümüzde 80’in altında. Kina Lillet’in de, acılığını veren "Kina" kısmı, yani kinin, 1980’lerde formülünden çıkartıldı.

FİZİKÇİLER VE BİYOKİMYACILAR ÇALKALAMAKTAN YANA

Şaka gibi ama, James Bond’un "çalkala ama karıştırma"sı sadece barmenleri yormuyor. Fizikçiler ve biyokimyacılar da bu konuyla ilgileniyor. Örneğin, Lois Gresh ve Robert Weinberg’in 2006 yılında yayınlanan "James Bond’un Bilimi" adlı kitapta, martiniye ayrılmış özel bir bölüm var. İdaho Üniversitesi’nden emekli fizik profesörü Barry Parker de, 2005’de yayınlanan ve James Bond filmlerindeki süper otomobiller, bomba fırlatan kalemler, jete dönüşen sırt çantaları, insan bölen lazer ışınları gibi bir çok olayın arkasındaki bilimsel gerçekleri açıklayan kitabında, martininin çalkalanmasına değinmekten kendini alamamış. Yaklaşık on yıl önce, "Herkes James Bond’u seviyor, kimse fiziği sevmiyor. İkisini birleştirirsek belki fizik bundan nasibini alır" diyerek yola çıkan Dortmund Üniversitesi Uygulamalı Fizik Bölüm Başkanı Prof. Metin Tolan ise, 2008 Eylül’ünde piyasaya çıkan yeni kitabının ilgi çekmesi için, adını "Çalkala, karıştırma: James Bond ve Fizik" koymuş.

Metin Tolan, James Bond’un tercihini doğru buluyor. "Önemli olan moleküllerin dağılımıdır" diyor. "Karıştırılırsa, moleküller ortamda eşit biçimde dağılır. Çalkalanırsa, martininin tadını veren moleküller, yüzeyde birikir. Bond, ağzının tadını bilen biri. Hiçbir filminde içkisini bitirmeye fırsat bulamayıp, sadece bir yudum almakla yetindiğinden, en azından lezzetini yoğun biçimde yaşamaya çalışıyor."

Aslında martini meselesi, bundan 9 yıl önce ilk kez bilimsel olarak araştırılmış ve deney sonuçları British Medical Journal adlı ünlü İngiliz tıp dergisinde yayınlanmıştı. Kanada’nın Western Ontario Üniversitesi Tıp ve Dişhekimliği fakültesinden iki biyokimya profesörü, Hirst ve Trevithick, yanlarına dört asistanlarını almış, yaptıkları deneylerle, birlikte çalkalanan iki kısım cin ve bir kısım vermutun antioksidan etkisinin, karıştırılana oranla iki kat daha yüksek olduğunu kanıtlamışlardı. Çalkalanan kokteylin, kanda ve göziçi sıvısındaki zararlı serbest radikal miktarını yarı yarıya azaltabileceğini, bu sayede kalp-damar hastalıkları ile kataraktı engelleyeceğini ileri sürmüşler ve James Bond’un sağlığını (şaka yollu da olsa) martinilerine bağlamışlardı. Bildiğiniz gibi antioksidanlar, erken yaşlanmaya ve bazı hastalıklara yol açan serbest radikallere karşı bizi korurlar.

"Çalkala, karıştırma: Martini’nin antioksidan etkisine ilişkin biyoanalitik bir araştırma" adlı yayını destekleyenler olduğu gibi, araştırıcıları Bond’un bazı alışkanlıklarını göz önüne almadıkları için acımasızca eleştirenler oldu. Bir kere Bond, cinle votkayı karıştırırdı. Deneylerde kullanılan vermut oranı yüksekti. Ajan, zaman zaman içkisine tütsülenmiş soğan, zeytin ya da limon kabuğu atardı. Kimileri de, saygın bir dergide, böylesi saçma sapan bir araştırmanın yer bulmasına kızdılar.

Aile içi şiddetin yarattığı James Bond

Sinema tarihinin en uzun soluklu ve en tanınmış gizli ajanı 007 James Bond’un yaratıcısı, 1908 Londra doğumlu Ian Lancaster Fleming, 1931’de Reuters haber ajansında çalışmaya başladığında ilk görev yerlerinden biri Moskova’ydı. İstihbarat teşkilatları ve 007 dünyasının ayrılmaz parçalarına dönüşecek votka ve havyarla tanışması bu döneme rastlar.

Fleming, kısa bir süre için de olsa, kahramanı James Bond gibi bir İngiliz casusuydu. Tarihin Yönünü Değiştiren Gizli Ajanlar kitabının yazarı Ernest Volkman’a göre, 2. Dünya Savaşı’nda, İngiliz Deniz Kuvvetleri istihbarat teşkilatında Ajan 17F adıyla görev yapmış, bir Alman radar istasyonunun ele geçirilmesi, New York’taki Japon Konsolosluğu’nun kasasından şifrelerin çalınması gibi faaliyetlere katılmıştı.

Savaş sonunda yeniden gazeteciliğe dönen Ian Fleming, birkaç kez Jamaika’yı ziyaret etti. Fazla geçmeden, yıllardır birlikte olduğu Ann O’Neill ile evlendi ve askerliği sırasında planlamasında yer aldığı bir operasyonun adına izafeten "Goldeneye" adını taktığı, Jamaika’nın kuzey sahilindeki yeni evine taşındı (Pierce Brosnan’ın Bond rolünü üstlendiği 17. filmin adı da Goldeneye’dır).

Evliliğindeki sorunlar, havada uçuşan tabaklar, tavalar ve terlikler yüzünden, günde üç paket sigara ve bir şişe cin içmeye başladığında, bunlar da zaman zaman göğsünde ağrılara yol açtığında, kendince bir çözüm üretti. Sigara ve içkiyi bırakmaktansa daha da arttırdı, roman yazarak karısının yarattığı stresle başa çıkmaya karar verdi.

Fleming’in ilk romanını yazmak üzere, yüz metrekareyi bulan oturma odasının bir köşesine yerleştirdiği, pembe abajurla aydınlanan pasta dilimi şeklindeki çalışma masasına oturduğu ilk gün, hiç kalkmadan on sayfasını yazdığı anlatılır. Askerliği sırasında edindiği istihbarat bilgileri ve tanıdığı kişilerden yararlandığı ilk romanın adı, Casino Royal’di. Gençliğinde okuduğu ve çok etkilendiği Batı Hint Adaları Kuş Rehber’inin (A Field Guide to Birds of the West Indies) yazarından esinlenerek, kahramanına James Bond adını koydu.

1953 ile 66 arasında 12 Bond romanı, iki de Bond öyküsü yayınladı. Eserleri Fleming’i zengin etti ama, sağlığına pek iyi geldiği söylenemez. Yaşasaydı, bu yıl 100 yaşında olacaktı. İçki, sigara ve pek sevdiği yağlı yemekler yüzünden, ne yazık ki bunun ancak yarısına ulaşabildi. 1964’te, 56 yaşında bir kalp krizinden öldü. Sadece, Dr. No ve önemli bir bölümü İstanbul’da geçen Rusya’dan Sevgilerle’nin filmini görebildi. Kahramanı, onun kaderini paylaşmadı. Başka kişilerin yazdığı başka Bond öyküleri sayesinde, en ufak bir sağlık sorunu yaşamaksızın, üç kuşaktır yediden yetmişe milyonları büyülemeyi sürdürüyor.

James Bond ve Mavi Dağlar kahvesi

James Bond, çırpılmış üç yumurtasının yanında kahve içerdi ve Londra’dayken tercihi, Jamaika adasının 2500 metre yükseklikteki, soğuk, puslu ve bol yağmurlu Mavi Dağlar’ında yetişen, tatlı ve yumuşak içimli "Blue Mountain" kahvesiydi.

Martinilerin, kalbini, damarlarını ve gözlerini nasıl etkilediğini bilemem ama, kahvenin sadece kokusunun bile faydasını gördüğü muhakkak. Çünkü, Han-Seok Seo liderliğinde bir grup Güney Kore, Alman ve Japon araştırıcı, 2008 Haziran’ında yayınladıkları sıçan deneylerinde, kahve kokusunun, beyindeki 17 geni harekete geçirdiğini ve uykusuzluğa bağlı stresi ortadan kaldırdığını bildirdiler.

Hele bir de kahvesi kavrulurken içine şeker katılmışsa, ayrıca ince çekildikten sonra, üzerine çok sıcak su basılarak, yani espresso yöntemiyle hazırlanmışsa, Navarra Üniversitesi’nden biyolog İsabel Lopez Galilea’nın 2008 Mart’ındaki doktora tezinde kanıtladığı gibi, kahvesi normalin çok üzerinde antioksidan özellikler kazanmıştır. Bu durumda, James Bond gençliğini ve sağlığını kahveye borçlu olabilir.

Hiç kuşkusuz kahve, Bond’un dişlerinin sağlamlığına da katkıda bulunmuştur. Çünkü bazı mikroorganizmaların etkinliğini durduran kahvenin, diş çürümesinin başlıca nedeni Streptococcus mutans’ın diş minelerine yapışmasını da engellediği artık biliniyor.

YİN HAO YASEMİNLİ YEŞİL ÇAYIN HİKMETİ

James Bond, bir Çinli gibi "Üç gün yemeksiz kalmayı, bir gün çaysız kalmaya tercih ederim" demez. Hatta, çaydan pek fazla haz ettiği söylenemez. Ancak, herşeyin en kalitelisini kullandığından, çay içmesi gerektiğinde tercihi, Yin Hao yaseminli yeşil çaydır.

Çay meraklısı biri olarak, gizli ajanın zevkini takdir etmemem mümkün değil. Ancak Bond, bir fincan yeşil çayı lezzeti ve kokusu için değil, 200 miligramı bulan antioksidan etkili kateşinleri için tüketiyor olabilir.

Örneğin, çok miktarda sigara içmelerine rağmen, Asyalılarda kalp-damar hastalıklarının ve kanserin, batıya oranla daha az görülmesini, bir diğer deyişle "Asya Çelişkisi"ni, Yale Tıp Fakültesi Damar Cerrahisi Başkanı Prof. Dr. Bauer Sumpio, içilen fazla miktarda yeşil çaya bağlıyor.

Yaşları 40 ile 79 arasında değişen 40 bin’den fazla Japon’u izleyen Dr. Şiniçi Kuriyama da, fazla yeşil çay içenlerin kalp-damar hastalıklarından daha geç öldüklerini kaydediyor.

Özetlenecek olursa, kahvenizi bol bol koklayın, yeşil çay için, martini olmasa da olur. Ama ille içecekseniz, James Bond gibi yapın, çalkalayın, ama karıştırmayın.
Yazarın Tüm Yazıları